Libya'nın ülkemiz için tarihi açıdan önemi
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa Trablusgarb’ı 1533 yılında feth etmiş. Fakat İspanyolların saldırılarına fazla direnemeyerek şehir İspanyolların eline geçmişti. Osmanlı İmparatorluğu mücadeleden vazgeçmeyerek 15 Ağustos 1551 tarihinde Kaptan-ı Derya Sinan Paşa ve Turgut Reis’in kuvvetleriyle Osmanlı Devleti topraklarına tekrar katılmıştır.
Turgut Reis, Osmanlı Devleti tarafından valilik makamına getirilmiştir. 1553-1565 tarihleri arasında 12 yıl bu makamda görev yapan Turgut Reis, ülkenin sahil kısmıyla, çöl bölgesini sosyal, siyasi ve ekonomik olarak birleştirmiş, Trablusgarp onun devrinde huzur ve refaha kavuşmuştur. Bugün ‘’LİBYA’’ olarak adlandırılan coğrafyada Osmanlı’nın Trablus, Bingazi ve Fizan adıyla ayrı ayrı idari merkezleri vardı. Türkçemizde ‘’Fizan’danmı geliyorsun’’ sözü buradan gelmektedir. Osmanlı Devleti’nin çölün ortasında zor coğrafi şartların içinde bulunan bir yeridir. Cezayir, Tunus ve Trablusgarp ocaklarına ‘’GARP OCAKLARI’’ deniliyordu. Bu Ocaklar, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve İslam aleminin savunulması açısından Akdeniz’de ileri karakol görevi görüyordu.
Osmanlı Devleti, Merkezi Askeri Teşkilatlarına Balkanlardaki Hıristiyan kökenli erkekleri devşirme yoluyla alırken, Kuzey Afrika’daki topraklarını savunmak için Anadolu’dan genç Müslüman erkekleri askere alıp, bu bölgedeki Garp Ocakları’na gönderiyordu. Bu askerlerin yerel haktan kızlarla evlenmesine müsaade edilmiş ve bugün milyonlarla ifade edilen ‘’KULOĞLU’’ nesli ortaya çıkmıştır. Kuloğlu, babaları Anadolu kökenli asker ve anneleri yerel haktan kişiler demektir.
Fizan Sancağı, Osmanlı Devleti’nin dönemin Jön Türklerini sürgün ettiği bir yerdi. İtalyanların sömürgeci saldırıları karşısında bu kişilerin varlığı, halkın Osmanlı Halifesine olan bağlılıklarını zayıflatmak yerine iyice kuvvetlendirmiştir. Öyle ki, 1908 yılında 2. Meşrutiyetin ilan edildiği tarihte Libya halkı, Jön Türklerin sevinç gösterilerine katılmadığı gibi büyük bir tepki göstermişlerdir. O dönemlerde İttihat ve Terakki ileri gelenleri, Mustafa Kemal’i Libya’ya göndermişlerdir. Mustafa Kemal, 1911 senesinde Libya’yı işgale kalkan yüzbin civarındaki İtalyan askerine karşı sadece 5 bin 500 askerle karşı koymuş ve halkı direnişe katılmaya davet etmiştir. Trablus Kumandanı Kurmay Albay Neşet bey, Kurmay Binbaşı Ali Fethi (Okyar) bey , Yüzbaşı Nuri (Conker) bey, Bingazi Kumandanı Enver (Paşa) bey, Kolağası Mustafa Kemal (Atatürk) bey, Süleyman Askeri bey, Kuşçubaşı Eşref bey gibi önemli isimlerin başarılı faaliyetleri ile sahil kısmını geçemeyerek, Libya’nın iç kısımlarına giremediler.
Balkan Savaşlarının başlaması ile beraber Osmanlı Devleti , 18 Ekim 1912 tarihinde İtalyanlar ile Uşi antlaşması imzalayarak, İtalyanların Libya’daki hakimiyeti tanınmış ve Müslümanları temsilen Senusi ailesinden Ahmed Şerif es-Senusi yetkili kılınmıştır. Birinci Dünya Savaşı patlak verince Ahmed Şerif İtalyanlara karşı bütün gücüyle savaşırken, Senusi ailesinden Seyyid İdris’in İngiliz ve İtalyanlarla anlaşması üzerine 30 Ağustos 1918 tarihinde İstanbul’a intikal etmek zorunda kalmıştır. Ahmed Şerif, Kasım 1920’de Ankara’ya geçmiş ve Mustafa Kemal ile buluşmuştur. Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’in yanında yer alarak ‘’Türkiye’nin bağımsızlığı olmadan İslam alemi sömürgeden kurtulamaz’’ ve ‘’Libya’nın bağımsızlığı için önce Türkiye’nin bağımsızlığını kazanmalıyız’’ demiştir.
Libya’daki İtalyan işgali 1943 yılına kadar sürmüş ve 1943 yılında İtalyan-Alman birlikleri yenilince Libya’yı terk etmişlerdir. Trablus ve Bingazi İngilizlerin, Fizan ise Fransızların işgaline uğramıştı. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Libya’nın geleceği hakkında karar verilmesi aşamasında Türkiye-Libya ilişkileri yeniden başlamıştır. Libya o dönem dünyanın en fakir ülkelerinden biriydi. Bu yüzden 1953 tarihinde İngiltere, 1954 tarihinde ABD ile anlaşmalar yapıp askeri üsler kurmasına izin vermiş, karşılığında kira ve tazminatlarla ülke bütçesine katkı sağlamaya çalışmıştır. 1960’ların başında zengin petrol yatakları keşfedilince ülkenin kaderi birden bire değişmeye başlamıştır. 1969 yılında Muammer Kaddafi ülkede devrim yaparak yönetimi ele geçirmişti. Böylece Türkiye-Libya ilişkileri daha hızlı gelişmeye başlamış, hatta Kaddafi Türkiye’nin 1974 yılında başlattığı Kıbrıs Barış Harekatı’na batılı güçlerin büyük baskısına rağmen destek vermiştir.
Sonuç olarak, Türkiye-Libya ilişkileri 500 sene öncesine kadar gitmektedir. Tarihi ve Kültürel bağları yanında coğrafi açıdan komşuluk ilişkileri de önem arz etmektedir. Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı Libya ile ilişkilerini korumak zorundadır. Unutulmamalıdır ki Osmanlı Devleti’nin çöküşünde etkisi olan faktörlerden biride Akdeniz’deki egemenliğini kaybetmesi ve buna bir çözüm bulamamasıdır. Türkiye bölgede güç ve söz sahibi olabilmesi için Akdeniz’e hakim olmalı ve bunun içinde Libya ile ilişkilerini derinleştirmesi gerekmektedir. Ayrıca not olarak büyük denizci Turgut Reis’in türbesi dostluk tarihinin ortak anıtı olarak büyük ihtişamıyla ayaktadır.
Türkiye’nin Libya’da ne işi var diyenlere bizde ABD, Rusya, Fransa, İtalya, hatta BAE ve Suudi Arabistan’ın Libya’da ne işi var diye soralım. Bizim 500 yıllık bir geçmişimiz ve kültürel bağlarımız var, peki bu emperyalist güçlerin ne bağı var?
Sözümüzü Ahmet Cevdet Paşa’nın herkese ders olacak bir tarihi sözüyle nokta koyalım ; TARİH BİLMEYEN SİYASETÇİ, PUSULA BİLMEYEN GEMİ KAPTANI GİBİDİR.
Saygılarımla,