Zafer ya da Hiç!
Özgürlük olgusu toplumsaldan bireysele dönüşen ahlakın itici gücüdür. Özgürlük ahlakileşmediği daha doğrusu özgürleşemediği takdirde şiddete dönüşür. İnsanlığın var oluşuna aykırı bir aşamaya evrilir ve kendisine yabancılaşır.
Kropotkin’e göre özgürlük “başlı başına mutlaktır ve yalnız başına kendi kendine bir gayedir. Geri kalan her ne varsa vasıtadır. Başka tabirle, gerek kendimizdeki, gerek başkalarındaki nefsi beşer mutlak bir hürmetin konusudur. Beşer şahsına hürmet -Kant’a göre- ahlakın ve hukukun esasıdır.”
Şiddet ise yalnızca bir tekniktir. Normalde ahlakın başladığı yerde şiddet geri çekilir ve sonunda yok olur. Şiddetin ahlakı yoktur. Ahlak yoksa ahlakın şiddetinden bahsetmek mümkün hale gelir. Ahlakın şiddete egemen olduğu durumlar yalnızlık ve depresyon durumlarıdır
Şiddete başvurmadan önce birey amacını ahlakileştirmeyi dener. Bu olmayınca bu defa doğrudan amacını ahlak edinir. Amacını ahlak edinen birey vicdanını rahatlatacak gerekçeyi edinmiş olarak, gönül huzuru içinde amacına katkı sağlayacak şiddetin ve caniliğin her çeşidini hem cinslerine rahatlıkla uygular.
Ünlü anarşist Bakunin’in aşağıdaki sözleri, amacını ahlak edinmiş bir meczubun ruh halini göstermesi bakımından ilginçtir. “Bu yüce davaya hizmet etmek için davulculuk yapmaya, hatta bir alçak olmaya hazırım; davayı saçımın bir telinin uzunluğu kadar bile ilerletmeyi başarırsam, bu bana yeter”.
Davanın içinde kendini eritme böyle başlar. Sonuçta birey giderek bir otomat halini alır. Sınırları soyut ve sonsuz davalar uğruna canlı bomba ve kanlı katil olma serüveni böyle başlar. İdeokratlar (fikir diktatörleri) dava diye adlandırdığı ve bizzat kendi inşa ettikleri alandaki mücadelede insanı basit araçlar olarak görerek, onları kişisel onurlarından ve kimliklerinden koparırlar.
Onlara göre davanın yararına gerçekleştirilen her eylem ne denli adi, aşağılık ve acımasız olursa olsun meşru görülmelidir. Meşruluğun en önemli ilkelerinden birisi de ahlaki olmasıdır. Sonuçta eylem yoksulu doyurmak, eşitsizliği yok etmek, bir hakkı teslim etmek için gerçekleştirilir. Binleri kurtarmak için yüzleri kurban etmek matematik olarak da doğrudur!
Çernişevski’nin “Ne Yapmalı” adlı ünlü romanının kahraman Rahmetov, “kendini katılaştırmak için pişmemiş ekmek yer ve çivili yatakta uyur. Kişisel bir yaşamı, karısı, dostları, onu amacından uzaklaştırabilecek aile bağları yoktur. Geleneksel toplumdan kendini ayırmak, boş sözler ve formalitelerle zaman yitirmemek için bilerek kaba bir konuşma ve davranış tarzı benimser. Parasını kişisel gereksinmelerine değil yoksul öğrencilere ve devrimci davaya hizmet etmek amacıyla kullanır”.
Şartlar ne denli kötüyse ödülü de o denli büyük olacaktır. İdeokrat kurbana inanç uğruna kendini feda ediyorsa cenneti eğer dava uğruna feda ediyorsa tarihi vaat eder.
Paul Avrich, anlatıyor: Dava uğruna kendilerini tamamen geri planda tutabilmek için dostlarından; ailelerinden, kişisel yaşamlarından, hatta isimlerinden vazgeçmeliydiler. İşutin’in sözleriyle bu amaca ulaşmak için hırsızlık, şantaj, hatta cinayet dahil her araca izin veriliyordu. Sahtekârlık, aldatma, masum insanların suçlanması, denetimlerini ele geçirmek üzere rakip gizli derneklere sızma gibi. Üyelerden birisi babasını zehirleyip mirasını davaya aktarmayı bile düşünebiliyordu. Özel ya da resmi kuruluşlarda silahlı soygunlar-sonradan “kamulaştırma” adı verilecekti- yapmak için planlar hazırlandı. Ama ana hedef Çar’ın ve adamlarının öldürülmesiydi. Eylem gerçekleştirilince, eylemi yapan teröristin son hareketi, dişlerinin arasına sıkıştırdığı cıvalı patlayıcının pimini çekerek kendini yok etmek olmalıydı.
Davayı gerçekleştirmek için kurulmuş olan örgütler, genellikle, “tutkuyla ve hiç yorulmadan sadık kalan, kişisel çıkarlarından olabildiğince vazgeçen, insanları cezbeden; her şeyden, her türlü maddi konfor ve sevinçten, hırs, statü ve ünün getirdiği doyumlardan; yaşamak için, ya da bizzat ölümün kendisi için ebediyen vazgeçen” kişilerden meydana gelir.
Amaç edindiği davası için öğrenimini yarıda bırakan bir öğrenci, “kitleler eğitimsizdir; bu yüzden bizim eğitim almaya hakkımız yok. Halka dolandırılıp soyulduklarını anlatmak için çok şey öğrenmeniz gerekmiyor” demekteydi.
Ahlak haline gelen ve uğruna prangalar eskitilen bu efsunlu dava nedir acaba? Dava, kaptan Ahab için bacağını koparan beyaz balinanın öldürülmesiydi, Lilliput devletinde iki hizbe ayrılan insanlar için ise; haşlanmış “yumurtanın kabuğunun geniş uçtan mı yoksa sivri uçtan mı kırılacağı” sorunuydu. Gogol’un ünlü eserinin kahramanı Akaki Akakiyeviç için ise dava bir Palto edinmek sonra da çalınan bu paltosuna yeniden kavuşabilmekti.
Sonuçta binbir müşkil ile yetiştirilen fedailer dava dedikleri uğruna hayatlarını, vücutlarını, geleceklerini ve varlıklarını heba etmişlerdi. Hemen hepsi Eşber adlı oyunun kahramanlarının kaderini yaşıyordu.
Abdülhak Hamid Tarhan`ın “Eşber” adlı piyesinin son sahnesinde bütün kahramanları ceset haline gelmiş olan bir ortamda İskender olanın bitenin manasını hocası Aristo’ya sorar:
Aristo bu nedir?
Hocası şu cevabı verir: Zafer ya da hiç!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.