Düzen mi Kaos mu?
Bir gazeteci ya da aydının görevi önce ülkesinin sonra yaşadığı dünyanın sorunlarını işlemektir. Böylece halkın kendi sorunları hakkında kafa yormasına aracı olur. Eğer insanlar sosyal, siyasal, ekonomik, yerel ve küresel meseleleri tartışır ve sorunların çözülme süreçlerine gerek eleştirerek gerekse de bizzat katılırsa siyasal yönetim demokratik bir işlev kazanır. Bu biçimde gelişen bir toplumsal bilinç ülkede barış ve sosyal ilerleme için gerekli zemini yaratır. İletişimi güçlü bir toplumda diğer alanlarda olduğu gibi ekonomi de sağlam temellerde gelişir. Spekülasyon ve manipülasyon yalnızca ekonomik bir sorun değil aynı zamanda toplumsal bir hastalıktır.
Uzun zamandır basın bir kanser gibi yayılan bir hastalıktan mustarip: Sırf iktidara yaranmak için ülke sorunlarını görmezden gelme gibi, gazetecilik mesleğinin doğasına aykırı bir eğilim güçlendi. Onlara bakarsak yılbaşından ekonomik ve siyasal açıdan adeta zaferden zafere koşuyoruz.
Bu arada enflasyon aldı başını gidiyor. Türk Lirası son dört yılda %50’den fazla değer kaybetti. Yeni devalüasyonlara gebe olduğu ifade ediliyor. Gelişmekte olan küresel ekonomiler içinde en çok cari açığa sahip ülkeyiz. Toplam dış borç 500 milyar dolara dayandı. Bir yıl içinde 170 milyar dolar borç ödemek zorundayız. Bunu karşılamak için hükümet yeni borç almak zorunda. Merkez Bankası rezervleri 32,9 milyar dolara düşmüş. Bu daha büyük maliyetlerle borçlanacağımız anlamına geliyor.
Ruslardan S-400 alıyoruz. Ordu envanterimiz bütünüyle NATO standartlarına göre yapılandırılmış. Bir S-400’le mi Atlantik İttifakı’na direneceğiz? Madem açıkça ABD’ye meydan okuyoruz nedensayın Cumhurbaşkanı ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’la kayıtsız, tanıksız görüşme gerçekleştiriyor? Tillerson’un ABD Başkanı Tump’tan gizlisi saklısı mı var?
İktidar çevrelerine göre Afrin bir operasyon değil: Kurtuluş Savaşı veriyoruz, ÖSO’ da Kuvayı Milliye gibi bir oluşum. Mustafa Kemal, Büyük Taarruzu başlatırken TBMM’den karar çıkarmıştı. Eğer Afrin salt bir operasyon değilse milli bütünlüğümüz ve bağımsızlığımız için zaruri bir eylemse neden meclis desteği alınmadı? Mehmetçik, Çanakkale’de İngilizlere karşı savaşır gibi gidiyor cepheye. Halkta büyük bir coşku yaratıldı. İktidar her geçen gün söylemini sertleştiriyor. “Sefer görev emri olanların hazır olsun” bile dendi. Şu an Silahlı Kuvvetler mevcudunun bile yetmeyeceği çapta bir savaşa mı giriyoruz? Nedir bu söylemlerin altında yatan, halkın bilmediği gerçek?
Son 15 yıldır mevcut yönetim Kemalist Cumhuriyet’ten hayli farklı bir rejimi adım adım inşa etti. Çözüm Süreci’nden Beştepe’ye, okulların İmam Hatip’leşmesinden KHK’li yönetime kadar sayısız politika Cumhuriyetin siyasal geleneklerine aykırıydı. İktidar bir yandan iç politikayı düzenlerken diğer yandan sosyal yapıyı da hızla değiştirdi. Adı henüz konulamayan bu rejim kendini yalnızca bir iktidar gücüne değil sosyal bir temele de dayandırmayı başardı. 2010 ve 2017 referandumlarında da bu rejime anayasal dayanak sağladı.
Ancak AKP’nin yönetime geldiği 2002’den beri değişmeyen bir şey var: Halen nereye gittiğimizi bilmiyoruz. On yıl kadar önce meydanlarda Avrupa Birliği’ne girdik-giriyoruz mitingleri yapılıyordu. Bugün artık kimse Türkiye’nin AB üyeliğinden bahsetmiyor. Dahası AB ile tüm ilişkilerimiz onların çıkarları doğrultusunda gelişiyor. Vizesiz seyahat hayal oldu. Gümrük Birliğinde bile değişiklik yapamıyoruz.
Geçen yıl Hollanda üzerine neredeyse “3. Viyana Seferi” düzenliyorduk. Gurbetçilerimizi ayaklandıran, bir bakanımızın Amsterdam’daki Büyükelçiliğimize gitmesine bile engel olan krizin sebebini hatırlayan var mı? On gün önce Başbakan Binali Yıldırım “referandum gündemimizden tamamen düştü. Artık normal hayata Almanya ile Türkiye'nin dönme vakti geldi” dedi. Başbakan, iç politikayı düzenlemek için dış politikayı bir araç olarak kullanıldığı gerçeğini ifade etmiş.
İktidar içeride istediği sonucu alsa da dışarıda işler öyle yürümüyor. İşte, Hollanda kopan ilişkileri fırsat bilerek önce büyükelçisini çekti, sonra da kendi meclisinden bir “Ermeni Soykırımı” yasasını geçirdi.
Yani manzara, iktidar yanlısı medyanın yansıttığı gibi tozpembe değil. Türkiye sorunlarını çözerek ilerlemiyor. Her defasında daha büyük bir sorunla karşı karşıya kaldığımız için önceki sorunu görmezden geliyoruz. Parti ittifakı yasası da buna bir örnek: Türkiye’nin yüksek bir seçim barajı problemi var. Yanlış olan bu uygulamayı kaldıracağımıza, siyasal hayatımızı tek alternatife indirgeyecek daha büyük bir hatayla taçlandırıyoruz.
Bütün bu belirsizlikten bir düzen çıkarılabilir mi, yoksa çözülmeyen sorunlarımızla bir kaosa mı sürükleniyoruz, bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir gerçek iktidarın toplumun kurucu unsuru olduğudur. Bir iktidar toplumun bütünselliğini sürdürmesi için gerekli değer üretimini sürdürdüğü sürece vardır. Aksi takdirde ne iktidar ne de toplum varolabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.