Millete farklı bir bakış: Bey-Boy-Soy
Türk tarihi yönünden millete “ulus” anlamı verilerek örgütlenen ilk Türk devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir. Osmanlı Devleti’nde “millet” kavramı vardı ancak ümmet anlamında kullanılıyordu. Sivas Kongresinde alınan kararlar arasında vatanı "milletin azim ve kararı kurtaracaktır" ifadesi vardı. Türk tarihi açısından Türkiye Cumhuriyeti ilk ulus esaslı Türk devleti örneğidir. Zaten “ulus devlet” kavramı 1789 Fransız İhtilali sonrası gündeme gelmişti.
Kısacası Türklerin devlet düşüncesinin tekâmülü "bey-boy-soy" aşamaları şeklinde teşekkül ettiğini söyleyebiliriz. Yani önce kahramanlar milleti temsil ediyordu; daha sonra temsil boylara geçmiş; çağımızda ise millet kendi kendisini temsil etme aşamasını gelmiştir. Bu çerçevede de Türkler devletlerini eskiden bey'e ve boy’a günümüzde de soya dayalı olarak kendilerini örgütlemiş oldukları söylenebilir. Tarihi süreç bey-boy-soy biçiminde gerçekleşmişti
Günümüzde bilim adamları "millet" temelli olarak hem kendi soydaşları hem de dünya uluslarının farkına varmış bulunmaktadır.
Tarihin akışı Türkler bakımından beylerden boylara, boylardan da millete doğru olduğuna göre karşılaştığımız sorunlar da bu akış içinde çözüme kavuşturulmalıdır. Bu durumda hiç kimse artık ülkenin sorunlarını süpermenler, kahramanlar veya olağanüstü karizmalarla donanmış kişilerden beklememelidir. Aslında bu tip bir beklenti, çağın dışında kalmak anlamını da taşımaktadır. Yani bu bir toplumdaki kişilerin kendisini “bey”in, “şef”in ya da “kutsallaştırılmış bir liderin” kimliğinde kendisini görmesi anlamını taşır. Sorunların çözümünü, devletin bekasını ve varlığını herhangi bir şahsın olağanüstü yeteneklerine bağlamak gafilliktir. Zira ne kadar yetenekli olursa olsun bireyler, ancak ömürleri süresince belki herhangi bir değeri koruyabilir ve ya da gerçekleştirebilirler. Sosyolojik olarak milletleşen bir ulus sorunlarını ancak kendi iradesi, bilinci ve gayreti ile çözebilir. Diğer yandan ülke sorunlarını boy'lara dayalı bir çözüm çerçevesi içinde düşünmek de tarihin akışına ters bir düşünce biçimi olacaktır. O halde her türden çıkmaz ve problemin çözümünün millet gerçeğinin ve toplumun tamamının katılımının içinde aramanın çağdaş bir zorunluluk olduğu her türden tartışmanın üstünde olmalıdır. Milletin en etkin olduğu yönetim de kuşkusuz katılıma en fazla imkân sağlayan yönetim olan demokrasidir. Burada sorun seçilenlerin seçenleri hangi ölçüde temsil edebildiği konusunda ortaya çıkar. Halkın önüne birbirinden yanlış kişileri koyarsanız, insanlar o yanlışların içinden en az yanlış olanları seçmek zorunda kalacaktır.
Diktatörlük, şeflik ya da mutlakçılık çerçevesi içinde günümüz sosyal ya da siyasi sorunlarına yaklaşanların “bey” dönemi zihniyetinin kalıntıları oldukları rahatlıkla söylenebilir. Etnik, dini, sınıf, mezhep ya da zümrevi bir mantıkla ülkeye ya da sorunlarına yaklaşanların ise “aristokratik” ya da “bürokratik” bir düzenin kurucusu ve savunucusu oldukları tartışma götürme bir sonuç olarak ortadadır. Soya dayalı yani temelini millet gerçeği üzerine oturtan bir anlayışın “ırkçı bir yaklaşım” içinde olmaması durumunda adeta zorunlu olarak katılımcılığı ve demokrasiyi üreten, öneren ve destekleyen bir anlayış olabileceği rahatlıkla söylenebilir.
