1. Dünya Savaşı devam ediyor ya da Hasta Adam iyileşiyor ya da kendimiz olma zamanı ya da...
Bu günü anlamak için dünü bilmek gerekir. M. Akif ne diyor?
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Tarihî süreç ve coğrafyayı birlikte değerlendirerek bölgemizi tanımlamalıyız.
Devlet-i Âliye başta olmak üzere tüm Asya ve Afrika, Batı’nın sömürgeleşme, ekonomik gelişme, bilimsel ve teknolojik icadlarına ayak uyduramayarak gerilediler. Türk Milleti ve aynı dönemde üç büyük Türk Devleti (Osmanlı, Kaçar, Bâbür) Asya’nın öncüsü idiler.
N. Fâzıl Merhum’un ifâdesi ile,
“…. Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet...(1300-1500).
İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefâlet ve hezimet... (1500-1800).
Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'an'ında "belhümadal - hayvandan aşağı" dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... (1800-1923)
Ya dördüncüsü ?...
……
“Kaba softa ve ham yobaz elinde sefâlet ve hezimet...” ile başlayan çöküşümüz, Medeniyet Topraklarımızın tamâmında eşzamanlı karakter gösterir.
Devlet-i Âliye’den söz ederken sâdece Milli Devlet olma anlamındaki büyük zaâfiyeti anacağım. Devletin bir resmî dilinin dahî olmamasının sonucunu Farslaşma, sömürge ve işgâller sonrası Medeniyet Topraklarımızdaki halkların geldiği noktaya dikkat çekmekle yetineceğim.
Adam Özbek Türkü. Dilini kaybedip, Farsça konuştuğu için, “Ben Farsım.” diyor. Kürtçe de benzer bir vâkıa değil mi? Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika’nın her yerine 1300 yıldır, Emevi ve Abbasilerle başlayıp sonra kendi kurdukları devletlerle varlıklarına devam eden Türkler, tıpkı Balkan Türkleri gibi kendi başlarındaki yerel yöneticilerin kavmiyetini benimsemişler, üst kimlik Türk –Osmanlı- olmasına rağmen Türklük bilinç ve vakârını kaybetmişlerdir.
Osmanlı, İslâm Ahâli başta olmak üzere halka hoşgörü ile davranmış, tamâmının kavmî vasıflarını korumasını temin etmiştir. Bu durum Türkiye için büyük bir güç ve irtibat vesîlesidir.
Şimdi;
Coğrafyamızda neler oluyor?
İngiltere, 400 yıldır, Afrika ve Hindistan başta olmak üzere, son 150 yılda da Arap Ülkeleri ve İran etkin bir emperyal güç. Yunanistan ve İsyancı Arapları Osmanlı’ya karşı kullanarak vekâlet savaşlarının da öncüsü olmuştur. Ayrıca, kendisine müzâhir devletler kurmuştur. S. Arabistan, BAE, Mısır, İsrail, İran gibi. İsrail dışındakilerin halkı Müslüman’dır. İsrail’de de azımsanmayacak sayıda Müslüman yaşamaktadır.
İran’da Fars Pehlevî Ailesi’ni Şah yaptılar. İran bu dönemde Azerbaycan Türkleri’ne çok ciddi Farslaştırma Programları ile baskılar yaptı. Hümeynî Sonrası İran maâlesef Fârisiliğe bir Şiîliği ekleyerek, bir tarafta S. Arabistan, diğer yanda İran özellikle Yemen’deki kıyımın sorumlusudurlar. Tarihinin hiçbir döneminde Suriye’de olmayan İran Akdeniz hayâli ile mezhepçilik yaparak Suriye’dedir, Hizbullah ile, Lübnan’dadır.
Fransa, kapitülasyonlara rağmen, İngiltere ile birlikte Rusya’nın “HASTA ADAM” dediği Osmanlı Topraklarını yağmalamıştır. Bu gün Suriye ve Lübnan’ı anlamak için Fransızları tanımalıyız.
Rusya, Türkistan topraklarını Çin’le paylaşmış, Kafkasya ve Kırım ile Balkan Topraklarını işgâl etmiştir.
