Yeni bir Cumhuriyet’e doğru
Cumhuriyetin ilanını kutluyoruz. Bu ulusal bayram da diğerleri gibi halkımızın birliğini pekiştirsin diye getirilmiş. Yoksa Cumhuriyet Bayramını kutlamak kimseyi cumhuriyetçi yapmaz. Eğer Cumhuriyet bayramı ulusal birliğimize, halkımızın barış içinde bir arada yaşamasına hizmet etmiyorsa o da cumhuriyetçi sayılmaz.
Cumhuriyet siyasal ve idari sistemde tarihsel bir aşamadır. Birbirlerine pek benzemeseler de ABD, Fransa, Çin hatta yıkılan Sovyetler Birliği de bir cumhuriyettir. Özünde mutlak monarşiye karşı yurttaşların doğrudan ya da dolaylı olarak ülke yönetimine katıldığı bir sistemi anlatır. Eski sömürgelerde ve tehdit altında olan ülkelerde bağımsızlık fikriyle özdeşleşmiştir. Bunlar Farklı rejimler altında cumhuriyet idarelerinin ortak yanlarıdır.
Bu kaçıncı Cumhuriyet?
Bizde de tek bir cumhuriyet rejiminden söz etmek mümkün değil. Kabaca beş Cumhuriyetten söz edebiliriz: Birincisi Cumhuriyetin ilan edildiği 1923’te başlayıp 1946’da çok partili rejime geçene kadar sürdü. İkincisi o tarihten 1946’dan 1960’a, üçüncüsü 27 Mayıs 1960’tan 12 Eylül 1980’e kadar devam etti. 12 Eylül 1980’den 24 Haziran 2018 seçimlerine dördüncü Cumhuriyet dönemi denilebilir. 24 Hazirandan sonra da beşinci Cumhuriyetin başladı.
İçinde bulunduğumuz dönemin diğerlerinden farkı “de facto” biçimde sürdürülmüş ve en sonunda 2017 başkanlık referandumuyla anayasal muhtevasına ulaşmış olmasıdır. Ancak yine Cumhuriyet idaresinin bir devamıdır. Laiklik ve ulusal kimlik konularında zaaflı olması da bunu değiştirmez.
Bence Cumhuriyetten asıl ve ana sapma noktaları çok partili rejime geçiş sırasında aranmalıdır. Bu dönemde AKP’li yıllara benzer biçimde Cumhuriyet bir yandan popüler hale gelirken diğer yandan yozlaştırılmıştır. Her iki dönemde çatışma noktası laiklik gibi görünse de asıl olarak sermayenin yeniden dağılımına dayanmaktadır. İki süreç de büyük sermayenin zaferiyle sonuçlanmış ve siyasal doğrultuyu düzeltme kaçınılmaz olmuştur.
Cumhuriyetin kapasitesi toplumsal birikime dayanır
Görünenin aksine devlet tüm siyasal kesimlerden daha çok siyasal süreçlerden ders çıkarmaktadır. Erdoğan’ın iktidar basamaklarını çıkışına boyun eğmelerinin altında bu gerçek yatıyor. Onun alternatifi Mısır’daki General Sisi benzeri bir rejimdi. Bu yalnızca halktan değil Türkiye’de hiçbir sermaye kesiminden destek almazdı. Ayrıca ülkemizde Latin Amerika benzeri bir oligarşik bir yönetim hiçbir zaman olmamıştır. Zira oligarşinin iç pazarı koruma kaygısı olmaz. Türk sermaye çevreleri ve özellikle de yeşil sermaye- iç pazara daima önem vermiştir. Batıyla yakın ortaklıklara sahip büyük sermayeye karşı iç pazara büyük bir enerji ve aidiyet duygusuyla sahip çıkan İslamcılar farkında olmadan Cumhuriyet’e en büyük gücü sağlamışlardır.
Diğer yandan Menderes’in Demokrat Partisinden Erdoğan’ın AK Parti’sine vatanseverliğin Din’le yoğurulmuş hali Cumhuriyetçi seküler yorumundan çok daha işlevseldir.
Peki ya sade yurttaş için Cumhuriyet nedir? Tarlasını bin yıl öncesinin tekniğiyle ekip, ürün almaya çalışan bir köylü için Cumhuriyet nedir? Eğitim alamayan, iş bulamayan, sağlık hizmetinden yoksun yurttaş için nedir Cumhuriyet?
Kaderine terk edilmiş insan da kendi üslubunca Cumhuriyetini arar.
Öyleyse bir idare olarak Cumhuriyet hiç kimse için tartışma konusu değildir. Burada Cumhuriyetin hangi ilkeler temelinde yükseleceği gibi bir siyasal çatışma daima vardır. Fakat esas sorun toplumsal birikimde yatar. Belirleyici olan toplumun tarihsel ve sınıfsal temelden gelen tecrübeleridir. Eğer bir toplum yeterli bir üretim geleneğine ve buna uygun bir insan malzemesine sahip değilse üzerine hangi rejimi inşa ederseniz edin geriye dönmesi kaçınılmazdır. Cumhuriyet bize çağdaş bir toplum inşa etmek için gerekli kurum ve perspektifi sunar. Geçmiş uluslaşma ve demokrasi tecrübeleri ise Cumhuriyetin kapasitesini belirler.
