GEÇMİŞ DÖNEM POLİTİKACILAR, TÜRKÇÜLÜK VE GEÇİCİ SIĞINMACILAR ÜZERİNE
Bugün 3 Mayıs Türkçülük günü.
Gelin kısa bir tarih turu atalım ilk önce Filmi biraz geriye saralım. Geçmişten 1990'lı yıllardan gazete sayfası buldum! Dönemin Cumhurbaşkanının: "Türkiye'nin adı Anadolu olmalıydı" zırvalığının altında,
Dönemin Başbakanı Demirel farkı var. " Bakü ile Konya'nın farkı kalmayacak!" manşeti var.
Okuyanlar için, politika ile iç içe olan ve Demokrat partisi Kocaeli Körfez ilçe başkanı Veli Yıldız’a yazdığım gibi Özal-Demirel, Demirel-Çiller farkını özetleyeyim:
Başbakan Tansu Çiller'in Atatürk'ün sözünü değiştirerek "Ne mutlu Türkiye vatandaşıyım diyene" demesi üzerine, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel şöyle yanıt vermişti:
"Biz Türkiyeli olduğumuzu söyleyecek olursak, ulus kavramı havada kalmaz mı? Atatürk 'Ne mutlu Türküm diyene' derken kastettiği şey yanlış anlaşılmamalıdır. Bakın, Atatürk 'Ne mutlu Türk ırkından gelene' demiyor, 'Ne mutlu Türküm diyene' derken kastedilen Türk ırkı değildir. O bunu söylemiyor. Ortada bir ulus vardır, bu ulus vizyonunu görmezden gelemeyiz. Ulusun adı Türklerdir, Türk ulusudur, ülke Türkiye'dir. Bu ülkeyi kuran, inşa eden insanların da hangi kökenden geldikleri bir şey değiştirmez, biz kesinlikle etnik hareketlere prim vermeyiz."
Özal ile Demirel arasında Ulusalcı ve Liberal fikir ayrılığı çatışması vardı. Özal Amerikancıydı. Evren yönetimine muhalif ve alternatif olarak önümüze sürüldü.
Demirel hep Ulusçuydu. Türk ulusundan yana oldu.
Gelin hep birlikte arşiv bilgilerini dökelim,
Menderes Demirel arasında da ciddi görüş ve politika farklılığı vardı. Veya Menderes 1960 Haziranında SSCB'yi ziyaret etme kararı almasaydı belki, 27 Mayıs darbesi olmayacaktı.
Demirel'i, göreve geldiği ve SSCB ile 100 milyon $'lık anlaşma yaptığı 1965'ten bu yana Amerika hiç sevmedi, hele ki 1969'da yapılan ve 1945 ve sonrasında Türkiye’de açılan 111 ABD üssünün kontrolü ve mülkiyetini Türkiye'ye geçiren anlaşma sonrası kandırıldığını anlayan ABD Demirel'den kurtulmak için darbe planlamaya başladı.
12 Mart Muhtırasının gerçek sebebi bu anlaşmalardır.
Nihayetinde 1980 darbesini de Yunanistan'ın NATO üyeliği karşısında, Demirel hükümetinin AB tam üyelik ısrarı getirdi. 12 Eylül'den otuz beş gün sonra Evren yönetiminde, Yunanistan Türkiye'nin onayıyla, ABD'nin istediği gibi NATO askeri kanadına üye oldu.
Türkiye'nin AB tam üyeliğini Yunanistan veto etti.
Peki dilimize pelesenk olmuş batının maşası kimlerdi, nasıl başladı?
İşte burada, filmi biraz daha geri sarıp, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarına dönelim.
Tabi ki; Avrupa'nın beş yüz yılda yaptığını (Rönesans, Reform ve Sanayi devrimi) 15 yıla sığdıran Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e ve Türkiye için yaptıklarına.
Düzenlenen Türk Dili ve Tarih kongrelerine, 1930’larda okutulmaya başlanan “Milli Tarih Tezi” veya “ Türk Tarih Tezi”ne, Sanayileşmeye, ekonomide bağımsız olmaya, 10 Kasım 1938'den sonra yapılan anlaşmalar ve ortaya konulan uygulamalarla ihanet etmeğe başlayan, Grek Tarih Teorisini kabul eden, sözde Kemalist ama icraatta tam mandacı. Bunu Mondros ateşkes antlaşmasından sonra Kazım Karabekir Paşa'ya yazdığı mektuplarda belirten (kaynak: Metin Aydoğan "İnönü" kitabı) kişinin başında olduğu ekibin kendisidir.
