İslam Düşmanlığının Meşru (!) Nedenleri-3
Batı’nın siyasi, dinî ve kültürel müktesebatında özelde Müslümanlar genelde Doğu dünyası için hem üstünlük hem de karşıtlık vardı. Fransız düşünürü Alexis de Tocqueville’in 1835 yılında yayınlanan “Amerika’da Demokrasi” adlı eserinde “Müslümanlara bizimle aynıymış gibi muamele etmek için bir sebep yok.” diye yazmıştır. Gustav Le Bon da eşitlik düşüncesine karşı mücadele ediyor ve insan ırkını 4’e ayırıyordu. Bunlar; Avustralya ve Amerika’nın en eski yerli halkları “en ilkel”, zenciler “alçak”, Çinli ve Araplar “orta”, Hint-Avrupalılar “en yüksek” ırk olarak sıralamıştı. III. Napolyon samimi olarak kendisinin “Tanrı’nın eli” olduğuna inanıyordu. “Fransa, Cezayir’in sahibi ve efendisidir, çünkü Tanrı böyle istiyor.” diyordu. Avrupalıların İslam’a yönelik stratejisi bir zamanlar Amerika Kızılderililerine uygulanan modelin benzeriydi. Haçlı Seferleri’nden bu yana özelde Avrupa, genelde Batı’nın Müslüman dünyasına karşı tavrı hep düşmanca olmuştur. Müslümanlara Batı, Amerika’nın sahibi olan Kızıl Derililere yaptıkları muamelelerin hemen hemen aynısını yapmıştır. Batı getirdiğini iddia ettiği medeniyete karşı direnen İslam coğrafyasını işgal etme, sömürme, aşağılama ve terörize etmeyi geleneksel bir yöntem olarak kullanmıştır.
İşte bu zihni ve kültürel alt yapı üzerine Batı, İslam’la ve islam dünyasıyla ilgili sayısız strateji geliştirmiştir. Batı ve Siyonist dünyanın amacı bütün etkilerini kullanarak GDO’su değiştirilmiş bir İslam yaratmaktır. İnşa edilmeye çalışılan İslam, azı dişleri sökülmüş, iğdiş edilmiş, edilgen, yumuşak başlı ve batılı sistemlerle yüzde yüz uyumlu bir İslam’dır. Batılı düşünürler, bu amaçla İslam dünyasını küresel sistemin ozon deliği olarak değerlendirdiğinden İslam coğrafyasını küresel sisteme eklemlemek üzere strateji üstüne strateji üretmişlerdir. Küresel ölçekteki bu stratejilerin hemen hepsinin başat nesnesi büyük ölçüde İslam dinidir. “Medeniyetler Arası Çatışma”, “Medeniyet İçi Çatışma”, “İslam’a Karşı İslam”, “Post İslam”, “Büyük Orta Doğu Projesi”, “Ilımlı İslam Projesi”, “Dinler Arası Diyalog” bunlardan birkaçıdır. İslam reform geçirmeli, liberalleşmeli türünden yaklaşımların, Henry Kissenger tipi "Bundan sonra savaş İslam'ın kendi içinde olacak." iddialarının; “Ilımlı İslam” kimliğindeki stratejilerinin; “İslamiyet’i Orta Doğu’dan kazımalı”, “İslam vesayet altına alınmalı.” temennilerinin; “İslam dini salt seküler ritüeller seviyesine indirgemek.” tezlerinin, “İslam’ın bir tehdit olmaktan çıkarılıp yardımcı bir faktöre dönüştürülmesi” çalışmalarının ve “İslamlaşmanın “özelleştirilmesi” türündeki görüşlerin varmak istediği amaç budur. Sözgelimi BOP; askerî güç kullanma ve işgaller, siyasal rejim ve harita değişiklikleri içerdiği gibi İslam’la ilgili ciddi iddiaları da bünyesinde barındırmaktadır.
Yapılmak istenilen şeyin özeti şudur: Batılı güçlerin sömürme ihtiyaçlarına uygun bir İslam inşa etmek. Refleksleri yok edilmiş, iğdiş edilmiş, evcilleştirilmiş, peygamberinden, temel akidelerinden koparılmış, içi boşaltılmış nominalist bir İslam algısı Batılı mahfillerce şu veya bu yöntemle piyasaya sürülmektedir. Öyle ki, gelinen aşamada inşa edilmiş bir Avrupa İslam’ından ya da ABD İslam’ından söz etmek mümkün hâle gelmiştir. Bu bağlamda İslam üzerine en fazla mesai sarf eden ve eser üretenlerin hem Hristiyan hem de Batılı düşünür olması rastlantı olamaz. Onların yaptıkları çalışmalardan bazıları şunlaRdır: “İnancın Sonu” (Sam Harris), “İslamsız Dünya”, “Siyasal İslam’ın İflası” (Graham E. Fuller) “Siyasal İslam’ın Geleceği”, “Küreselleşen İslam” (Olıver Roy), “Önlenemez Devrim; Modernizm İslam Coğrafyasını Nasıl Değiştiriyor?“ (Emmanuel Todd), “Başkaldıran İslam Bir Çatışmanın Doğuşu” (Gabrıel Martınez-Gros Lucette Valensı), “Cumhuriyetçi İslam” (Jean-Françoıs Bayart), “İslam’ı Demokratikleştirmek” (Asef Bayat) vb. Bu kitapların başlıkları bile olanın bitenin ne anlama geldiğini vurgular niteliktedir. Fuller aynen şu tespiti yapıyor: Geride bıraktığımız uzun yüzyıllar boyunca Batılı olmayan dünyanın tarihi büyük oranda resmi olarak Batılılar tarafından yazılmıştır. Genel olarak tarihin nasıl yazılacağını belirleyenler galiplerdir. Müslüman dünyanın bizzat kendisinde bile, Müslüman akademisyenler geçtiğimiz yüzyıl boyunca onlarca yıldır, kendi tarihlerini öğrenmek ve anlamak için Batılı ilim adamlarına bağlı olmuşlardır.
Batılıların İslam üzerine çalıştıkları, ürettikleri kavram, kuram ve stratejilerin onda biri bile İslam dünyasının düşünürleri tarafından üretilememiştir. Kendisini batının ve batılın referanslarıyla tanımlamak zorunda kalanların Batıya meydan okuma tavırları anlaşılır değildir. Sorunun üstünden öfke ve kızgınlıkla değil akıl ve zekâyla gelinmesi ancak mümkündür.
Devamı var
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.