Sessiz çığlık!
Toplumsal dayanışma kültürü ile sosyal çalkantıların, patlamaların önüne geçilen bir ülkede yaşıyoruz. Milletimizin ve dinimizin bizlere öğrettiği sosyal yardımlaşma, belki de başka hiçbir millette olmayan bir haslet.
Vakıflar, her ilin ve illerin köylerinin bile büyük şehirlerde kurduğu dernekler, amacına uygun olarak faaliyet gösteren hayır kurumları aracılığı ile yapılan yardımlar toplumun içinde bulunduğu ekonomik buhranı biraz olsun hafifletiyor. Bu bir de her türlü olumsuzluğa, yokluğa, çaresizliğe, “şükür” etmemiz gerektiğine inandırılmamızı da ekleyebiliriz.
Yığınların çığlığını bu yüzden duymuyoruz.
Milyarlık arabası ile yine milyarlık villasından çıkıp dergâha gelen şeyhin, asgari ücretin altında çalışan ve işsizlikten vaktini dergâhta geçirenlere fakirliğin ne kadar ulvi olduğunu anlatması, yaşadıkları sefaletin bir imtihan olduğuna dair verdiği fetvalar sesleri kısıyor.
“Fakirlik Allah’a yakın olmaktır” fetvasının en yüksek dini makamdan söylendiği ülkede kimse halinden şikâyet etmeye cesaret edemiyor.
**
Milli gelirin dağıtılmasındaki adaletsizlik Türkiye’nin en kronik ve en eski sorunlarının başında geliyor.
Çok partili demokratik hayat geçtikten sonra gelen bütün iktidarların seçim meydanlarında ilk vaat ettikleri insanca yaşam için gerekli ekonomik koşulların sağlanması palavrası olmuştur.
Palavra diyorum çünkü bu sözler sadece seçim meydanlarında kaldı.
Her iktidara gelen parti kendi burjuvasını yarattı. Kendine yakın yeni zenginler ordusu kurdu.
Yaklaşık 20 yıldır iktidarda olan AK Parti de “3 Y” sloganı ile seçim meydanlarında umut dağıttı. Ancak, yolsuzluk ve yoksulluk geçmiş dönemlerde olduğu gibi bu iktidar zamanında da artarak çoğaldı.
80 yıldır bu ülkenin insanı her yönden sömürüldü. Kimileri dini duygularını sömürerek holdingleşen tarikatlar kurdu, Kimileri hem dini hem milli milli duyguları sömürerek ülkeyi yönetti.
Vatandaşı oy deposu olarak gören geleneksel siyasi anlayış maalesef her partide aynı.
Yoksulluk kader değil
Binlerce yıllık tarihi, geleneği, kültürü olan bir milletin fertlerinin, yoksulluk çekmesinin birincil sebebi yolsuzluklar ve israftır. Yoksulluğun kader olduğuna inandırılan ve şükür ile kontrol edilmeye çalışan insanların feryadını kimse duymuyor.
Asgari ücret ile çalışanın 10 ayda aldığı maaşı bir ayda alan vekil bile utanmadan hayat pahalılığından şikâyet ediyor.
Başka bir vekil, on yedi bin liralık emekli maaşımla geçinemiyorum diyebiliyor. Emekli vatandaş ise bin-iki bin liralık emekli maaşı ile geçinmeye çalışıyor.
Milletin vekili olanların derdi millet değil. 25 bin lira ile geçinemeyen bir vekil, iki bin beş yüz lira ile geçinmeye mecbur bırakılan vatandaşı yönetiyor.
Ülkeyi yönetenlerin, siyasilerin, kitleleri İslam’a davet etmek adı altında holdingleşen tarikat şeyhlerinin kazançları ile vatandaşın geliri arsındaki açı gittikçe açılıyor. Piramidin üstü mutlu, açı genişledikçe yoksulluk artıyor.
Fakirliğin sebebi kader değilse, nedir?
Ekonomistler, analistler, istatistiki bilgiler ile ülkenin ne kadar büyüdüğünü açıklayan kurumlar bu soruya cevap vermiyor.
Çünkü artık bu durum kanıksanmış. Hangi parti gelirse gelsin durum değişmiyor. Fakir hep fakirleşiyor, zengin ise hep zenginleşiyor.
Sorunun kaynağı, ne Türkiye’nin petrol veya gaz yataklarına sahip olmaması, ne de sanayi, teknoloji alanında dünya devi olmaması değil.
Bu anlayış değişmedikçe ülkenin her yerinden petrol ve gaz fışkırsa bile vatandaşa düşecek pay yine aynıdır.
Sorunun temel kaynağı kamuda ki israf ve yolsuzluktur. Milli gelirin piramidin tepesindekiler tarafından israf edilmesi ve haksız elde edilmesidir. Ortak gelirimizi dağıtmakla memur olanların paylaşımdaki adaletsizliği, yolsuzluğu ve israfı yoksulluğumuzun temel sebeplerinin başında gelmektedir.
Türkiye eğer bir reform yapacaksa önce buradan başlamalı.
Milli gelir adaletli ve eşit dağıtılmalı. İsraf önlenmeli, yolsuzluk hırsızlık değildir anlayışından vaz geçilmeli. Hani o örnek verilen “Beyt-ül Mal” dediğimiz ortak gelirimiz var ya, işte onu yönetenler çalmamalı, çaldırmamalı.
Türkiye’de binden fazla belediye var. Belediyelerdeki ihaleler, makam arabaları, yandaşlara aktarılan kaynaklar kontrol altına alınmalı.
Bu bütün partilerin yönettiği belediyeler için geçerli. Çünkü siyasetteki geleneksel yönetim tarzı parti farkı gözetmeksizin aynı zihniyette.
Vergideki adaletsizlik giderilmeli. Doğrudan alınan vergi oranı düşürülmeli. Sigaraya, ete, süte, köydeki Mehmet ağa da şehirdeki inşaat imparatoru Ali ağa da aynı vergiyi ödememeli. Kazanca göre vergi düzenlemesi yapılmalı.
Türkiye son 5-6 yılda 80 yıllık prangalarından kurtulmaya çalışıyor. Bunda da büyük başarı elde etti. CIA-FETÖ-PKK ve benzeri işgalciler büyük oranda temizlendi.
Devleti korumak kollamak için bu tür örgütleri temizlemenin yanında, devleti yaşatmak için de insanı yaşatmalı. “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” veciz sözü slogan olarak kalmamalı, hayata geçirilmelidir.
Cumhur ittifakının önündeki en öncelikli icraat bu olmalıdır. Artık vatandaşın beklentisi bu yöndedir.
Eğer Cumhur ittifakı, Yenikapı ruhu ile harekete devam edecek ve 2023, 2071 hedeflerine koşacaksa halkın sesine kulak vermelidir. Yeni ittifak arayışları veya ittifakı genişletmek çabaları yerine, millet ile ittifak olma yolu seçilmelidir. Zira, karasızların oyu %15’lere varıyor.
Cumhur ittifakı yoksulluktan bunalan, işçinin, emeklinin, esnafın, çiftçinin çığlığını duymalıdır. Bu çığlık ekonomik sorundan olmaktan çıkıp, milli güvenlik sorunu olmadan tedbir alınmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.