Semih Tufan Gülaltay neye kurban edildi?
Ergenekon davasının ilk tutuklanıp en son tahliye edilen sanığı Semih Tufan Gülaltay, Youtube’a yüklediği konuşmaları sebebiyle geçtiğimiz hafta tutuklandı. Bu önemli hadise nedense çok az yerde haber oldu. Gülaltay’ın Cumhurbaşkanına hakaretten tutuklandığı söyleniyor. Zaten kendisi de tutuklanacağı yönünde tehditler aldığını açıklamıştı.
Bir gazeteci gözüyle Youtube’deki kanalında tüm konuşmalarını takip ettiğim Gülaltay’ın Cumhurbaşkanına hakaret etmediğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Kendisinin yaptığı şey her vatandaşın hakkı olan biçimde hesap sormaktan ibarettir.
Günümüz Türkiye’sinde bir âdet ortaya çıktı. Kim çıkarına aykırı bir şey olsa hemen olayı saptırıp “Erdoğan’a hakaret etti”ye getiriyor. Öyle ki karı kocanın birbirini “Cumhurbaşkanına hakaret etti” diye ihbar ettiği örnekler var. O yüzden biz hakaret suçlamasının değil Gülaltay’ın o videolarda yaptığı açıklamaların üzerinde durarak bu tutuklamanın asıl nedenini sorgulayacağız.
Gülaltay bugünkü Türkiye’nin aslında 1990’ların mafya düzeninin sonucu olduğunu ve o dönemde öne çıkmış kişilerin suçlarının yeterince araştırılmadığı tespitinde bulunuyor. Bazı açıklamaları komplo teorisi gibi görünse de genellikle aktardığı olaylar, kişiler ve bağlantıları doğru yerlere oturtuyor.
Ancak Gülaytay’ın işaret ettiği noktaya gelmeden önce CHP’li Enis Berberoğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılmasına neden olan davadan bahsetmek istiyorum. Berberoğlu, Can Dündar’a Suriye’ye yapılan silah sevkiyatının fotoğraflarını verdiği için beş yıl hapis cezası almıştı. Fotoğrafları Zaman gazetesine veren ve daha sonra CHP’den milletvekili olan Eren Erdem de aynı suçtan hapis yattı.
Fakat bahsi geçen fotoğraflar, onlardan tam 16 ay önce, ilk olarak 21 Ocak 2014’te Aydınlık gazetesinde “İşte Tırdaki Cephane” başlığıyla duyuruldu. Haberde “MİT’e ait 7 tırdan 3’ünde yapılan aramada silah ve mühimmat çıktığı” yazıyordu. Bu hukuktan önce habercilik açısından sorgulanması gereken bir ifadeydi. Eğer tırlar MİT’e aitse devlete ait demekti. Devlet kendi kendine operasyon yapıp, gizli kalması gereken kendi güvenlik birimini neden teşhir etsin?
Bu işin altında bir çapanoğlu olduğu belliydi. Nihayetinde FETÖ’nün MİT’e kumpası olduğu ortaya çıktı. Fotoğrafı servis edenin Ankara İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürü Yarbay Erdal Turna olduğu mahkeme belgelerine yansıdı. Aydınlık genel yayın yönetmeni ve istihbarat şefi hakkında açılan dosya ise kapatıldı. Zira haberin üzerinden 4 aydan fazla süre geçtiği için basın kanununa göre dava açılamazdı. Ancak farklı bir açıdan çekilen fakat Aydınlık’la aynı fotoğrafı basan Cumhuriyet’e hemen dava açıldığı için Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı.
Devlete ait tırların aranması ve devletin güvenlik birimlerinin karşı karşıya gelmesinin kuşkusuz haber değeri vardır. Ancak bu haber özgülünde Aydınlık ve Cumhuriyet’in FETÖ tarafından manipüle edildiğini de tespit etmeliyiz. Çünkü haberin veriliş biçiminde -FETÖ’cü tarafın- MİT’e “suçüstü” yaptığı intibası uyanmaktadır. Bu gazetecilik açısından bir etik hatadır. Gazeteciler devlet içindeki çatışmalarda bir tarafı olmamalıdır.
Semih Tufan Gülaltay MİT’e yönelik başka operasyonların ipuçlarını veriyor. Bunlardan birinde Gülaltay, Silivri Cezaevinde şüpheli biçimde hayatını yitiren Ergenekon sanığı MİT eski Dış Operasyonlar Daire Başkan Yardımcısı Kaşif Kozinoğlu’nun zehirlenerek öldürüldüğünü iddia ediyor. Kozinoğlu’nun ölümünden Albay Hasan Atilla Uğur’u ve Doğu Perinçek’i sorumlu tutuyor.
Bu ağır ithamın doğru olmasına ihtimal vermediğimin altını çizmek isterim. Albay Atilla Uğur, Kaşif Kozinoğlu’nun güvendiği bir arkadaşıydı. Doğu Perinçek’in de kimsenin ölümünden medet umacağını sanmam. Fakat Semih Tufan’ın Kozinoğlu’nun ölümüyle ilgili soru işaretlerini ortaya atmasında haklı olduğu yanlar var.