Almanya, Balkanlardaki Katolikler başta olmak üzere, diğer Hıristiyan halkın hâmisi gibi davranmıştır. Bosna ve Hırvatlar en bâriz örnektir.
ABD, İngiliz Sömürge İmparatorluğu’nun jandarmalığı ile başladığı emperyalist sürece 2. Dünya Savaşı’ndan sonra etkin olarak katılmıştır. Coğrafyamızda Vekâlet Savaşlarını PKK, DEAŞ, diğer yerel güçler ile sürdürmektedir. Uluslararası hukuku yok sayarak bu güçlerle petrol başta olmak üzere anlaşmalar yapmaktadır.
Rusya, SSCB sonrası oluşan güç kaybını gidermek için hem Silahlı Kuvvetleri hem de kurduğu özel güç Wagner ile her yere girmektedir.
Yukarıda genel olarak yaptığımız değerlendirmelerin sonucu ise; Devlet-i Âliye Topraklarını paylaşmak için yapılan 1. Dünya Savaşı devam etmektedir. Hasta Adam ölmemiş, 100 yıllık bir nekâhetten sonra yeniden bölgesinde etkinleşmeye çalışmaktadır.
Emperyalizm bölgemizi istikrarsızlaştırarak, iç karışıklık ve kavgalarla sömürmekte ve yönetmektedir. Dolayısı ile bizim bölgeyi istikrâra kavuşturacak tedbirleri almamız gerekir.
Türkiye’nin bölgedeki en büyük dostları, halktır. Türk Milleti’ne ve devletine düşman halk yoktur, bilâkis tamâmı dostturlar.
R. Tayyip ERDOĞAN, Türkiye’nin Millî Güç unsurlarından biridir. Bölgenin tüm İslâm Halkları’nın beğendiği bir profildir. Liderlik Vâsıfları ile güven veren bir insandır. Ayasofya’yı açması ise, tüm Dünya Müslümanları’nı etkilemiştir. Kararlı duruşu ve kalıcı tedbirler alması ile bölge insanı için ümit olmuştur.
Türkiye, 2007 E-Muhtırası’na karşı duruşu ile halkımız 15 Temmuz’da ortaya koyduğu irade ile emperyalizme geçit vermeyeceğini, âlet olmayacağını göstermiştir.
Libya’yı emperyalizme karşı tüm Kuzey Afrika ile koruma azmindeyiz.
Akdeniz’de kaybettiğimiz alan hâkimiyetini yeniden kazanmak için ciddi bir mücâdele veriyoruz. Akdeniz’e kıyısı olan müttefîkimiz olmamasına, Batı, Rusya vb. karşımızda olmasına rağmen. Mücâdelemizi de Uluslararsı hukuka uygun vermekteyiz.
Azerbaycan ile tek devlet olduk. Rusya ve Fransa, Ermenileri kullanmaya devâm ediyorlar. Tıpkı 100 yıl öncesi gibi. Şu anda da Gürcistan’ın Ahılkelek Türk Bölgesi’nde tıpkı Karabağ gibi yerli azınlık Ermenileri oradaki çoğunluk Türklere karşı kışkırtıyorlar.
Katar, Sudan, Somali, Makedonya, Kosova, Bosna gibi kaderini bizimle mezcetmiş devletler var. Bunlar ayrıca Osmanlı Vatandaşlarıdır. Ara hedef olarak Osmanlı Milletler Topluluğu ivedilikle kurulmalıdır.
Türk Keneşi hem birlik hem de katılım olarak büyüyor. Macaristan da geldi. Moğolistan, Pakistan, Katar gibi akraba ülkeler de dâvet edilmeli. Hatta belli bir güce ulaşmaya müteâkip Rusya dahî çağrılabilir. Mâlum Rusya, Ukrayna ve Belarus’ta Türk Halkları hayli çoktur.
Lübnan’da halk resmen Türkiye’ye katılmayı tâlep etmektedir. Fransa’da benzer bir çaba içine girmiştir. Lübnan’da ciddi bir Hıristiyan nüfus yaşamaktadır.