1939'da patlayan 2. Dünya savaşında çekimser diplomasi izleyip, ilkönce Almanya yanında yer almasa da; Almanya'nın, Türkiye'nin batı ittifakından ayrılıp tarafsız kalmasını ve savaş başladıktan sonra SSCB'ye karşı Türkiye'nin savaş başlatma çabasına, sonrasında Alman dışişlerinin Büyükelçi Von Papen’in Türkiye'yi, SSCB'ye karşı harekete geçirmek için, Türkiye kamuoyunda sistemli bir şekilde anti komünist, anti Sovyet propaganda yapmasıyla.
Pan Türkist, Turancı çevrelerin kullanılmasına hatta, Alman gizli belgelerinde belirtildiği gibi; Alman dışişleri bakanı Ribbentrop'un imzası ile "Türkiye'deki mali durumu bozuk olan dostlara yardım yapılması için. Von Papen'e, Beş yüz milyon altın mark yollanmıştır." yazdığı gibi. (Bu bilgiyi de Anadolu Üniversitesi 2. Dünya savaşı Türk dış politikası ders kitabının 4. Ünitesinde bulabilirsiniz.) Dönemin iktidarının tutarsız bir politika içinde bulabilirsiniz.
Peki , 3 Mayıs nasıl Türkçülük Günü oldu?
Savaş süresince her tür milliyetçilik eğilimleri Türkiye’deki iktidar tarafından desteklenip ta ki, savaşın seyrinin değiştiği ve artık kazananın belli olduğu 1944 yılına gelindiğinde. Önceki yıllarda iktidarca sempati ile desteklenen, Pan-Türkist ve Turancı eğilimler ve mensupları yavaş yavaş iç güvenlik kuvvetleri tarafından toplanmaya başlanıp yayın organları yasaklanmış, Türkçü fikir adamları ve aydınlar tutuklanmıştı.
Ve nihayetinde 3 Mayıs 1944'te milliyetçi, Türkçü, Turancı kesim tarafından iktidarın uygulamasını protesto amacıyla yapılan sokak gösterilerinde birçok üzücü olayın yaşanması sonucu iktidar, milliyetçi çevre birbirinden net olarak ayrılmıştı.
Hüseyin Nihal Atsız - Sabahattin Ali davasının 3 Mayıs 1944 tarihli duruşmasından sonra yaşanan "Ankara Nümayişi"ni anmak amacıyla, ilk defa 3 Mayıs 1945 tarihinde Tophane Askerî hapishanesinde Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar ve Reha Oğuz Türkkan başta olmak üzere 10 mahkûm tarafından kutlandı. Sonrası ise malum: İki partili dönemde iktidar ve destekçisi batı dünyası kendi muhalefetini çıkarıp, Türkiye'yi kontrol altında tutabilmek için tepki oylarının ikinci defa kendilerine gelmesini sağlamışlardır.
3 Mayıs Türkçülük gününün 3 Mayıs 1954'ten sonra yazar ve fikir adamı Hüseyin Nihal Atsız'ın isteği ile kutlanmaya başladığı söylenir.
Günümüze dönecek olursak: İstanbul'da gezinti yapanlar çok iyi bilirler, birçok Ortadoğulu işsiz güçsüz genç sokaklarda aylak aylak, serseri mayın gibi dolaşıyor. Her an birisinin boğazına sarılacak gibiler. Çünkü kendi aralarındaki konuşmalarında, Türk düşmanlığı ve sapkın fikirler hakim.
Türkiye'den Almanya'ya göç oldu ama, Anadolu’dan giden insanların sayısal çoğunluğu eğitimli olmasa da eğitilmeğe elverişliydi. Bize gelenlerin yüzde doksanı eğitilemediği gibi, ahlaki-dürtüsel ve bakış açısı olarak bizden çok farklılar. Belirli bir işi ve mesleği olmayan, ülke ekonomisine, bilimine, hiçbir oranda katkı sağlamayan, "Geçici sığınmacıların biran önce ülkelerine gönderilmesini fikren ve yürekten destekliyorum."
Fakat bu konuda ön plana çıkan siyasi aktörlere baktığımda!
Acaba algı yöntemiyle, seçmen olarak, 1950 ve 1983’teki seçimlerde yapılan yanlışa mı yönlendiriliyoruz şüphesi var.
Umarım korktuğum gibi olmaz!
KALIN SAĞLICAKLA!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.