Türküm, Doğruyum, Çalışkanım Ama...
Yargıtay’ın Öğrenci Andının kaldırılması yönünde verdiği kararı aslında yeni bir yol haritasının hazırlık çalışmasıdır ki, meseleye buradan bakmak gerekiyor. Çünkü bu yönde atılan adımlar, kesintiye uğrayan Büyük Ortadoğu Projesinin sürdürülebilmesi için Türkiye şartlarının olgunlaştırılması anlamına gelmektedir. Hatırlanacağı üzere yaklaşık dört ay önce 09 Kasım 2020’de yazdığım makalede Joe Biden’in başkan seçilmesiyle iktidarın buzdolabına kaldırdığı “Açılım”ın yeniden müzakereye açılması için ABD açısından gerekli şartların oluştuğuna, Türkiye şartlarının oluşturulması için de AKP’nin masasında sadece iki seçeneğin olduğuna dikkat çekmiştim. Andımızın yeniden yasaklanmasının yanı sıra devlet, cumhuriyet, liyakat nişanı ile devlet madalyalarından Atatürk kabartmasının kaldırılması yönündeki girişimler, Türkiye’deki şartları olgunlaştırma yönünde atılan adımlardır.
Hatırlayacağınız üzere Türkiye’nin siyasi tarihine kara puntolarla yazılan 2009’daki açılım sürecinde kamu kurumlarından Atatürk fotoğraflarının kaldırılması, 23 Nisan’ın ve 19 Mayıs gibi milli bayramların bahanelerle iptal edilmesi, Türkiye’nin mührü T.C kamu bankalarından sökülüp atılması gibi milli değerlerimize karşı yapılan saldırılar AB / D, PKK ittifakının ortak talepleri arasındaydı. Bu talepler, mevcut iktidar tarafından yerine getirilmiş, 2013’te yönetmenlikte yaptığı bir değişiklikle öğrenci andını da kaldırmıştı. Türk Kamu-Sen’nin Danıştay’a açtığı dava sonrasında yönetmenlik iptal edilmişti fakat 1933’ten beridir okunan öğrenci andını hem cumhurbaşkanlığı hem de MEB kaldırmakta ısrarlıydı çünkü küresel güçler böyle istiyordu.
Bir yandan şartların olgunlaştırılması yönünde adımlar atılırken diğer yandan eş güdümlü olarak HDP’ye kapatma davasının açılmasındaki maksat ise iyi analiz edilmelidir. Çünkü kapatma kararlarının çözüm olmadığı, herhangi bir sonuç alınmadığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. HDP kapatılsa bile Hadep’ten beridir geçmiş dönemlerde olduğu gibi yine farklı isim altında kuruluş tüzüğünü iktidarın önüne koyup, kaldığı yerden devam edecektir. Dikkat çekmek istediğim ayrıntı da anayasa değişikliğiyle birlikte HDP’ye açılan davanın aynı zamana denk getirilmiş olmasıdır. Buradaki amaç, milli duygular üzerinden toplumun manipüle edilerek gelebilecek tepkilerin bertaraf edilmesidir.
AKP’nin zırha ihtiyacı var
Anayasa değişikliği ile birlikte eşgüdümlü olarak başlatılan bu girişimler rejim değişikliği de dâhil olmak üzere Türkiye’nin dönüşümünü tamamlayacak girişimlerdir. İbadet yerlerinin seçim büroları, propaganda merkezleri gibi kullanan imamların siyasi gündeme ilişkin görüşler bildirmeleri de kolektif çalışmanın ürünüdür. Sıkıştığı bir dönemi daha önce ayaklar altına aldığını söylediği milliyetçiliğe sarılarak atlatan AKP anayasa değişikliğiyle gerçek amaç ve hedefine geri dönerken bu dönüşüme milli politika safdilliğine inananların büyük destek ve katkıları olmuştur. Türkiye’yi federasyona götürecek olan açılım sürecinde Doğu ve Güneydoğu’nun Kürdistan, Karadeniz’in Lazistan eyaleti olacağına ilişkin Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar ve dahası “Ne Türk ne de Türkiye kavramını kullanamayacaksınız” şeklindeki söylemleri yukarıda belirttiğim rejim değişikliğine işaret etmektedir. Dolayısıyla sözde yeni dedikleri anayasadan Türk, Türklük, laiklik gibi kavramların çıkartılması amaçlanırken aynı zamanda da tıpkı 12 Eylül 1980 Askeri darbe sonrasında Kenan Evren gibi yargılanmalarının yolunu kapatacak bir zırha ihtiyaçları vardır ki bu zırh da anayasa değişikliğidir.
