ALTIN NESİLDEN KAYIP NESİLE…
Eğitim; en başta demokratik sosyal devletlerde vatandaşına karşı bir anayasal yükümlülüktür. Her birey cinsiyet farkı gözetilmeksizin bu anayasal haktan en iyi şekilde faydalanma, tasarruf etme hakkına sahiptir.
Yani, sosyal devlet; eğitim ve sağlığı topluma ücretsiz vermekle yükümlüdür. Dolayısıyla günümüz Türkiye’sine baktığımızda sağlık ve eğitim bir dizi “reformlar” adı altında ve bizzat devlet tarafından ticarethanelere dönüştürülmektedir.
Bir toplum için iyi diyebileceğimiz gelecek, sadece değişmelere ayak uydurmakla sınırlı değildir. Burada değişimin ne olduğu, nasıl uygulandığı ve varılmak istenen hedef ile sonucunun neler olabileceğini sorgulayıp, çok iyi anlamamız gerekmektedir.
Çünkü araştırmalar göstermiştir ki deneyimler, beynin çalışma biçiminin belirleyicisidir. Bu tespitten hareketle diyebiliriz ki çocukların ilk defa okulla başladığı 0-6 yaş arası çocuğun en hızlı gelişme dönemidir. Çocuğa bu dönemde verilecek eğitim, o çocuğun gelecekte yaşam biçimin de belirlemiş olacaktır. Henüz dört yaşındaki çocuğunu cami altlarındaki kuran kurslarına gönderen aileleri bu yazının dışında tutuyorum.
Özellikle doğu ve güneydoğu illerinde kız çocukların eğitimi bizzat ebeveynleri tarafından kesintiye uğratıldığı bilinen bir konu. Biraz önce de ifade ettiğim gibi sırf cinsiyet farklılığından ötürü kız çocuklarının ötekileştirilerek, bizzat aileleri tarafından eğitimden el çektirilmesi anayasal hakkın ihlali olmakla beraber aynı zamanda da suçtur.
Devleti var olan toplum oluşturduğuna göre, devletin tek başına laik, uygar, sosyal olması da yeterli değildir. Devleti oluşturan bizler, hür, bilimsel düşünce gücüne ve geniş bir dünya görüşüne sahip nesil yetiştirebilmemiz için çocuklarımıza kadercilik yerine, akılcılığı, kul yerine, birey olma fikrini temel alarak bu yönde eğitim ve öğretim vermemiz gerekmektedir.
M. Kemal Atatürk’ün değişim eyleminin, devriminin genel amacını yine onun “Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en uygar ülkeler düzeyine çıkaracağız. Milli kültürümüzü, çağdaş uygarlık seviyesine çıkaracağız.” sözünden anlamamız mümkündür.
Çünkü bir toplumun gelişmişlik düzeyi, o toplumun eğitim düzeyini de gösterir. Bir toplumun kültürel, ekonomik, bilimsel kalkınması formal ya da informal her türlü eğitimin fark gözetmeksizin uygulamasıyla mümkündür. Eğer geçmişle geleceği birbirine bağlamak istiyorsak, toplum olarak varlığımızı sürdürmeyi, bağımsızlığımızı korumayı düşünüyorsak öğrenmeye açık, sorgulayan, kendisiyle barışık, özgüveni yüksek, analitik düşünen, üreten bireyler yetiştirmemiz, toplumun varlığını bağımlı olmadan sürdürmesi bakımından da hayati bir zorunluluk taşımaktadır. Atatürkçü düşüncede, eğitimin ve öğretimin en önemli amaçlarının başında hurafeler değil, bilimin gösterdiği yolun izlenmesi ön koşuldur. Ancak bu yol ile ama kendi kültüründen kopmadan uygarlaşma başarılabilir.
