Azar Azar
AZAR AZAR
Sürekli yazmak zorunda olanlar için yaşanılması zor ülkeler listesi yapılsa, Türkiye ilk üçün dışında kalmaz diye düşünmüşümdür hep.
Durmadan değişen ve ehemmiyet skalası ayarlandığı için, sonrakinin öncekini bir çırpıda unutturduğu olaylar ülkesinde mukim olmanın tuhaf bedbahtlığıdır yaşadığımız.
Televizyon dizilerinin yıllarca sürdüğü, kazalarının bile zincirleme diye tabir edildiği bu ülkede meş’um çoğul, masun ise tekil olup siz de “şerrin def’i” için kötüyü yazmak zorunda hissedince kendinizi, daha bir içinden çıkılmaz hal alıyor mesele.
Yazma faaliyetini aksatmanın ne denli bir baş belası olduğunu böyle zamanlarda anlıyor insan.
Affınıza mağruren, bu yazıda, ben gündemi kaçırmış sayılacağımı bile isteye önceki gündemi yazmak niyetindeyim. Kim bilir, ben bu güne gelinceye dek, toz bulutları dağılır, güneş yüzünü gösterir de her şeyi olanca çıplaklığıyla gördüğümüz bir ana denk gelir diğer yazım ve siz de bunu bilmezden gelip: “Ne kadar doğru yazmış adam, aşk olsun!” deyiverirsiniz.
3.5 Milyon Taze Kan (!)
Sabık Başbakan Davutoğlu’nun görevden el çektirilmesinden kısa bir süre önce yapılan “Suriye Donörleri” (ne demekse artık) toplantısında, muhataplarına hitaben, kamplardaki Suriyeliler için 10, kamp dışındakiler için 20 olmak üzere toplam 30 Milyar USD masrafımız olduğunu söylediğinde ne “Hüloğğğ” diye alkış tuttuk ne de “Böyle de olmaz ki” deyu yüksek sesle söylendik. Misafire en iyisini ikram etmek geleneğine sahip olan bir milletin izzetiyle duymazdan geldik.
AB’yi: “Parayı vermezseniz sınırları açarız!” tehdidinden vatandaşlık hakkına geçiverince bir göz kapağı indirme vaktinde.
Afalladık.
Taraf olmanın en hafif örneğinibile taça atacak bir gazete “taze kan” ilan etti bu kardeşleri.
Ne oluyoruz yahuların çoğalacağını fark eden üstatlar, pazarlığı kalifiye eleman üzerinden % 10’a, vatandaşın ateşini de minimum seviyeye düşürme hamlesini (3.5 milyondan 300 bine)zeka parıltısı örneği diye sunarken, bu memleketteki 2 milyon üniversite mezununun (kallavi kalifiye anlayacağınız) sokaklarda işsiz dolaştığını unutmuşlardı.
“Kalifiyeli” ve “kalifiyesiz” gibi iki abuk kelimeyi kırık Türkçelerine ekleyen feyizbook İslamcıları bir yana, bu cenahın havas takımından olup günahtan sakınmak için “ırk” kelimesini ağızlarının ucuna bile getirmeyenlerin, gen havuzunun çeşitliliğine övgüler dizmesi ayrı bir kepazelik örneğiydi.
Milletin malını yağma etmekten imtina etmeyen kubur karakterlerin ümmet kardeşliği üzerinden “Ensar- Muhacir” hamasetini yüksek perdeden seslendirmeleri ise kepazelik tarihinin TOP-10 listesine girecek türdendi.
Hıyarlıklarının gereği, yoğurt kasesi görünce bıçağa sürtünen cacık karakterli açıkgözlerin, kameralara allame pozu verdiklerini unutup kendileri gibi düşünmeyenleri tehdide yeltenmeleri ise ne denli başarılı bir ensar olacaklarının belirgin örneğiydi.
Köylerinden şehre hicret etmiş çocuklara reva gördükleri muamele ile Ensar kelimesinin bu millet nezdindeki kutsiyetinin ırzına kısa bir zaman önce geçmişken üstelik.
Söylemek istenilen gayet açıktı oysa:
“Zor günleriniz geçinceye kadar başımız üzerinde yeriniz var. Gün geçip feraha kavuştuğunuz zaman doğduğunuz yerleri yeniden yurt tutup oralara İsrail’i, birbirimizi de farklı yaşam kültürlerinin getireceği çatışmalara sokmayın.”
Kongre
Korkaklar yumruklarını ceplerine gizlerler.
Zira onlar ya karanlıkta yada kalabalıkta yumruk sallamaya alışkındırlar.
“10 Temmuz Hikâyesi” de bu minvalde başlayıp bitti.
Olağan üstü kurultay yapılmasın diye tüzüğe aykırı olduğunu bile bile 10 Temmuz’da seçim yapma yalanıyla ortaya çıkarak, sağ elini yere 90 derecelik açıyla sağdan sola savurup meydan okuyan bilge, nasılsa bu iş bitti havasıyla, Balgat’la mücadele etmek yerine birbirlerini yemeğe kalkan turfanda başbuğların (!) acemiliklerinden faydalanıp, ÇİKOlatalı helal süt içmiş hoş CEMAL’in, bu konuya zaten önyargıyla bakan yargıya müracaatından sonra koltuğu kaptırma ihtimali ortadan kalkınca unutuverdi oyunu bozacağını (!) ve bir kere daha kanıtladı bu hareketin gerçek lideri olamayacağını.
Müslüman Türk’ün rafine hali olan Ülkücü’nün lideri mümin olmak zorundaydızira.
Mümin ise özü sözü bir olandı.
Yiğidin kitabında sözün müteradifi namustu üstelik.
Madem ki söz namustur, bu hareketin ısrarla talep ettiği malum kongre Balgat’ın namus borcudur vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.