Özgür UYANIK

Özgür UYANIK

Dilenciler Cumhuriyeti

Dilenciler Cumhuriyeti

Kırk dört yıl önce Bağcılar’da bir cumhuriyet bayramında doğmuşum. O zamanlar İstanbul’un beş bin nüfuslu bir kasabası Bağcılar. Adı gibi bağlar, bahçeler, sınırsız tarlalarla dolu. Az da olsa Anadolu’dan göç almaya başlamış. Babam bir üniversite öğrencisi ama bölgenin en güçlü siyasal grubuna liderlik ediyor. 1970’ler boyunca istese oradan kendine istediği rantı sağlayabilirdi. İstediği araziyi “kapatabilir”, istediği yere bina dikebilirdi. Fakat bunları aklının ucundan bile geçirmedi. Ben büyüdüm; Küçükarmutlu’nun, Aydos’un kuruluşuna, Gülsuyu’nun genişlemesine, Sarıgazi’nin Esenyurt’un patlamasına ve daha birçok mahallenin ortaya çıkışına tanıklık ettim. Aklımın ucundan “şuraya bir gecekondu da biz dikelim” hiç geçmedi. Çünkü yağmacı değil, cumhuriyetin onurlu bireyleriydik.

Millet olmak kentleşmek ve çağdaşlaşmak demektir. Bu büyük oranda kırsal kesimdeki toplumsal ilişkilerin parçalanıp kentlerdeki modern topluma dönüşmesine bağlıdır(Kentlerin köye dönüşmesine değil!). Artık tarlasını ekmek için yağmur bekleyen köylü yoktur. Meslek sahibi olmak, herkesin kendi işini bilerek yapmasıdır. Eğitim, bu üretken toplumun nasıl yaşayacağı, bireysel ilişkilerin hangi kurallara göre yürütüleceğiyle ilgilidir. Böylece her birey bir dini ya da siyasi otoriteye danışmaksızın kendi özgür vicdanına göre ilişkilerini kurar. Kendine ve topluma saygılı birey böyle ortaya çıkar. İşte cumhuriyetin “cumhur”u budur.

Çağımızda bilgi-iletişim araçlarının hızı ve gücü siyasal rejimlere toplumu şekillendirmek için çok büyük olanaklar sağlıyor. Toplumun herhangi bir yöne sevk edilmesi çok daha kolay hale geldi. Ayrıca paranın serbest dolaşımı sayesinde, kitlelerde çıkar yanılgısı yaratmak politikanın bir parçası oldu. İktidarların ellerindeki sermaye ve baskı gücünü kullanarak topluma açtıkları ve kapattıkları yollar kısa sürede halkta karşılığını buluyor.

Türkiye’de 12 Eylül sonrası rejim halka bir yol açtı; o da dilencilik. Hakkını arayan adama yapmadıklarını bırakmadılar. Sadece dilenen, yalvaran, el etek öpene yaşam hakkı tanıdılar. Özal’ın “benim memurum işini bilir” söylemi zamanla kaide haline geldi. İşini doğru yapmak değil “yolunu bulmak” kural oldu. İlerlemek, gelişmek, değer yaratmak değil “malı götürmek” hedef seçildi. Sonuçta toplumda geniş bir etkisi olan bir dilenme kültürü ortaya çıktı. Hatta öyle bir an geldi ki toplumun en büyük özgürlüğü dilenmek oldu. Gücün boyutu önemli değil. Zenginlik de dilenmeye engel değil. Herkes kendinden güçlü gördüğünden bir şey dilenir hale geldi.

Oysa zenginlik üreterek, emek vererek yaratılmalıdır. Rant ekonomisi sadece doğayı değil toplumsal ilişkileri de bozar. Ranttan bir değer çıkaramazsınız. Rant üzerine kurulan bir rejim toplumsal dokuyu kılcal damarlarına kadar zehirler. Nihayetinde kendisiyle beraber koca bir ülkeyi ölüme sürükler.

Cumhuriyet’i kuran kadro, İstiklal Harbi komutanları ihtiyaçları dışında bir zenginliğe göz dikmediler. Mehmet Akif gibi birçokları yoksulluk içinde bu hayattan göçtü gitti. Fakat onlar kendilerinden sonraki kuşaklara çok daha büyük değerler, zenginlikler bıraktılar. Cumhuriyeti ayakta tutan da o değerlerdi. Üniversiteleri, bilim-kültür-sanat yuvalarını, Köy Enstitüleri’ni yarattılar. Buralardan çoğalan değerler modern Türkiye’yi ortaya çıkardı.

Bir rejim güçle, parayla uzun süre hüküm süremez. Mesela Sovyetler Birliği çöktüğünde hiçbir ekonomik sorunu bulunmuyordu. Fakat artık değer üretemez hale gelmişti. İlk kurulduğunda dünyaya yepyeni değerler armağan etmiş olan bu rejim 1960’lardan itibaren iddiasını yitirmiş, artık insanlığa bir umut veremez hale gelmişti. Şu anda hızla aynı kadere sürüklenen ABD’nin ayakta kalabilmesinin sebebi hala kendine özgü değerler üretebiliyor olmasıdır. Örneğin 1990’lardan sonra internet ve iletişim teknolojisi dünyaya ABD aracılığıyla yayılmıştır. Birçok kişi bu yazıyı okumak için ABD teknolojisine dayalı bir işletim sistemine sahip bir aygıttan girerek, merkezi ABD’de bulunan Google arama motorunu kullanıyor. ABD bir yandan kendi kültürel değerlerini yaratırken diğer yandan onları bilim ve teknolojiyle yüceltiyor. Bu yalnızca ABD vatandaşlarının değil dünya üzerinde yaşayan herkesin hayatına etki ediyor. Bu nicel değişim ister istemez niteliksel dönüşümlere yol açıyor. Yeni kültürler ve diller doğuyor. Yeni düşünme biçimleri ve ilişkiler ortaya çıkıyor. Bu değişimi sağlayan rejim kendini yeni toplum içinde yeniden tanımlama imkanına sahip oluyor.

Bilim kurumlarının bilimsel düşünceden uzak kimselere teslim edilmesi, kültürel gelişimin dini ve siyasi gerekçelerle sınırlandırılması, eğitimin laik ve bilimsel temellerinin ortadan kaldırılması bir ülkeyi zayıflatmaktan başka bir işe yaramaz. Ülke evrensel bilim ve kültürel değer yaratamaz hale gelir. Üstelik ileride hiçbir iktidarın altından kalkamayacağı çatışmalara ve sorunlara yol açar.

Bizim cumhuriyetimiz de kendi değerlerini üretebildiği sürece yaşamaya devam edecektir. Eğer gün gelir onun yok oluşunu görecek olursak bu içimizdeki “dilenciler cumhuriyetini” yenemediğimizden olacaktır. Yoksa bir işgal ya da silahlı güç sebebiyle değil.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Özgür UYANIK Arşivi