Dört artı dört; başını da ört zihnini de…
Çok fazla gerilere gitmeden sizleri 1997 yılının, ağustos ayına götürmek istiyorum. Hepimizin “28 Şubat Kararları” diye bildiği Milli Güvenlik kararında, temel eğitim kesintisiz olarak 8 yıla çıkartılmıştı. 28 Şubat öncesi ise 5. sınıftan itibaren imam hatip okullarına gidilebiliyordu. Çağdaşlaşma, kültürel gelişme bakımından biraz önce de izah ettiğim gibi bağımsız ulus, özgür birey ve uygar nesil yetiştirme bakımından kesintisiz eğitim bir zorunluluktu. Bu zorunluluk, şu zamana kadar henüz kimsenin net olarak kavrayamadığı, anlayamadığı dört artı sistemiyle yeniden ortadan kaldırılarak, 28 Şubat 1997 öncesine dönüldü. Eğitim adeta yaz-boz tahtasına çevrilirken, devrim niteliğinde ki bu uygulamayı yapanlar ise terör örgütüne üye olmakla suçlanıp ceza evlerine konularak adeta cezalandırıldılar. Gerçekte bu proje de emperyalist güdümlü bir projedir.
Çocuklarımızın nasıl eğitileceğini de emperyalizmin inisiyatifine bırakan ama gerçekte Türkiye’yi ABD çıkarları doğrultusunda inşa eden projeler “AB Uyum Yasaları” adı altında uygulanmaktadır. Türkiye’ye dayatılan dönüşüm projesi kapsamında eğitim de uygulanacak tüm uygulamalar, AB’nin Türkiye hakkında yayınladığı üç raporda açıkça izah edilmektedir. Dönemin Başbakanı R. Tayyip Erdoğan’ın “…dindar nesil yetiştireceğiz” şeklindeki beyanının anlamını, Avrupalı parlamenterin “biz, şeriatla yönetilen ülkeleri daha iyi kontrol edebiliyoruz” sözünde bulabiliriz.
Eğitim, öğretim devletin yasal sorumluluğunda iken cemaate devredilerek, emperyalist yayılmacıların isteğine göre şekillendirilmeye çalışılmaktadır.
Uygulanmak istenen dört artılı sistem, cumhuriyet öncesinin sübyan okullarının benzerini teşkil etmektedir. Bilim ile fen merkezi yerine, din merkezli ve sofuca kalıplar küçücük beyinlere enjekte edilerek her koşulda itaat eden, kaderci, sürü psikolojinin hâkim olduğu bir kuşağı yetiştirmek için atılan ilk adımdır.
Dört artılı sisteme ilişkin tespitlerimi ve sonuçlarının getireceği tehlikeyi ele aldığım yazım yaklaşık 13 yıl önce 21 Şubat’ta Aydınlık Gazetesi’nde yayınlanmıştı. Okulları adeta beyin yıkama merkezine dönüştürecek olan bu sistemin gerçekte Fethullah Gülen Cemaati’nin ümmetçi, biatçı nesil yetiştirmek için sözde “Altın Nesil” dedikleri bir proje olduğuna dikkat çekmiştim. Emperyalizm ile onun yerli işbirlikçisinin bir eli ilkokullarda küçük dimağları bu şekilde iğdiş edilirken, diğer bir eli Üniversitelerde “Erasmus Eğitimi'' adı altında gençlere “Avrupa vatandaşlığı” yalanı enjekte etmektedir.
AB’nin Türkiye hakkında yayınlandığı üç raporda da bunun bir yalan olduğunu teyit eden maddeler vardır.
Bu maddelerden ikisinde şöyle denilmektedir;
- Müzakerelerin ucu açıktır, üyelik garanti edilemez.
- Türkler üye olsa bile vize kaldırılmayacaktır.
Bu maddelerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’nin AB’ye katılması durumunda vizesiz serbest dolaşım hakkını elde edeceği şeklinde kamuoyunda oluşan kanaat gerçeği yansıtmamaktadır. Bu iki maddenin anlamı; vatandaşlık hakkını kazanmak için önce serbest dolaşım hakkını elde etmek gerekiyor gerçeğini anlıyoruz ancak bunun bile garanti edilemeyeceği, ucunun açık olduğu alenen beyan edilmiştir.
Raporların ayrıntılarına girmeyeceğim çünkü üç rapor da başlı başına irdelenmesi gereken çok katmanlı bir konudur. Bu gerçekten hareketle AB uyum yasaları adı altında uygulanan tüm politikalar, perde edilirken aynı zamanda da ciddi bir bilgi kirliliği yaratılarak kamuoyundan gerçekler gizlenmektedir. Kapitalist sistemin uygulandığı günümüz Türkiye’sinde kapitalizmin şifresinin; “her şey satılıktır” şeklinde çözüldüğü görülecektir. Bu bağlamda vatandaşın birinci derecede anayasal hakkı olan eğitim kurumları ticarethanelere dönüştürülerek, tamamen paralı eğitime geçiş büyük oranda sağlanmıştır. Sözde reformu adı altında dönüştürülen sağlık sektöründe de gelinen nokta “paran yoksa öl” boyutuna ulaşmıştır.
