Değişim nereden gelecek
1947’de Truman Yardımları çerçevesinde Türkiye’ye gelip incelemelerde bulunan Amerikalı “uzmanlar” şaşkınlığa düşmüşlerdi. Karadeniz’i gezen Amerikalı görevliler Washington’a burada bir tür komünizmin olduğunu rapor ediyorlardı. Karadeniz köylerinde araziler tapusuzdu ve hasat imece usulü yapılıyordu. Amerikalılar ayrıca raporlarında hiçbir evin kapısında kilit olmadığını şaşkınlıkla anlatıyorlardı. Türkiye’de özel mülkiyetçiliğin bulunmadığını; arazi, ev ve iş aletlerinin ortak kullanımda olduğunu tespit ediyorlardı.
Amerika 100 milyon dolarlık Truman Yardımı’nı kabul eden Türkiye’ye Köy Enstitülerinin ve Beş Yıllık Kalkınma Planlarının kaldırılması, çok partili rejimin tesisi, arazi ve malların hızla tapulandırılmasını şart koştu. Yeni rejim her anlamda bireyciliğin yükselmesine imkan tanımalıydı.
Türkiye çok partili sisteme geçtiğinden bu yana rejim krizi sürüyor. Siyasal rejim darbeler ve “balans ayarlarına” rağmen bir türlü yerine oturmuyor. Çözüm olarak getirilenler de krizi derinleştirmekten başka bir sonuç üretmedi. Sonuçta ulusal değerlerden etnik kökenlere,inançlardan kişisel alışkanlıklara kadar çatışmalı olmadığımız hiçbir alan kalmadı. Ve hala siyasetten çözüm bekler haldeyiz.
Bugünkü rejim 2010 ve 2017 referandumlarına dayanıyor. İlk referandum devlet yapılanmasını, ikincisi siyasal yapıyı temelden değiştirdi. Geldiğimiz noktada Türkiye iki ana kampa bölünmüş durumda: Sayın Cumhurbaşkanı’nın şahsında temsil edilen mevcut rejimden yana ve karşıt olanlar. Ülkemizin eğitimli kesiminin %70’i bu rejimin Türkiye’nin ulusal demokratik niteliklerine ve siyasal geleneklerine aykırı olduğunu düşünüyor. Halkın yarısında rejimin bu haliyle sürdürülemeyeceği yönünde güçlü bir değişim beklentisi mevcut.
En çok tartışılan ve sorulan “değişimin nereden geleceği”. Cevabı iki ana kampta özetleyebiliriz: İlk kampta batının Erdoğan yönetimine aldığı tavırdan medet uman ve dış baskının Türkiye’de değişimi sağlayacağına inanan geniş bir kesim var. Zarrap Davası, ABD ile vize gerginliği, Avrupa Birliği’yle duran entegrasyon süreci bu beklentiyi besleyen gelişmeler. Buna karşılık Gezi olayları türünden bir hareketin gerçek anlamda değişimi getireceği umudunu taşıyanlar da bulunuyor. Batıyla ittifak kapılarını aralayan, İyi Parti gibi merkez sağda güçlü bir alternatifin ortaya çıkmasının hiç olmazsa iktidarı frenleyeceği ve bu şekilde AKP’nin iktidardan düşeceği hesaplanıyor. Bu kampa “AKP dışı seçenek” adını verebiliriz.
Diğer kampta ise değişimin yine mevcut iktidarın odağında başlayacağı fikri savunuluyor. Mevcut tek parti iktidarına dayanan rejimin rakip siyasal alternatiflere hayat hakkı tanımamasının kendisini tek seçenek haline getirdiği düşünülüyor. Değişimi AKP’den dışlanan eski lider kadronun yaratabileceği söyleniyor. ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkilerin iyi olduğu o dönemde bazı “demokratik” yasaların çıktığı, devletin toplum üzerindeki tahakkümünün yumuşadığı ve asıl olarak neoliberal ekonominin temellerinin oturtulduğu ilk AKP yönetimi örnek gösteriliyor. Bu noktada AKP tabanında ne kadar etkili olduğunu bilmediğimiz Abdullah Gül ismi gündemden düşmüyor.
Son olarak Erdoğan’ın reformcu kimliğine güvenen bir kesim de mevcut. Bu kesim diğer tüm konularda olduğu gibi değişim konusunda da Erdoğan’ı tek alternatif olarak görüyor. Erdoğan’ın pragmatist ve kudretli bir lider olarak hata da yapsa doğruya yöneleceği iyimserliğine sahipler. Buna örnek olarak Çözüm Süreci, Suriye Cephesi ve FETÖ gösteriliyor. Her iki konuda da Erdoğan politikanın yönünü çevirebildiğine göre gelecekte de bunu yapabileceğine dair bir güven var.
Değişimin nereden geleceğini öngörmek için önce nereden gelemeyeceğini tespit etmek gerekiyor. Mesela iktidar, temel sorunların çözümünde adres olarak daima sandığı gösteriyor. Sırf sandık aritmetiğine dayalı bir iktidarın tahakkümüne dayanan bir sistem değişimi sağlayabilir mi?
Seçim sisteminin iktidarın lehine düzenlenebildiği bir rejimdeyiz. 12 Eylül rejiminin getirdiği %10’luk baraja bugün MHP bile karşı ama değişmiyor. Ayrıca Nisan referandumunda YSK’nın aldığı kararla mühürsüz oyların geçerli sayılmasında görüldüğü gibi kuralların son anda değişebildiğine de tanık olduk.
ABD 1947’de Türkiye’yi Atlantik İttifakı’na katıyorken değişimin topraktan başlayacağını biliyordu. 12 Eylül sonrası Turgut Özal Türkiye’de tarımı bitirirken de aynı programı uyguluyordu. Toprakla bağı kopan bir milletin kendi tarihi ve gerçeğiyle de bağının kopacağını iyi biliyorlardı.
Sorunlara kökten çözümler üretmenin çok uzağındayız. Öyleyse en azından bugünkü sorun ve ihtiyaçlarımıza çözüm üretelim. Herkes tarafından kabul edilen acil sorunlarımızı hep beraber dile getirelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.