Özgür UYANIK

Özgür UYANIK

Ölçüsüzlüğün Anayasası olur mu?

Ölçüsüzlüğün Anayasası olur mu?

Sonda diyeceğimi baştan söyleyeyim: Ölçüsüzlük daima tersi sonuçlar doğurur.

2015 Ramazan’ında patlayan Çin protestolarını hatırlayan kaç kişi var?

Çin bayrakları yakılıyor, Çin restoranlarına saldırılıyor, milliyetlerine bakmaksızın tüm çekik gözlüler Çinli diye hedef alınıyordu. Hatta öyle ki bir seferinde bir Uygur Türkü bile az daha linçe uğruyordu. 

Üzerinden iki sene geçti, bu defa sessiz sedasız, Türkiye Çin’le “Suçluların İadesi Anlaşması”nı imzaladı. 

Bugün ise uğruna Çinlileri kovaladığımız Uygurların Çin’e iadesini konuşuyoruz.

Kanunlar ne içindir? 

Suçu önlemek ya da suçluyu yakalamak için mi? 

Yasalar suç ya da suçlular için değil, herkesin, hepimizin eylemlerine ölçü koymak ve sınırlarını çizmek için vardır. 

Örneğin bir savcının bir kişiyi gözaltına aldırabileceği şartlar yasa ile sınırlandırılmıştır.  

Arabasını yanlış yere park ettiği için onu uyaran vatandaşı gözaltına aldıran savcı yasanın ona tanıdığı ölçüleri aşmış demektir.

Bir toplum düzeni ölçüleri şaşınca her alanda karmaşa doğar.

Önceki gün Bursa’da bir gazeteci sokak röportajı yaparken sivil bir memurun müdahalesiyle karşılaştı. Memur, gazeteciye “hükümet aleyhine yönlendirici, provoke edici” soru soramayacağı uyarısında bulunuyordu. Gazeteci de röportajın ortasında ona açıklama yapmaya çalışıyordu. 

Bana bugün Türkiye’nin en büyük sorunu nedir diye soracak olursanız, size hiç düşünmeden “ölçüsüzlük” derdim.

Yapılan her işte bir ölçüsüzlük dikkat çekiyor. Her şey çok abartılı boyutlara vardırılıyor.

Gazeteciye “hükümet aleyhine soru soramayacağı”nı söyleyerek müdahalede bulunan memur yasanın ona tanıdığı sınırları aşmaktadır. Çünkü memur bir kabahat işlemiş gibi gazetecinin işine müdahale edemez. Gazeteci istediği soruyu, istediği biçimde sorar. Eğer bu suç tanımına girerse mahkemeler gereğini yerine getirir.

Yahut da Anayasa Mahkemesi’ne nasıl karar almalarını gerektiğini söyleyen bir bakan, meclise nasıl davranması gerektiğini bildiren bir Anayasa Mahkemesi, henüz hâkim önüne çıkmamış kişileri “terörist” olarak yaftalayan iktidar tepkileri de ölçüsüzdür.

Aynı biçimde basının kendisini mahkeme yerine koyarak yurttaşları “terörist” olarak damgalaması her türden yasal ve mesleki ölçüleri aşmaktadır. 

“Charlie Hebdo” olaylarının yaşandığı bir dünyada üniversite bahçesinde Kabe resmi üzerinde oynanmış sergi açmak ölçüsüzlüktür.

Fakat yalnızca üç beş kişinin tanık olduğu bu hadiseyi sanki Taksim meydanının ortasında yapılmışçasına “dini değerlere meydan okuma” olarak değerlendirip, büyük bir operasyona çevirmek daha büyük bir ölçüsüzlüktür. 

Üstelik bu sayede, kimsenin ilgisini çekmeyen bu resim, tüm dünya tarafından görülmüş ve tanınmış oldu. 

Ayrıca hiç ilgisi yokken bu meseleyi getirip LGBT gibi bir gruba dayandırmak ve bu vesileyle onları sapkın ilan etmek, bize asıl konuyu unutturacak kadar ölçülerin ortadan kalktığını göstermektedir. 

Dahası LGTB meselesini emperyalizme karşı bir meydan okuma vesilesi haline getirerek, bir avuç gencin de bu dış mihraklara dayanarak “devletin gücünü test ettiği” varsayımına ulaşmak mantık ölçülerini aşan bir stratejidir.

Yaratılan böyle bir memleket atmosferinde, sosyal medyayı “karşı tarafa ayar vermek” için, bir kavga alanı olarak biçimlendirmek de vatandaşı birbirine düşman etmekten başka bir sonuç doğurmayacak türde bir ölçüsüzlüktür.

Tüm bunlar eğer muhalefeti bölmek, gayrı meşru hale getirip etkisizleştirmek ve muhtemel bir erken seçim sonucunu iktidar lehine çevirmek için yapılıyorsa siyasetin ölçüleri tamamen ortadan kalkmış demektir.

Çünkü siyaset karşıtlarıyla beraber yapılan bir şeydir. 

Sürekli karşıtlarınızı mahkum etme ve düşmanlaştırma, siyasetin değil askerliğin yöntemidir. 

Ölçüsüzlük daima tam tersi sonuçlar doğurur. 

Görmek istenmeyen daha çok görülür, duymak istenmeyen daha çok duyulur hale gelir.

Ölçüsüzce savunulan kavramlar ve değerler tüketilir. Güç ise meşruiyetini yitirir.

Peki, ölçüsüzlük üzerine bir toplum inşa edilebilir mi?

Evet, ölçüsüzlük toplumsal ve kültürel bir durum olabilir. Ama bundan bir “toplum sözleşmesi” çıkmaz.

Çünkü ölçüsüzlüğün doğasında uzlaşmak yoktur. 

Anayasa bir toplumsal sözleşmedir. Ve bir anayasa yapmak için ilk önce ortak toplumsal ölçülere sahip olunması gerekir. 

İktidar sahipleri anayasa yapabilir ama ölçülerin her alanda şaştığı bir toplum yapamaz. 

Bu şartlarda, yeni bir düzen yaratmak için yapılacak bir anayasa, ölçülerin daha da şaşmasına ve toplumun daha büyük karmaşaya sürüklenmesine yol açar.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Özgür UYANIK Arşivi