Herkesin bir Cumhuriyeti vardır elbet. Sermaye sınıfı kadar emekçilerin de Cumhuriyette söz sahibi olmaları gerekir. Hak, hukuk, emek mücadelesi Cumhuriyetimizi olgunlaştırır ve dinamizmiyle onu ileriye taşır.
Beşinci Cumhuriyet vizyonu
Erdoğan’lı yıllar da çatışmalı ve iktidar açısından oldukça çelişkili geçti. AKP’nin iktidara geldiği 2002’den 2007 kadar geçen ilk dönemi neo liberal politikalar iktisadi ve siyasi rejimi çözmede araç olarak kullanıldı. O dönem devletçi politikalardan uzaklaşmanın demokrasi getireceği yanılgısı hakimdi. Aşırılıklar “Ergenekon Operasyonları”na kadar uzandı. Emniyet ve yargı FETÖ’nün kontrolüne girdi. 2010 Anayasa Referandumu orduya yönelik yoğun bir ablukayla hedefine ulaştırıldı. İktidar bu yolun kendisine kadar uzandığını ancak 17-25 Aralık operasyonları olunca fark etti. FETÖ’ye tavır alıp Ergenekon sanıklarını serbest bıraktığı andan itibaren “yetmez ama evet”çilerin desteğini yitirdi. Bu yüzden 2017 Başkanlık Sistemi Referandumu 2010’dakinden farklıydı. Önceki dönemin “dış odaklı” güçleri rollerini yitirmişti.
Beşinci Cumhuriyet 12 Eylül ile başlayan dördüncü Cumhuriyet’in bir sonucuydu. Çöken partiler rejimi bir türlü toparlanamamıştı. Siyasal Partiler sorunlara ulusal çapta bir çözüm üretmekten uzaklaşmış, Meclis işlevini yitirmişti. Türkiye seksenlerde Dünya Bankası memuru Turgut Özal’a, doksanlarda ABD vatandaşı Tansu Çiller’e mahkumdu. İşte Erdoğan’a düşen bu tükenmiş sistemi gömmekti. Aslında 2007’de AKP merkez sağın iki büyük partisini yuttuğunda 12 Eylül’ün partiler rejimi de son bulmuştu.
Yakın zamanda Doğan Medyanın satılmasıyla 12 Eylül’ün yarattığı basın da son buldu. Dördüncü Cumhuriyet ekonomisini miras alan AKP yönetimi Medya gibi onu da sonuna kadar kullandı. Sonuçta inşaat sektörünü Erdoğan icat etmedi. Erdoğan yaptığı şey inşaatı hem iç pazarda hareket sağlamak hem de sermaye birikimi için temel araç haline getirmekti. Sonuçta diğerleri gibi bu da tükendi ve yeni bir ekonominin inşası kaçınılmaz hale geldi.
Cumhuriyetin bu aşamasında en belirleyici kuvvet ekonomi olacak. İslamcıların, Atatürkçülerin, sağcı-solcu liboşların yaygara siyasetleri artık prim yapmayacak. Sınıf ve ekonomi temelli bir siyaset üzerine inşa edilecek yeni rejim. Eğitimden dine işlevsel olmayan her şeye toplum kulaklarını tıkayacak. Yokluk ve borç prangası altındaki Türkiye terk ettiği değerlerine sığınacak. Toprağını işleyecek, bilimi esas alacak ve üretecek. Kolektif yaşayamayanlar ayakta kalamayacak.
Daha birkaç aylık olan başkanlık rejimi etrafı savaş ve çatışmalarla kuşatılmış, dışardan bölünme tehdidinin yoğunlaştığı olağanüstü bir dönemin sonucudur. 15 Temmuz da verilen refleks de dış tehdide karşı bir cevaptı. Ekonomik buhranı da buna eklersek Başkanlık sistemi parçalanmış bir devlet idaresine tercih edinilmiştir.
Sanıldığının aksine Erdoğan’ın Başkanlığı o kadar da “tek adamlık” üzerine kurulu değil. “Külliye”nin farklı siyasal ve toplumsal kesimlerle diyalog halinde olduğunu gözlemliyoruz. Yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde reformist bir çizgi de göz çarpıyor. Süreç beklenilenden farklı biçimde gelişeceğe benziyor.
Nihayetinde Türkiye’yi baskı altına alan sorunlar aşıldıkça başkanlık rejimi de değişecektir. Bu süreçte kesin olan şey cumhuriyetin ve ulusal birliğin pekişeceğidir. Geri kalan her şey değişkendir. Kalıcı olan Cumhuriyettir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.