Zeki KILIÇ

Zeki KILIÇ

HÜKÜMETİN MÜLAKATLA İMTİHANI

HÜKÜMETİN MÜLAKATLA İMTİHANI

HÜKÜMETİN MÜLAKATLA İMTİHANI
 
 
15 Temmuz’un bütün serencamı bu tek cümlede gizli:
 
Eli abdestli, ağzı dualı çocuklar(!) memleketi kana buladılar.
 
Biz söylediydik ama bizi dinlemediler.
 
Aldandılar.

Badem bıyıklı, gömleklerini geniş pantolonlarının üstüne salan, her daim mazlum ve mağdur çocuklardı bunlar.
 
Video kasetlerinden izleyip dinledikleri şeyhlerinin bitip tükenmeyen ağlama seanslarından etkilenmiş olacaklar ki hepsi de dokunsan ağlamaya hazır gibiydiler. 
 
Onlar için herkes “ağbi”, üstlerine yürüyen her kişi birer canavar olduğundan kaçmaya tetikteydiler.
 
Okulları, yurtları, koca koca şirketleri, bankaları bile vardı ama hep hırpani giyimli, himmete muhtaçtılar. 
 
Verdikçe istediler.
 
İstedikçe  aldılar.
 
“Şu on kuruş, ihtiyacımızın fazlası. Bunu geri alıp başka bir müminin ihtiyacında kullanın.” demediler hiç. 
 
Aldılar, aldılar, aldılar…
 
Özal’la başlayan “sızma harekatı” 2002’den sonra tavan yapıp müsteşarlıktan tuvalet bekçiliğine bütün kadrolara bunlar yerleşip, sınavlarda da full çekince; biz “Ne oluyor?” deyip sorgulamaya başladığımızda, tepelerde konuşlanmış zevat-ı kiram:
 
Adamlar kırk yıldır eğitimle uğraşıyor, sizin gibi sokaktan gelmiyorlar, deyip susturdular bizi.
 
Kaldı ki namazlı- abdestli çocuklardı bunlar. 
 
Bizim gibi Fatiha’yı bilmeyenlerden değildiler, onlar dururken Ülkücülere verilecek değildi ya kadrolar.
 
Yıllar öncesinin Mehmet Moğoltay’ı geldi aklımıza bir an ya, çekip attık o düşünceyi kalbimizden.
 
Din kardeşimizdi bunlar ne de olsa…
 
Bizim açık kadrolarımız kapatılıp, onların kapalı kadroları açıldıkta, “dank” deyiverdi kafamıza, bu işin “al takke, ver külah işi” ya, ne yukarılara sesimizi duyurabildik ne kürtçülükten bozma devrin taşralı mümin (!) muktedirlerine laf anlatabildik.
 
Devlet kapısı kapanınca özele müracaat edelim diyemedik maalesef.
 
Zaten paralı bir camia olamamıştık hiç.
 
Üstüne bir de malum gazeteye abone olmayan esnafımıza uygulanan yaptırımlar ile kapanan kepenkleri ve himmete oturmayan kendi çapında müteahhitlerimize yaşatılan ihale şoklarından kaynaklı  iflasları gördükçe, onlara: “abi iş…” de diyemedik.
 
“Bunlar hökumatı kandırmış olabilirler ama askeri asla!” dedi birimiz. 
 
Asker Atatürkçüydü hem. 
 
Bir umut oraya başvuralım dedik. 
 
Memlekette bizden güzel ölebilen yoktu nasılsa.
 
Millet sıkışınca: “Ülkücüler nerede?” diye feryat etmiyorlar mıydı hem?
 
Güneydoğu’da da terör kaynaklı bir savaş vardı.
 
Bizden âlâ kınalı kuzu mu olurdu?
 
Nizamiyenin kapısını tıklatmamızla yüz geri edilişimiz bir oldu.
 
“ Hemşerim, bura size yassah!” dediler. 
 
Meğer bu kardeşler orayı da parsellemişler.
 
15 Temmuz’da gördük. 
 
General, albay, yüzbaşı, her kazıktan yedi çeşit başçavuş olmuşlar.
 
Jandarma, topçu neyse de, pilot, sas ve sat olmuşlar.
 
Cin şişeden çıktığı gün, takke düşüp kel görününce;
 
Torpilli sat’ın durumu da ayan oldu cümleye.
 