Geçmişte pek çok örnek uygulamalarda olduğu gibi 2010 seçimlerinde darbecileri yargılama sloganıyla girdikleri 2010 seçimlerindeki gerçek hedef de yargının ayrılıklar ilkesinden kopartılarak siyasi iradeye bağlanmasıydı. Darbenin esas oğlanı Kenan Evren’den yalnızca telekonferans ile göstermelik olarak görüş almakla yetinmişlerdi çünkü Evren’in üzerinde 1980 anayasası gibi kalın bir zırh vardı. İşte o seçim, Erdoğan’ın bizzat kendi ifadesiyle kamuoyuna hap gibi yutturulmuştu. Bugün anayasa değişikliğindeki ısrarlarının temel nedenlerinden birisi de önümüzdeki seçimlerde iktidarlığını sürdüremeyeceği korkusudur. Çünkü iktidarlığını kaybetmesi durumunda haklarında iddia edilen yolsuzluk ve suç dosyaları raflardan çıkartılarak yargılanmalarının önü açılacaktır. Bu sebeple kurtuluşu anayasa değişikliğinde görmektedirler.
Çocukların varlığı kime armağan?
Öğrenci andı ya da andımız, Türkiye ile KKTC’deki ilköğretim okullarında her sabah öğrenciler derse girmeden okutulan anttır. Dönemin Millî Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından hazırlanmış ve 1933 yılında uygulamaya konulmuştur. Daha sonra 1972 ve 1997 yılında çeşitli değişikliklere uğrayarak bugünkü halini almıştır. Türk olmakla övünmeyi, büyüklere saygılı olmayı, küçükleri korumayı, milletini ve yurdunu sevmeyi çocuklara öğütleyen andımızdan küresel güçlerin rahatsız olmaları makul ve anlaşılabilir ancak her söylemin başına ortasına veya sonuna “Milli”yi ekleyen AKP’nin rahatsızlığını doğru analiz etme için de bu perspektiften bakmak gerekiyor. Çünkü andımızın kaldırılmasından hemen sonra sekiz dilde bastırdıkları kitapla dünyaya duyurmuş olmaları, küresel emperyalizmle aynı noktada ve hedefte buluştuklarının bariz göstergesidir. Küresel güçler; Atatürkçülük ve ulus devlet döneminin bittiğini Graham Fuller’in ağzından, İslam’ın terbiye edilmesi gerektiğini ise Paul Henze gibi CIA istasyon şeflerinin ağzından 1978’den beridir dillendirmektedirler. Dolayısıyla içinde Türk, Türklük geçen her şeyi “Her sabah Türküm demekle Türk olunmaz” gibi oldukça sığ, derinliksiz sözlerle hedef almaları anlamlıdır. Bu bakımdan tecavüzün, tacizin, cinayetlerin, terörün, yolsuzluğun ve yoksulluğun üzerine inşa etmeye çalıştıkları sözde yeni Türkiye’de çocuklara doğru ve çalışkan olmayı, milletini ve yurdunu sevmesini öğütleyen, Türkün varlığını hatırlatan andımızdan elbette ki rahatsız olacaklardır. Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden gitmesini istememeleri de bu anlayışın doğal sunucudur çünkü Kemalist hareket, köle toplumunun tepesindeki padişahlığı, sultanlığı deviren özgürlük hareketidir.
Geçmişte ayaklara vurulan prangalarla, bileklere vurulan zincirlerle sürdürülen kölelik, kulluk düzenini bugün henüz beş buçuk yaşındaki çocukların zihinlerine ilkel Arap gelenekleri şırınga edilerek sürdürülmek istenmektedir. Tek besin kaynakları, sermayeleri din olduğundan dini, devlet işlerinden ayırarak siyasete malzeme edilmesine engel olan laik ilkesine de bu sebeple karşıdırlar. Bireyi özgürleştiren ve aydınlatan bilim ile sanatın yerine tespih dizme, zikir çekme, kamet getirme, hakka yaklaşma, itaat etme, el-etek öpme, ekmek ile tuz hakkı gözetme gibi bir dizi kulluk öğretilerini çocuklara aşılayarak köle, kabile toplumuna geri dönülmek istenmektedir. Böyle bir düzende o toplumun varlığı ancak ve ancak siyasilerin malvarlığına armağan edebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.