Türk Milletinin toplumsal ve idari gelişim aşamalarını bu şekilde ifade ettikten sonra günümüz siyasi hayatının bu aşamalarla ilişkilendirmek de mümkündür. Bizim iddiamız şudur: Türkiye’de siyasiler toplumsal hayatın gerçekleriyle uygun düşmeyen bir politik ve yönetimsel yaklaşım içerisinde ülke sorunlarına yaklaşmaktadırlar. Siyasiler ülke sorunlarını program, proje, ilke ve amaçlar doğrultusunda tartışmamaya özel bir önem vermektedir. Türkiye, bugün kendisine "elit", "aydın" ya da "entelektüel" sıfatını yakıştıran besleme bir yeni sınıfın kaprislerini, korkularını ve fantezilerini tartışmaktadır. Tuzu kuru, ekonomik ve siyasi ikbali teminat altında olan iktidar tutkunu bu zevat bir televizyon programından diğerine bir gazeteden ötekine akıl dağıtmakla meşguller.
Tarihi alt yapıdan gelen bu yaklaşım tarzının sonucu olarak sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik yönden ülkenin geleceğine kilitlenmesi gereken tartışmalar, şahıslara indirgenmektedir.
Ülkeyi yönetenler sosyolojik gerçeklere uygun davranmak zorundadır. Türk halkı "ben demek millet demek" edasıyla ortada dolaşan siyasilerin özelliklerini değil, halk için neyi, nasıl yapacaklarını görmek ve öğrenmek istemektedir. Millet siyasi liderlerden kardeşlerini, kocalarını, eşlerini ve işlerini değil ülkenin sorunlarına ve çözümlerine eğilmelerini beklemektedir. Yani bizim milletimiz için en ilkel aşama olarak ifade ettiğimiz “bey” döneminin değer ve normlarıyla toplumsal ve siyasal hayat yönlendirilmeye çalışılmaktadır.
Başta eğitim olmak üzere, dış ilişkiler, sağlık, adalet, bürokrasi ve kentleşme sorunları devasa boyutlara ulaşmıştır. Liderler hırs, ihtiras ve tutkularının esiri olarak fiziksel ve bireysel sorunlarıyla uğraşmaktadırlar. Ülkenin yüksek teknoloji, otomasyon, yapay beyin, ciborg, bioteknoloji, gen mühendisliği, fiber optik, uzay vb. yüzlerce stratejik konuda sistematik bir programı yoktur. Bütün bunlar gelecekte ülkenin istiklalini etkileyecek kadar önemli sorunlardır. Ülkenin kaderine hükmetme mevkiinde bulunanlar bütün bunlar yerine demogoji ve polemik üretimiyle meşgul olmaktadırlar. Ülkede bütün sorunlar kişilere indirgenmektedir. Türk milleti sosyolojik aşama bakımından "bey" ve "boy" dönemini kapatmıştır. Ancak büyük bir milletin küçük ufuklu yöneticilerinden bu gelişmelerin farkına varamayanlar vardır.
Diğer yandan Türkiye'nin sorunları kişisel değil yapısaldır. Sorun kurumları yönetenlerde değil bizzat kurumların günümüz gerçek ve gereklerine cevap verme yeteneklerini yitirmiş olmasındadır. Sorun rüşvetçiler değil rüşveti üreten sistemdedir. Yine sorun kadına şiddet değil kadına şiddet uygulamayı üreten sosyoekonomik yapıdır. Siz rüşvetçilerle, şiddet uygulayanlar ya da teröristlerle yani sorunu üretenlerle sorun çözmeye kalkarsanız yanılırsınız. Rüşvetçinin, fahişenin ya da teröristin ortadan kaldırılması mevcut yapı devam ettiği sürece hiç bir işe yaramaz. Gider rüşvetçinin birisi gelir diğeri...
Kuşkusuz kurumları "en iyiler", "en ahlaklılar" , "en iyi eğitilmişler" ve "en layık olanlar" yönetmelidir. Ancak sizin en iyi diye seçtiğiniz şu veya bu sebeple kötü ya da hain çıkarsa ne yapacaksınız? İşte sistem ve yapı öyle örgütlenmelidir ki, toplum için en zararlılar bile bu sistemde ancak topluma ancak faydalı işler yapma fırsatı bulabilsin.
Ülkenin topyekün kalkınmasını sağlayacak fikri, ilmi ve sistematik projeleri olmayanlar konuları şahıslar bazına oturtarak yetersizliklerini kapatmaya çalışmaktadır. Ülke "ego"sunu, iktidar tutkusunu, kaprisini, fantezilerini aşmış; geleceği bugünden görebilen gerçekçi, tutarlı, ve akılcı yöneticilerini aramaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.