X, Y, Z kuşağı… Peki ya ötesi?
Milenyum olarak adlandırılan 2000’den 2010’a kadar doğanların “x,y,z” 2010’dan sonra doğanların ise “Alfa kuşağı” olarak sınıflandırıldığı, kategorize edildiği genç nesil hakkında toplumda ciddi bir yanılsama söz konusudur. Bu kuşak hakkında ki yanılgıları ise genellikle “ne yaptığını bildiği” şeklindedir.
Çok kaotik bir konu olduğundan bu konuyu derinliğine ele almayacağım fakat sanıldığının aksine üzerinde durduğumuz bu kuşağın büyük çoğunluğunun emek vermeden, kolay yoldan para kazanmak için kapitalizmin dayattığı “her şey satılıktır” ilkesini benimsediğini ve buna göre hareket ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü bu konuda saha çalışması, araştırması yaparak ortaya koyduğum somut gerçekler Aydınlık Gazetesi’nde dört bölümlük dizi yazı olarak yayınlanmıştı. Bu kuşağın çoğunluğu yukarıda da belirttiğim üzere kapitalizmin şifresini çözerek bedenleri de dâhil olmak üzere tüm insani değerlerini para karşılığında satılığa çıkartacak kadar kimlik ve kişilik bunalımı yaşamaktadırlar. Çünkü kapitalist düzende ancak ve ancak sahip olabilecekleri meta, mal veya sermaye üzerinden saygınlık kazanacaklarına, kimliklerini şekillendireceklerine dair kesin bir yargıya, yanılgıya düşerek kapitalizmin modern kölesi haline gelmişlerdir. Dolayısıyla tüm değerlerini meta üzerine inşa eden kişinin sorgulayan, özgür düşünceye sahip birey olması beklenemez.
Doğal bir sonucu olarak ekonomik, kültürel, sosyal yönden kuşatılarak kapitalizmin yumuşak karnına eklenen bireylerden toplumsal, gerçekçi sınıf yaratılamaz. ABD’nin yerli işbirlikçiler eliyle dayattığı sistemin amacı, merkeziyetçi metaryalist bireyler yaratarak kapitalizmin kölesi haline getirmektir. Çünkü kapitalizm ancak yaratacağı modern görünümlü ama sormayan, sorgulamayan köleleri sayesinde varlığını sürdürebilecektir. Metaryalizmi karakter haline getiren bireyin veya bu şekilde eğitilmiş kuşağın, cömertlik, yardımseverlik, dürüstlük, yurtseverlik, saygı ve sevgiye önem veren, insani değerleri taşıyan, uzlaşmayı prensip edinen sosyal bir varlık olması beklenemez. Metayı güç haline getiren birey, kapitalizmin gereği olarak değerlerini sahip olduğu eşya üzerinden yükseltip yüceltirken, aynı zamanda kendi değerlerini, kültürünü de kemirerek yok edecektir. Bir toplumun dini, dili, kültürü yozlaştırılmış, bilimin ışığından uzaklaştrılmış ise o toplum tükenmiş ve yok olmaya başlamış demektir. Yeni eğitim yılının sona erdiği günümüzde bir yandan metayı değer yargılarının üstüne çıkartarak kuşağı robotlaştıran diğer yandan dinin hurafelerini enjekte ederek köleleştiren sistemi başta ebeveynleri olmak üzere sorgulamadığımız, itiraz etmediğimiz sürece hep birlikte kayıp bir kuşağın yetişmesinde el birliği etmiş olacağız. Cumhuriyet Türkiye’sinde yurttaşlarımızın sağlıklı, halkçı ve tam bağımsız yaşamaları için gerekli olan değerleri kuşanmadığı, bu değerlerin verileceği okul dediğimiz kurumların bilim ışığında modernize edilmediği sürece tıpkı camilerde olduğu gibi okullar da belli bir siyasi ideolojinin sözcüsü, kışlası durumuna gelecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.