En olumsuz koşullarda bile hayatını idame ettirebilir, dünyanın en prestijli sat komandosundan, vatandaşın bahçesindeki biberi çalarken enselenen hormonlu sat’lara kalmıştık.
 
Okunmuş 1 dolarla yapılacak taarruzun hükmü de bu kadarcıkmış ya, İslamcı bir arkadaş en çok da bu dolar meselesine üzülmüş.
 
“Ne biçim Müslüman bunlar? Niye riyal yada dinar değil?” diye hayıflanıyordu kardeş (!)
 
“Cemaatin sat’ı / Memleketi sattı.” netice itibariyle.
 
Abdestli-namazlı çocuklar(!) metropolleri kan gölüne çevirmeye başladığında, bizim sokak çocukları, kuzgun leşe üşüşmesin diye öteden beri muhalif oldukları devlet başının çağrısına uyup çıktılar sokaklara, ellerinde ay yıldızlı,  bozkurtlu bayrakları.
 
Fonda Mustafa Yıldızdoğan’ın o bizce meşhur şarkısı… Ziyadesiyle milli damar…
 
“Ezan susmaz diyen/ Bayrak inmez diyen/ Birileri var”.
 
Vardılar çok şükür, hep var oldular. 
 
Bütün milletle omuz omuza memleketi kurtardılar.
 
Herkes farkına varmıştı hatasının. 
 
Vatandaş verdiği himmetin, siyasetçi gösterdiği iltimasın canına, malına ve devletine mal olayazdığını görmüştü.
 
“Gruplaşmaya ölüm!” diye bağırıyordu bir siyasetçi.
 
Bir diğeri amir ve memur kadrolarına alınacaklarda aranılan üç şartı: “liyakat, liyakat, liyakat” diye sayıyordu. 
 
Sesi hayli temkinli: “Bize de gün doğacak mı ki?” diye mırıldandı birimiz.
 
“Doğacak çok şükür!” diye haykırdı ötekimiz. 
 
O gün den beri hepimiz, bir umut, beklemedeyiz.
 
Yüklem yanlış oldu.
 
Doğrusu, beklemedeydik. 
 
“Mülakat Sınavı” kelamını duyalı beri yine karıncalandı aklımız.
 
Ankara farkında değil galiba.
 
Deliğin aynı delik ve muhtemelen bunun ikinci sokuluş olacağının…
 
Pek âdetimiz olmasa da bu aralar rahmetli Kayahan dinlemekteyiz.
 
“Yine bana hüsran, bana yine hasret var./ Yine bana esmer günler düştü” şarkısına otuzüçlük sabır tespihimizin şakırtılarıyla eşlik etmekteyiz.
 
Çünkü tecrübeyle sabit olacakları bilmekteyiz.
 
Az okumuş, çok bilmiş taşralı siyasetçi, gecenin bir yarısı matbaa sahibini uyandırmıştır çoktan, arkasına “Hamili kart…” diye başlayan yazıyı yazabilmek maksadıyla, kartvizit bastırmak için. 
 
Satılık kadroların rayiç bedelleri hesaplanmaya başlanmıştır.
 
Başka cemaatlerin, grupların, tarikatların şeyleri, önderleri sotede; bir kadro çıkar mı diye umutlanan vatandaş bunların kapılarında el-pençe divan, emre amade…
 
Mehmet Akif’in dörtlüğü dilimizin kıyısında yalpalanmakta:
 
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
 
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
 
"Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;
 
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
 

Bizim ne taşralı siyasetçiye verecek paramız ne de  kul önünde eğilecek başımız var.
 
Kimseden iltimas beklemiyor, rüşvet kabilinden iş istemiyoruz.
 
Allah biliyor ya, bu gidişle,  kendimizden ziyade, memleketin gelecekte yine düşebileceği 15 Temmuz benzeri bir olaydır çekindiğimiz. 
 
Zaten bizim yarı aç yarı tok yaşamaya, her dönem hırpalanmaya aşılı bir bünyemiz var. 
 
Hükümetin başkanını ve Cumhurbaşkanını, Mevlana’nın o doyumsuz şiirindeki tek kelime ile bir kez daha ihtar ediyoruz:
 
ETME…
 
 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Zeki KILIÇ Arşivi