Türkiye, bölgesinde istikrar için çaba gösterirken diğer yandan müzâhir halklarda STK vb. yapılar oluşturmalıdır. Emperyalizme mücâdele etmek için alan hâkimiyeti çok önemlidir. Bunun içinde hükümetlerin duruşlarına bakmaksızın ülke halklarına nüfûz edilmelidir. Komşu ülkeler, Türk Cumhuriyetleri, Osmanlı Vatandaşları öncelenmelidir. Merhum Muhsin YAZICIOĞLU’nun “Bizim tarlalar sürülmüş.” serzenişi esâsında büyük bir gafletin itirâfıydı. Devletler ölçeğinde benzer bir hataya düşmemek için tedbir alınmalıdır.
Türkiye, bölünmenin kıskacından, imhâ edilmenin ferâsetsizliğinden dönmüştür. Son 15 yılda özellikle yerli sanayi, teknoloji hamleleri, silah sanayimize de yansımıştır. Bu gün Uzay teknolojilerinden bilişime, silah sistemlerinden, torna tezgâhlarına kadar yerli üretimin sonucu dışa bağımlılığımız azalmaktadır.
“Damlaya damlaya göl olur.” misâli ürettiğimiz Milli harp Gemilerimiz bir anda Akdeniz’de boncuk gibi dizilip, düşmanı şaşırtmıştır. Şu anda yerli savaş uçağı konusunda çalışan Türkiye’nin Uçak gemisi de tersanelerinde üretim halindedir.
Türkiye bu aşamada dört ülke ile ilişkilerini yeniden yapılandırmalıdır.
Rusya, Mısır, İran ve İsrail…
Bu dört ülkenin de halkına nüfûz etme imkânımız vardır.
Rusya ile kurulacak yakın ilişki bizi Karadeniz’de de Akdeniz’de de rahatlatır. Ancak, Rusya’nın bitip tükenmez tâleplerine de gem vuracak tedbirler Rusya sınırları içinden alınmalıdır. Başka türlü Rusya’yı kontrol etmek güçleşmektedir.
Mısır.. Türkiye bir ideoloji devleti değil, kendi tarihî duruş ve misyonu olan bir devlettir. Mısır’da Hasan El-Benna’ların, Seyyid Kutup’ların dünyası yoktur. Üzülerek şunu da ifâde edeyim, Mısır, Pakistan, Malezya gibi ülkelerde kurulan Ezher Üniversitesi gibi İslâmî referansı olan okulların tamâmı Kraliçenin bu toprakları işgalinden sonra kurulmuştur. Dolayısı ile Türkiye Millî menfaatlerine bakar. Güçlü Türkiye ile çözebiliriz. Bu gün Mısır’ı itmenin olumsuz sonuçlarını görüyoruz. Bilin ki Mısır Halkı da bu gelişmelerden olumsuz etkilenmektedir. Tekrar ediyorum, Türkiye’ye müzâhir yapılar ve STK oluşturmalıyız. Ancak bunların ekseninde Türk Milleti ve devletinin âlî menfaatleri olmalıdır.
İsrail.. İsrail’de halkın çoğunda Türkiye sevgisi vardır. Son on yılda Müsevî Hazar Türkleri’nin İsrail’e göç etmesine izin verilmiştir. Bilin ki İsrail içinde en çok farklılık bulunan ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye İsrail’e nüfûz etmelidir. Unutmayalım ki her Musevî Yahudi değildir. Yahudileri Batı’nın katliamlarından Müslümanlar korumuş ve himâye etmiştir. Osmanlı’nın ve Türk Milleti’nin bu konudaki katkısı Yahudilerce iyi bilinmektedir. Siyonizm ile Yahudi halkını ayrıştırmak gibi bir politika geliştirilebilir.
İran.. İran 1000 yıllık Türk toprağıdır. Maalesef Farslar, başlangıçta Farsça’yı, sonrasında Şiî mezhebini çok iyi kullanmışlardır, kullanmaktadırlar. Şiî mezhebi ve Ayetullahların taklid merciî olması hasebiyle tüm Şiîler İran’a bağlı kalmaktadırlar. Türkiye ve Azerbaycan İmam Hatip Liseleri ve İlâhiyat Fakültelerinde Caferî öğrenciler okutup ülke içinde Ayetullah yetişmesini sağlamalıdır. Hatta Medine’deki Zeydîlere varıncaya kadar bu yapılmalıdır. Sanıldığı gibi Şiî’lerin çoğu Fars değil, Türk’tür. Maalesef, geçmişin Farsça baskısı bu gün de Şiî mezhebi üzerinden Türk Milleti’ni dönüştürmeye ve Farslaştırmaya devam etmektedir.
