Kaçkınlar, barbarlar ve krallar
Profesör Erdal İnönü anılarında;Almanya’daki bir konferansta “Ortaçağ’ın Türklerin İstanbul’u fethiyle sona erdiği”ni söylemesi üzerine, salondakilerin bunun bir şaka olduğunu zannedip güldüğünü anlatır. “O zaman fark ettim” diyor “tartışılmadan kabul ettiğimiz doğruların dışımızdaki dünyada karşılığı yok”. Doğrularımızın kahvehane muhabbetinden öteye bilgiye dönüşebilmesi için evrenselleşmesi gerekir. Yoksa dünyayı kendimize güldürmekten başka bir işe yaramaz.
Batılı tarihçiler, Ortaçağın değil ama tarihe ondan daha fazla etkide bulunmuş, Kavimler Göçü’nün Türklerin Avrupa sınırlarında durdurulmasıyla sona erdiğini söylerler. Bu olay günümüz Avrupa devletleri için Ortaçağ’ın bitmesinden daha büyük derslerle doludur. Bin yıl süren Kavimler Göçü Avrupa Devletlerininentegrasyonundan kültür çatışmasına, göçmen politikasından ittifaklar siyasetine kadar en stratejik konularda adeta tarihsel bir şablon niteliğindedir. Tarihin bu dönemini bilenler açısından Avrupa’nın dış ve iç politikalarını anlamak daha kolaydır.
Kavimler Göçü’nün sonuçları bize, kontrol edildiği sanılan göçlerin asla yıkılmayacağı düşünülen kadim imparatorlukları nasıl içeriden patlattığını göstermektedir. Günümüz Avrupa’sı tüm ekonomik gücü, bilimsel altyapısı ve yetişmiş insan malzemesine rağmen bu tehdidi derin biçimde hissetmektedir. Peki, Arap Baharından bu yana milyonlarca göçmen alan, sosyal dengeleri iyice bozulan, her kentinde göçmen trajedisine tanık olunan Türkiye nasıl rahat olabiliyor?
İlginçtir, Roma İmparatorluğunun çöküşünü başlatan isyan Avrupa’nın merkezinde değil Trakya topraklarından başlamıştır. Çünkü, Hun saldırılarından kaçan “barbar” kavimler Roma’nın idari kabiliyetini zorlayacak biçimde orada yoğunlaşmıştı. Bugün Suriyeli gruplar gibi o gün Got’lar da silahsızlandırılmamışlardı. Günümüzün yoksul Suriyelileri gibi onlar da sefalet hor görülmeye maruz kaldılar. Sonuçta onları kabul eden Roma’ya düşman oldular.
Bu sırada Doğu Roma’nın başkenti İstanbul’da iktidar çatışması yaşanıyordu. İmparator Valens, kendisine karşı kurucu Konstantin’in fikirlerine sadık asker ve aydınları baskı altına almıştı. Valens, hiçbir askeri yeteneği olmayan bir hükümdardı. Tüm maharetini alt sınıfları yönetebilme ve entrika kabiliyetinden alıyordu. Orduyu ve devleti yönetmek için eski din olan paganlık ile Hristiyanlık arasındaki çatışmayı kullanmaktan geri kalmadı.
Valens muhalefeti kısa sürede ezerek iktidarını on yıl daha uzattı. Gözü hep doğudaydı ama asla hayalini kurduğu seferi gerçekleştiremedi. Onun sonunu getiren olay göçmen kavimlerin tüm Trakya’yı ele geçirerek İstanbul’a kadar ulaşması oldu. Barbarlarla savaşan Roma ordusu da aynı kökenden gelen askerlerden oluşuyordu. Bu bazı birliklerin ihanetine yol açtı. Böylece boşluktan faydalanan, içlerinde çok sayıda Türk-Hun akıncılarının olduğu, Got süvarileri Roma karargahına baskın düzenleyip İmparator Valens’i Edirne’de öldürdüler.
Barbarların kazandığı bu zafer neticesinde, göçmenlerin Roma yurttaşı olma imtiyazını elde etmesiyle birlikte Romalı olarak tanımlanmak önemini yitirdi. Böylece imparatorluğun sınırlarında yaşayan etnik kimliklerin belirleyiciliği arttı. Bunlar zayıflayan Roma merkezinden iyilik beklemektense sınırın öteki tarafındaki komşu kültürle ortaklık kurmayı tercih ettiler. Zenginler dahi, ayrıcalıklarının bir ifadesi olan Roma Kültürünü bir kenara bırakıp, yerel mülklerinin bulunduğu bölgelere sıkı sıkıya bağlı kaldılar.
Bin yıldır Anadolu ve Trakya topraklarında yerleşik bir medeniyet kurmaya çalışıyoruz. 378 yılında Roma Ordusunu Edirne’de 200 bin barbar yok etmişti. 1923’de 11 milyon nüfusla kurduğumuz Cumhuriyet bugün 83 milyona ulaşmış. Bunların kaçta kaçı Cumhuriyet yurttaşı olmayı bir ayrıcalık sayıyor, ne kadarı kaçkın ve barbar?
Ve dahası bir medeniyeti uçuruma sürükleyen krallar neden hep kendilerini Tanrı sanıyor?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.