YİNE YENİDEM...
YİNE YENİDEN…
“İnsan kısım kısım, yer damar damar” demiş şair.
Doğrunun dik alası elhak. Çeşit çeşit yüzü, gözü; türlü türlü hali, tavrı; farklı farklı tutumuyla her insan ayrı dünya, her insan başka bir renk…
Muharrem KILIÇ da bir başka alem, bir tuhaf adam işte.
Ne zaman işleri rast gitmeye başlasa, sitenin takipçi sayısı artsa, yazar kadrosunun okunma sayısı ciddi anlamda tavan yapsa beni arar hemen hazret: “Yaz” diye.
“Kendine kastı var desem”, bu akla ve organizasyon kabiliyetine sahip biri için mümkünü yok, olamaz.
“Harekete kastı var” diyeceğim ama inandıkları için çok şeyden vazgeçebilmiş biri olduğunu bildiğimden, “Olmaz!” diyor içimdeki ses.
“Siteye kastı var” demek hiç mantıklı değil. “Dükkanı kapattık” deyip, kepenkleri indirse kim ne diyecek.
Peki, diyor iç sesim (siz buna vicdan deyin isterseniz) geçmiş tecrübelerle sübut bulduğu için artık iddia olmaktan çıkıp hakikat mertebesine ermiş okunmazlığıma , yani okunma sayısı iki elin parmağını geçmeyecek (o da eş- dost) bana “Yaz” diye ısrarı neden?
“Sitenin diğer yazarlarının kıymeti anlaşılsın diye” diyesim var ama onu da it önüne atılası nefsim kabul etmiyor.
Bıyık-sakal ikileminin çaresizliğini atıp bir kenara, dost kelamını emir telakki ederek yazıyorum aha da.
Bundan sonrasını ben değil Muharrem KILIÇ ile üç-beş dost düşünsün, bana ne?
***
Bu sitenin cemaziyelevvelini bilenler, bir zamanlar yine bu sitede yazılarımın neşredildiğini hatırlarlar. Yazıların bıçak gibi kesilmesinin sebebini, Muharrem Usta’nın feveranlara dayanamayıp beni kovmasına yorarak uzun süre rahat nefes alanlar ciddi anlamda yanılıyorlar.
Bir yazım sebebiyle yüreğimin yarısı olanların ülküdaşlık hukukunun bozulmasına sebep olduğum korkusu kestirdi yazılarımı.
Zira ben iki cihan kardeşliğine gönüllü talip olma şeklinde tarif ettiğim ülküdaşlığı, ana-baba bir zaruret kardeşliğinden üstün tutarım oldum olası.
Niyetim öyle değildi ama yazdığım yazı sıkıntı yaratınca iki cihan kardeşlerim arasında, Harun’un katline, Karun’un lanetlenmesine sebep olan gibi hissedince kendimi, bırakıverdim işte.
Siz de derin bir nefes aldınız ama kader işte.
Geldim yine.
Çekecek çileniz varmış sayın okuyucu.
Üzülmeyin ama -kim bilir- belki de rahmetinden sual olunmayan, sırf bu yazıyı okuma zahmetine katlandınız diye, bir günahınızı siliverir.
***
Şimdi siz, merak da ediyorsunuzdur: “Bu adam, mercimek tanesi büyüklüğündeki kültürü, Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisine bile alınmayacak bilgileri ile ne yazacak” diye.
Doğrusu ben de merak ediyorum bunu.
Davasının büyüklüğünden ötürü, onun kıyısında kenarında bulunmayı kendisine şeref sayan ben, davanın büyüklüğü ile mütenasip olmayan temsil makamındakilerin marifetleri (!) neticesinde dibe vurmuş bir hareketin mensubu olarak neden bahsedebilirim ki?
Neredeyse sıfırlanmış gençlik ve kadın hareketlerinden mi?
Sanmam.
Her yıl biraz daha küçülen ama küçüldüğü üyelerin dikkatinden kaçsın diye, pütürlü yüzü hamasi sözlerle cilalanan, bir zamanlar benim de temsil makamında olduğum sivil toplum kuruluşlarımızdan mı?
Mümkün değil.
İmanına değil de, koltuk sevdasından dolayı, güce payanda olan ve bizi aleme rüsva eden merkezdeki kifayetsiz muhterislerden mi?
Zinhar.
Çiçekten böcekten, dağdan ovadan, dosttan düşmandan bahsedeceğimiz kesin.
Kurtla koyundan bir de.
Ama söz vermiyorum.
“Selçuk Bey yazar da sen yazamaz mısın” diye fişeklerse beni kör nefsim,
Yok dediğimi yazma ihtimalim de var her an.
Hele Muharrem KILIÇ şu yazıyı yayınlama cesaretini göstersin bir, onu da sonra düşünürüz, olmaz mı?
***
Bizi bu hale düşüren atalete inat,
Hareketli günler dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.