Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ

Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ

Deli Kim?

Deli Kim?

Herkesin kör olduğu yerde şaşı olmayan kimseler çoğu kez kudret elitleri tarafından “deli” olarak nitelendirilir. Bu delinin birilerine yakınlığına göre de “bizim deli” şeklinde ifade edilir. Güç odaklarına göre herkesin görmezlikten geldiği, susta durduğu yerde konuşan dahası itiraz eden kişinin yaptığı deliliktir. Hele hele bu kişi Allah’a itaat kuluna itiraz ahlakını edinmişse delinin de ötesinde zır delidir. 

Harekete geçerken hesap yapmayan, sonunu düşünmeyen, yalnız hedefine kilitlenen kişi korkaklar, yüreksizler tarafından deli olarak nitelendiğini tarih yazmaktadır. Başını daldan budaktan esirgemeyen, düşmanın üzerine fırtına gibi çökün kahraman da delidir. Bu bakımdan Türk tarihi aslında Deli Halit Paşa’sından Reşid’ine kadar delilerle doludur. 

Verilenle yetinen, söylenenle amel eden, etliye sütlüye karışmayanlar gerçekte yaptıkları işin öznesi değil nesnesidirler. Onlar birer aparattır. Aşırı kuralcı olup standart davranırlar. Standart düşünen, merak etmeyen, statükoyu benimsemiş kişilerin bir şeyler icat etmeleri çok zor, hatta imkânsızdır. Kullandığı aletin nasıl çalıştığını, dayandığı sistemler ile girdi ve çıktısını merak etmeyen bir kişi ile bunun tam tersi çok meraklı ve kullandığı aleti en ince ayrıntısına kadar söküp, takan bir kişinin sistemle ilgili fikir üretmesi aynı değildir.

“Evet efendim”, “doğrudur efendim”, “emredersiniz efendim”, “baş üstüne efendim” diyen bir kişi ile “hayır efendim”, “yanlış düşünüyorsunuz efendim” ya da “doğrusu şöyledir efendim” diyebilen bir kişinin yaratıcılık yeteneği de aynı değildir. Yaratıcılık; herkesin gördüğüyle birlikte görmediğini de görmek, daha önce hiç kimsenin düşünmediğini düşünmek ve daha önce hiç kimsenin aklında geçirmeye dahi cesaret bile edemediği fikirlerin mümkün olabilirliğini düşünmek demektir.

 Doğu tipi yönetimin en önemli çıkmazlarından birisi yukarıda ifade ettiğimiz yaratıcı insan tipinin gelişmesine imkân vermemesiyle ilgilidir. Orada “liyakat değil sadakat”, “hayır değil evet”, “patronun yanlışı benim doğrumdan daha doğrudur” biçiminde bir anlayış hâkimdir. Bu mantıkta doğal olarak da itiraz isyan ile dalkavukluk itaat ile fikirlerin özgürce ifadesi ihanet ile eş değer görülür. 

Doğuda istisnasız bütün yöneticiler yönettikleri kişiden itiraz değil itaat, liyakat değil sadakat, hayır değil evet tavrı beklerler. Dolaysıyla emri altında çalışanların karşı çıkmaözgürlüklerini ellerinden alırlar. Böylece onları “et ve kemik” yığını haline getirmiş olurlar. 

İnsanlığın geldiği aşamada konformistdüşünce  ve “evet efendimci” tavırların, günümüz kurumları için en büyük tehlike olduğu yaygın biçimde iddia edilmeye başlanmıştır. Gerçekten de küreselleşmenin her değeri alt üst ettiği günümüz dünyasında pek çok kurum, konformist anlayış nedeniyle hızlı değişim rüzgârlarına karşı ayakta uydurmakta zorlanıyor. 

Düşünün içeride monotonluk, tek düzelik yaşanırken, dışarıdaki değişimi yakalamak mümkün olabilir mi? İçeride her kafadan aynı ses çıkarken, değişik bir sesin koroyu bozmasına imkân tanımayan bir topluluğun, dışarıdan gelen seslere tahammül etmesi mümkün olur mu? Olmaz!

Madem ki konformizm, tek seslilik, suskunluk ve monotonluktur. Ancak bir deli bu havayı bozabilir. O, herkesin “kör” olduğu yerde “şaşı” dahi olmayı kabul etmeyecek kadar yürekli biri olmalıdır. Yöneticinin her sözünü büyük bir vecd içinde yasa olarak kabul eden kişilerin olduğu bir yerde, “evet efendim” ya da “emredersiniz” lakırdılarından başka bir ses duyulmaz. Bir zaman sonrada  herkes yönetici gibi düşünmeye başlar.

Böyle bir toplulukta birisi, büyük bir cesaretle ortaya çıkar, gerçekleri yönetimin hoşuna gitmeyecek biçimde de olsa ortaya koyarsa örgütün iklimi bir anda değişir. Başarılı olsun ya da olmasın, beğenilsin veya beğenilmesin işte böyle biri, değişim ve yaratıcılık tohumları ekmiş olur. Böyle bir yumuşak başlılar kurulunda -ki genellikle bütün yönetim kurulları böyledir- yöneticinin fikirlerinin karşıtını savunmak delilikten başka bir şey değildir. Ancak bu tip bir delilik ölçülü deliliktir. Ölçülü delilik konformist örgütlerde “antikonformist” dalgalanmalara, yaratıcı fikirlere önderlik etmek, demode ve yozlaşmış görüşlere karşı çıkmak biçiminde gerçekleştirilir.

Böyle bir insan çoğu formalist insan tarafından bunak, meczup ya da deli olarak nitelendirilir. Hâlbuki rutin, standart ve klasik tavır yaratıcı değil yerinde sayan ve tekrarcı olabilir. 

Cemil Meriç’in hükmü kesindir: “Hür olarak düşünmek, hür olarak yaşamak, insanı çoğunlukla çatışan bir kişi konumuna sokar. Çoğunluk, babadan kalma geleneklere uyarak düşünür ve yaşar. Azınlığa düşmek, insanı nevroza elverişli bir iklime sokar. Kurallara baş kaldıranla deli (eksantrik) arasında bir kıl kadar mesafe vardır. Toplumun düşmanca baskısı bu mesafeyi hemen aştırır insana”. Şimdi “gerçekte deli kimdir” sorusunu sormanın zamanıdır. Deli menfaati, konforu ve rahatı için gerçekleri gizleyen mi, düşüncelerini yutan mı, kendi varlığını inkâr eden midir? Yoksa “sözü odun gibi olsa da gerçeği” olduğu gibi haykıran mıdır?.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ Arşivi