İran için Azerbaycan’la birlikte bir çalışma başlatılmalıdır.
İran, Türkiye ve Türk Dünyası için sorunlu bir ülke olmaktan çıkmalıdır. Politik olarak atılacak adımlar yeniden düzenlenmelidir. İran’ın mezhepçilik tuzağına İslâm Ülkeleri düşürülmemelidir. Diğer yandan S. Arabistan’ın Selefî Akımlarının arkasında İngiltere ve Küresel Emperyalizmin olduğu gerçeği İslâm Dünyası’na anlatılmalıdır.
Türk Dünyası’nda Rus baskı ve yönlendirmesi çok fazladır.
Bu gün komşumuz Azerbaycan Ordusu’nda brifingler Rusça verilmektedir. Genel Kurmay Başkanı’nın Ermenilerle işbirliği yaptığı, Rusya’nın adamı olduğu konuşulmaktadır. En son Türkiye’de Harp Okulu okumuş mümtâz ve yiğit bir generalin yanındaki üç üstsubayla şehit edilmesi normal değildir.
Benzer sıkıntılar SSCB’den ayrılan tüm Türk Devletleri için geçerlidir.
Rusya, bu ülkelerin halklarına kendi vatandaşı olma hakkı vermiştir. Türkiye de Türk Cumhuriyetleri ile çifte vatandaşlık anlaşmaları yapmalıdır. Ortak tarih ve Dil Kurumları ivedilikle kurulmalıdır.
FETÖ, Türk Dünyası’nda ve Balkanlar’da çok etkindir. MİT daha etkin çalışmalıdır.
MİT’nın operasyon imkân kâbiliyeti artırılmalıdır. Silahlı Kuvvetlerden bağımsız orta ölçekli operasyonları yapabilecek hâle getirilmelidir.
Ülkemizdeki en büyük eksiklik Cumhurbaşkanlığımıza bağlı Psikolojik Harp/Harekâtı yönetecek bir teşkilâtın hâlen kurulamamış olmasıdır. Bölgede halka tek elden ulaşacak, faaliyetleri koordine edecek üst yapı henüz yoktur.
Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile zincirlerini kırmıştır. En büyük handikabı ise, manipülasyonlara açık oluşudur. Maalesef, öncü ülke Türkiye gibi, nüfûz alanımızdaki halklar içinde durum aynıdır. Devletimiz, her türlü 5. kol faaliyetine karşı öncesinde tedbir almalıdır.
Aziz Milletim…
Bir yandan fizikî olarak kuşatmaya çalışan emperyalizm, diğer yandan medya ile, ekonomik dengelerimizi finans yapıları ile bozarak binbir türlü saldırmaktadırlar.
Unutmayalım ki;
Bir olursak, büyürüz. Bölünürsek ölürüz.
Bu cümleyi tüm kardeş, dost ve müzâhir, kader birliğimiz olan halklara da öğretmeliyiz.
Emperyalist Ülkeler, bizim ve Medeniyet Coğrafyamızdaki tüm ülkelerin düşmanıdır. Bu gün Lübnan’da Fransa’dan medet umanların durumu katiline aşık olan genç kızdan farksızdır.
Hem ülke içindeki FETÖ gibi ihâneti hem de coğrafyamızdaki BAE Prensi gibi hâinleri yenmekten başka çaremiz yoktur.
Türkiye’nin, çevresindeki tüm ülkelerin halkları Türk Milleti ile ya soydaş, ya dindaş, ya da akraba halklardır. Türkiye bu büyük gücünü Millî Gücünün en büyük çarpanı hâline getirmelidir.
Özet:
1. Dünya savaşı tüm cephelerde devâm ediyor.
“Hasta Adam” dedikleri Türkiye iyileşiyor ve güçleniyor.
Artık kendimiz olma, kendimize güvenme, Türk Dünyası’na, Medeniyet Coğrafyamıza ve İslâm Dünyası’na öncü olma zamanı…