Volkan AYDEMİR

Volkan AYDEMİR

KÜL BAŞINA!

KÜL BAŞINA!

Dilerim böyle bir acı bir daha yaşanmasın ülkemizde ve yeryüzünde!

Şunu belirtmeden geçemeyeceğim: bizler devlet terbiyesi alırken, bize teslim edilen, sorumluluğumuzda olan her bireyi, taşınmaz ve eşyayı namusumuz, şerefimiz olarak bilmeyi tembihlediler.

Depremde yıkılan Belediye binasına sahip çıkamayan Adıyaman belediye başkanına, Yıkılan sitenin kontrol ve oturum izni için “derinlemesine araştırmaya gerek yok” diyen Hatay belediye başkanına, “Depremde ailemi kaybettim” diyen vatandaşı korumaları iterken pişkin şekilde yoluna devam eden Kahramanmaraş belediye başkanına!

Başlığı ve yukarıda yazdığım konuyu, şapkalarını önlerine koyarak düşünmelerini tavsiye ederim.

Ülkemizde yaşanan ve asırların felaketi diye adlandırabileceğimiz depremde yakınını kaybeden bir yurttaşımızın sönmüş kül yediğini, kafasına ve yüzüne kül sürdüğünü gördüğümde yaşamış olduğu acı tanıdık geldi.

Kül eski bir gelenek, bildiğim kadarıyla doğayla barışık din olan şaman inancını  ritüellerindendir.

Yaşanmış olan ise acının, kederin resmidir.

Yenen külün yürekteki ateşi söndürdüğüne, başa sürülen külün de yaşanan ve hissedilen acının hafiflemesine neden olduğuna inanılır.

Yüze sürülen kül ise yas tutulduğunu bildirmek içindir.

Eskilerde diğer adı “ahh!” olan bir beddua vardı, yıllar önce duymuştum. 

“KÜL BAŞINA!” diye.

Yıllardır karşılaşmamıştım, Batı entegrasyonu diye diye Anadolu’yu unutur olmuşuz. Bilmediğimiz şehirlere gidip müze, çarşı pazar geziyor, folklorik zenginlikten ve kültürel çeşitlilikten uzak kalıyoruz.

Bende dahil sosyal medyada paylaşılan fotoğraflara bakıyorum, lüks restaurantlar, yapmacık otantik mekanlar, tarihinden ve ruhundan bi haber müze fotoğrafları, vs. Son yılların modası Göbeklitepe, Harran evleri görüntüsü. Bunlardan en çok dikkatimi çeken, Kars Ani ören yerindeki caminin penceresinden yüksekliği 150-200 metreye varan Arpaçay yatağının bulunduğu uçurumdan verilen pozlar var. Görsel olarak cezbedici, fakat fotoğraftaki kişi Ani ören yerinin hala yaşayan ruhunu hiç anlayamamıştır.

Göbeklitepe ve Harran evlerinde olduğu gibi, pahalı kıyafet ve lüks aksesuarlarla, yokluktan yapılmış evlerin önünde sözde zenginliğin, aslında görgüsüzlüğün pozunu verilip, turla gidildiyse rehberin ezberlediği eksik ve çarpıtma bilgiler alınıp gelinir.

Göbeklitepe’de taş üzerindeki tamgaya kemer tokası, yine tilki ve kurt tasvirlerine çakal diyeni gördüm. Ani ören yerinin iç giriş üstündeki gamalı haç şeklindeki Selçuklu tamgasını Hitler’in yaptırdığını anlatana şahit olmuştum. Yalnız Çıldır gölü üzerindeyseniz eğer, mevsimde kışsa, doğa size o ruhu hissettiriyor.

Görsel beğeniniz gastronomi turizminiz, alışveriş dürtünüz bir yana, üşüyüp hah şimdi oldu. Yaşıyorum, buradayım ve burada binlerce yıl yaşamış olan ve hala yaşayan insanları anlıyorum diye, zorunlu olarak geçiriyorsunuz içinizden.

Hatay’ı, Gaziantep’i doyasıya gezmek için üçer günümü ayırmıştım. Şimdi Hatay’da eski Meclis binasını, Adalı hanı, Habib-ül Neccar Camii’yi, Havrayı, Gaziantep kalesini, müzesini, eski çarşısını görmüş şanslılardan sayıyorum kendimi.

Anadolu, meraklısına muazzam bir öykü, roman veya sinema gibi aslında.
Ama öyle böyle değil; köyleri, yaşamı, örf ve adetleri; oradaki mutluluk, sevinç ve acılarıda görmemiz gerek.

Her köy, TV dizilerindeki Ege köyleri gibi değil ne yazık ki. Anadoludaki köyler gerçekleriyle ilginç ve kırsalda günlük yaşam farklı ve çeşnili.
İşte bu kül geleneği’de bu çeşni içindeki acı tadlardan birisi.

Henüz lisedeyken bir kitapta okumuştum:

”Hayatınızı ön yargısız yaşayıp eşyalarla değil, maceralarla doldurun. İnsanlara görgüsüzce gösterecek şeyler değil, övünerek anlatacak hikayeleriniz olsun” diyordu yazar.

O günden beri eşyalar ilgimi az çeker oldu. Tek başına makine gibi yaşamak değil, bilgiyle önyargısız yaşamak, muazzam bir varlığa aşık olmak gibidir.
İnsanın hayatına birçok renk ve unutulmaz kokular katar. Bunların hepsinin hoş olmasını beklemeniz sizi hayal kırıklığına uğratır, gözünüzü yoran, midenizi bulandıranda olacak ki mutluluklarınızın ve beğenilerinizin farkına varabilesiniz. Acılarda böyledir; zamanla kabuk tutacak yaranız henüz kanıyor ve tuz basmış gibi acıyordur. Kül atarsınız üstüne ateşi sönsün diye.

İlk zamanlar atlatamayacağım diye bir umutsuzluğa kapılır, sonrasında acınızla yaşamayı öğrenirsiniz ama zaman alır. Yeniden inşaa edersiniz kendinizi, kaybınız, eksiğiniz nerenizdeyse, en çok oranızı saklarsınız dış dünyadan. Sonra dünyanıza yeniden dönersiniz, birdaha hiçbir zaman özlediğiniz eskisi gibi olamayarak!

Prof. Dr Ataol Behramoğlu’nun şiirindeki gibi:

''Acıyıda yaşayacaksın namusluca, çünkü acılarda olgunlaştırır insanı.''

KALIN SAĞLICAKLA!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Volkan AYDEMİR Arşivi