DENİZ-SİNAN GERÇEĞİ
Her iki tarafında ağır ve bilgi düzeyleri yüksek abileri ablaları bana çok kızacaklar biliyorum. Birilerinin düşüncelerini fikirlerini yazması gerekir.
Deniz Gezmiş- Sinan Ateş ne alaka? Diyeceksiniz.
Ben yazayım ikisi de ulusalcı ve Atatürkçüydü.
İkisinde de Bu ülkeyi yönetecek lider profili vardı ve tutarlı politika izliyorlardı.
Yaşasalardı kim bilir?
Belki proje Deniz yerine gerçek Deniz gelirdi CHP’nin başına.
Onu asıp bizim önümüze sırf kitlenin gazını alıp, algı oluşturmak için, proje ürünü replika Deniz’i 1973’teki genel seçimlerinde öne çıkardılar.
Türkiye’de aklı başında ve mantıklı konuşan- yaşayan insanların başına her zaman aynı şey geliyor. Öldürülüyorlar ya da toplumca deli, aykırı, marjinal yaftasıyla yalnızlaştırılmaya çalışılıyorlar.
Bunun müsebbibi olan Batı ve Amerika mandacı yanlısı güçlü bir grup var. Gerçek anlamda “Bağımsız Türkiye” karşıtı, kime sorsan herkes aynı Türkiye’yi istiyor ama önlerine batının nimeti atılınca -mış, -muş gibi yapıyorlar.
Türkiye 1923-1938 yılları arasında ciddi anlamda bağımsızdı sonrasında o ruhu kaybetti yada kaybettirildi.
Sonrasında müthiş bir kavram dezenformasyonu yapıldı özellikle Atatürkçülük adına doktrine edilen kavramlar anlam ve içerik bakımından etken değil de edilgen hale getirildi. Bunların başında halkçılık, milliyetçilik ve devletçilik gelir.
Kısaca anlatmak gerekirse;
Halkçılık ilkesiyle başlayalım. Atatürk’ten sonraki idareciler, Halkın sosyo-kültürel durumunu, sosyoloji biliminden faydalanarak geliştirip muassır medeniyetler entegrasyonunu sağlamak (örneklemek gerekirse Köy Enstitüleri, Türk dil ve Türk Tarih kurumları) yerine, sözde muassır medeniyet olarak gördükleri ülkelerin eğitim, kültür, gibi sistemlerini getirip ülkeye entegre etmişlerdir. 1940’lardan sonra okutulan Grek tarih teorisi buna örnektir.
Devletçilik’te ise, özel sektöründe bulunduğu pazar ortamında piyasa dengesini ve kontrolünü sağlamak için Devlet tarafından kurulup piyasa kontrolü için mutlaka korunması gereken kurum ve işletmeleri kapattığımız veya sattığımız gün güç ve bağımsızlık hevesimiz küresel firmalara kurban oldu. Geçmişten başlayarak anlatmak gerekirse, Dünyayı kasıp kavuran 1929 buhranı bile Türkiye’ye zarar vermemişken, o zaman ortaya çıkan ve 1970’lere kadar Keynesyen ekonomisini kullanıp kuyruğu doğrultan ülkeler birden içinde vahşi kapitalizmi barındıran neo-Liberal ekonomiye geçtiler, işte ne olduysa o zaman oldu. Ülkelerin politik kadrosunu şekillendiren ulus devlet yapısının sermaye önünde en büyük engel olduğunu savunan ve yeni bir dünya düzeni tesis etmek isteyen abiler bizim başımıza da 1983’te liberal bir aktör getirdi. Ulus devlet yapılarının küresel kapitalizmin sınırlarının genişlemesinin önündeki engeldi. 1983 yılında iktidar olan parti, ekonomi politikasını, batının Liberal demokrasisi ile politik ekonomi vizyonumuzu neo-liberal yönüne kanalize etti.
Okunduğunda kulağa hoş geliyor değil mi?
Ekonomimiz batılı ve Avrupai oldu. Ama sadece ekonomimiz oldu. Biz Anadolu'da kaldık.
Devletin piyasada fiyat ve ürün kontrolünü sağlayabilecek Sümerbank, Et ve Balık kombinaları, Süt ve Peynir Fabrikası ve en sonunda SEKA kâğıt işletmeleri gibi kurumlar Devletçilik ilkesinin kurumlarıydı.
En son Milliyetçilik kaldı. 2. Dünya savaşıyla Alman milliyetçilik anlayışı ile dirsek temasına geçtiği gün dezenformasyon çalışması başlamıştı. “GEÇMİŞ DÖNEM POLİTİKACILAR, TÜRKÇÜLÜK VE GEÇİCİ SIĞINMACILAR ÜZERİNE” başlıklı yazımızda da anlattığım gibi, Turancı ve milliyetçileri finanse etmek için Van Popen isimli Alman büyükelçiye 500 milyon altın mark gönderilmesi (alındığı hakkında bilgim yok) Türkiye’de milliyetçilik kavramının ve algısının farklı yöne evrilmesine işaretti.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün henüz askeri okuldayken milliyetçilik fikrini şekillendirip, askeri öğrencilerle “Vatan” adlı bir teşkilat kurdurtan. Kurucusu olduğu Türk Ocakları gibi döneminde yurtdışından bilim insanları getirip konferans verdiren, sonrasında bu bilim insanlarıyla Türk Dil ve Türk Tarih kongresi yaptıran ideolog Ziya Gökalp ruhu günümüzde çok zayıf duruyor ne yazık ki. Günümüzde kendisini milliyetçi-ülkücü olarak tanımlayan vatandaşlarımız Alparslan Türkeş’in “ Sol ile yaptığımız mücadele sırasında, sağ ile olan savaşımızı unuttuk.” Söylemini göz ardı edercesine kendilerini hiç alakası olmamasına rağmen sağ siyasetin içinde görmekteler veya öyle görünmeleri istenmekte. Ülkeyi ve halkı modern siyasi hayata hazırlayıp uygar bir politik tablo oluşturmak için Kurulan CHP’de sol parti değildir. 1972’de Genel Başkan seçilen Bülent Ecevit “Parti Politikamız Sosyalist normlarda olacaktır” açıklamasına kadar.
Her iki ideoloji çerçevesi içinde olan güzel kardeşim, çok bilmiş ağır abilerim ablalarım siz ne sağcısınız, ne solcusunuz nede liberalsiniz. Sizler Türk Ulusu idealistlerisiniz.
Yazımızın başına dönecek olursak!
Çok bilmiş ağır abilerin ablaların, affına sığınarak
1960’lı yıllarda Deniz Gezmiş ne dediyse, 2022’li yıllarda Sinan Ateş’te aynısını söyledi.
İkisi de Bağımsız, Üreten, Güçlü Türkiye İstiyorlardı
İkisi de ABD ve batı ile eşit güçte bir Türkiye istiyorlardı.
Ama nedense o dönemde hiç kimse Deniz Gezmişin asılmasına haklı bir gerekçe gösteremiyor, Günümüzde Sinan Ateş’in katledilmesine açıklama yapılmadığı gibi.
Birisi eylem adamıydı, diğeri ideologdu.
Ne kadar üzülsekde faydası yok, iki fidanda çok genç yaşta kırıldı. Ama gerçek vatanperverler ikisini ve onlar gibi vatan çocuklarını unutmayacak.
Yattıkları yer incitmesin!
KALIN SAĞLICAKLA!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.