Kozinoğlu’nun ölmeden kısa süre önce yazdığı el notları o tarihte Aydınlık’ta yayınlandı. İlginçtir Kozinoğlu ismi ilk kez yine Doğu Perinçek’in yayınladığı “Çiller Özel Örgütü” adlı kitapta geçiyordu. Perinçek 3 Ekim 1996’da TBMM Başkanlığına sunduğu bu “rapor”da Kozinoğlu’nu, Çin’deki Uygur Türklerini kışkırtma faaliyetleri yapan CIA bağlantılı “Çiller Özel Örgütü” elemanı olarak teşhir ediliyordu. (Hatta daha sonra 2005’te Alaattin Çakıcı’nın Meclis Araştırma Komisyonuna verdiği bilgiye dayanan Doğu Perinçek, içlerinde Kozinoğlu’nun bulunduğu beş MİT yöneticisine, kendisine suikast yapacakları suçlamasıyla dava açtı.) Tam bir ay sonra 3 Kasım 1996’da Susurluk Kazasında raporda adı geçen Hüseyin Kocadağ ve Abdullah Çatlı hayatını kaybetti. Bu kaza da Kozinoğlu’nun ölümü gibi sisler içinde kaldı.
Kozinoğlu olayı, Semih Tufan gibi doksanlı yılların şiddetini yaşayan bizlere, Binbaşı Cem Ersever’in ölümünü hatırlattı. Jandarma istihbaratının Güneydoğuda bölücü teröre karşı mücadele eden en etkin komutanlarından biri olan Binbaşı Ersever, 16 Şubat 1993’te Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağının düşürülerek şehit edilmesinden sonra istifa etmişti. Ersever’in gazeteci Soner Yalçın ve Hikmet Çiçek’e yaptığı açıklamalar 9-14 Haziran 1993’te Aydınlık gazetesinde yayımlandı. Binbaşı Ersever, bu yayından beş ay sonra 4 Kasım 1993’te elleri bağlı, kafasına sıkılmış halde bulundu.
Gülaltay’ın 30 bölümü aşan Youtube videolarında şaşırtıcı ayrıntılardan biri de Uğur Mumcu suikastiyle ilgili. Semih Tufan Gülaltay, rahmetli Mumcu’nun sekreterliğini yapan Tuncay Özkan’ın Mehmet Eymür’ün elemanı olduğunu iddia ediyor. Buna göre Tuncay Özkan, Mumcu’nun “MİT-PKK ilişkisi” başlıklı bir çalışmasını Eymür’e ileterek suikaste zemin hazırlamıştı.
Tabi bu suçlama da çok ağır fakat tamamen akla aykırı değil. Zira Özkan’ın Eymür’le arasında gerçekten böyle bir ilişki var mı bilmiyoruz ama Albay Hasan Atilla Uğur ile bağlantısı Ergenekon davasına yansıdı. Dönemin medya patronu Mehmet Emin Karamehmet’i Jandarma İstihbaratın odasına getirten Tuğgeneral Levent Ersöz ile Albay Hasan Atilla Uğur’un gazeteci Tuncay Özkan’ı işe aldırttıkları dava tutanaklarında bulunuyor. Semih Tufan ek olarak Tuncay Özkan’ın Karamehmet’ten transfer ücreti adı altında dokuz milyon dolar aldığı bilgisini veriyor.
Bu bağlantıları daha da geriye giderek eski MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas’ın 1990’da Dev-Sol tarafından öldürülmesine kadar götürebiliriz. Semih Tufan’ın Uğur Mumcu suikastinin faili olarak işaret ettiği Mehmet Eymür’ün hazırladığı sahte MİT raporu da yine Perinçek’in yönettiği “2000’e Doğru”da yayınlanmıştı. Rapor aslında muhtemel rakiplerini karalayarak Hiram Abas’a MİT Müsteşarlığı yolunu açmayı amaçlamaktaydı. Fakat tam tersi bir sonuç verdi ve Hiram Abas bu rapordan sonra teşkilattan istifa etmek zorunda kaldı. ( Bu Hiram Abas’ın MİT’ten ilk istifası değildi. Zira Aydınlık 8 Ağustos 1978 günlü sayısında Hiram Abas’ı “İstanbul’daki bütün provokasyonların ve tertiplerin ardındaki beyin” manşetiyle CIA’cı kontrgerilla olarak teşhir ettikten sonra da istifa etmişti. Ancak 1983’te yeniden teşkilata dönebildi.)
Şimdi akla bir soru geliyor: Semih Tufan Gülaltay doksanlardan bu yana devlet içinde bir takım tasfiye ve çatışmaların hazırlanmasında basının ya da bazı kesimlerin rolüne işaret ettiği için mi hapsedildi?
Yoksa tanrılar asi bir ülkücüyü mü kurban istemişti?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.