Bolivya Dersleri -3 : Sokağı kaybeden iktidarı kaybeder
Temmuz ortasıydı; Bolivya devlet başkanı Moskova’ya önemli bir ziyarette bulundu. Ülkesinde nükleer reaktör yapımı ve stratejik maden lityum işletmesi dahil kapsamlı anlaşmalar imzaladı. Öyle ki Bolivya kendi nükleer fizikçilerini Rusya’da yetiştirecek, askeri işbirliğine gidilecek ve gaz-petrol üretiminde ortaklıklar kurulacaktı.
Morales, Rusya ile stratejik anlaşmalar imzalarken aynı günlerde başlayan sosyal hareketin birkaç ay sonra gerçekleşecek Bolivya darbesinin temellerini attığından habersizdi. Kendince iktidarı için de stratejik bir hamle yaptığı düşüncesindeydi.
Bu olay tuhaf biçimde aklıma “Gezi Olayları”nı getirdi. Dikkatlerden kaçmış olabilir: 15 Mayıs 2013 günü Erdoğan ilk kez “Blair Hause” olarak tanınan ABD Başkanlık konutunda Obama tarafından ağırlanmıştı. Obama, Erdoğan ve MİT Müsteşarı Fidan’la Blair Evi’nde bir masa etrafında yaptıkları toplantının görüntülerini başkanlık sitesinde yayınlamıştı.
ABD Başkanının bir başka devlet adamını kendi evinde ağırlaması yeterince büyük bir jestti. Fotoğraflar ise ortaklığın ne kadar ileriye taşındığını yansıtıyordu. Fakat Erdoğan’ın Blair Evi’nden ayrılmasının üzerinden iki hafta geçmeden 31 Mayıs günü “Gezi Olayları” patladı.
Bu benzerliği kurmaktaki kastım basit bir çıkarımla konuyu iki büyük potansiyele bağlayıp kapatmak değil. Yani ne Bolivya’daki darbeyi Rusya yaptı ne de Gezi’yi ABD başlattı. Belki tam tersine Gezi’yi Rusya’nın başlatıp Bolivya’daki darbeyi ABD’nin gerçekleştirme ihtimali daha yüksek olabilir. Fakat benim asıl işaret etmek istediğim şey “süper güçler”le yapılan stratejik anlaşmaların ülke içerisindeki sosyal ve politik dengeleri etkileme potansiyeli. Ya da bu tarz yakınlıkların ülkedeki mevcut iç çelişkileri çatışmaya dönüştürme ihtimalini artırması..
Bu nasıl oluyor, hangi araçlarla, nasıl yapılıyor diye sormayın, bilmiyorum. Anladığım şey yapay zekanın da kullanıldığı, olağanüstü bilgi yönetimine dayalı bir çağda olduğumuz. İletişim teknolojisinin hızı, kitleleri manipüle etmeye yarayan araçların(sosyal medya) anlık gücü ve bunların uzun vadede toplumsal kültür ve insan davranışı üzerindeki etkisi daha önceki çağlarda görülmemiş şeyler.
“Arap Baharı” 17 Aralık 2010 günü Tunuslu bir sokak satıcısı olan Muhammet Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlamıştı. Sıradan bir sokak satıcısının başlattığı dalga Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’yi bugünkü haline getirdi. On milyonlarca insan savaş, ölüm, açlık, zorunlu göç gibi felaketlere maruz kaldı. Bu nasıl oldu hala tam olarak anlaşılmış değil. Ancak tüm bu gelişmelerin Bush’un siyahi Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice’ın Afrika’dan Afganistan’a Müslüman ülkelerin sınırlarını değiştirecekleri açıklaması yapmasının üzerinden birkaç yıl sonra gerçekleştiğini iyi hatırlıyoruz.
Bolivya’da Morales yönetiminin devrilmesinden bir tür “sosyal darbeler” dönemine girmiş olduğumuzu ve sokağı kaybedenin iktidarı yitirdiğini anlıyoruz. Bu darbelerin temel gücü haline gelen hareketlerin ortak özelliği ise belirli bir ideoloji, siyasal örgütlenme ve liderden yoksun olması. Sanki bir el asla bir araya gelemeyecek toplumsal kesimleri anlık biçimde beraber hareket ettirip sonra dağıtıyor. Bir programa ve iktidarı devirmekten başka bir hedefe sahip değilmiş gibi görünen bu sosyal hareketler nihayetinde emperyalizmin ve onun transnasyonal şirketlerinin çıkarlarına uygun bir ortam yaratmaya hizmet ediyor. Yaratılan “özgürlük rüzgarı”nın tozlarından bırakın insanlık için kendi ulusal bütünlüğü için bile bir şey çıkmıyor.
Öyleyse siyasetçilere ve devleti yönetenlere büyük sorumluluklar, fedakarlıklar düşüyor.
Bakın mesela Arjantin’de en az %40 oyu olan eski başkan Cristina Kirchner ABD’ci cepheyi parçalamak için kendini değil %4 oya sahip Alberto Fernandez’i devlet başkanlığına taşıdı. Bayan Kirchner’in dört yıllık muhalefet sürecinde hakkında sayısız dava ve tutuklama kararları çıkarıldı. Partisi, ülkeyi ekonomik ve sosyal çöküşe sürükleyen neoliberal iktidara karşı bir rejim krizi yaratmamak için Genel Grev’e bile destek vermedi. Onun bu siyaset becerisi sayesinde bugün Güney Amerika’daki tek ilerici, halkçı ve milli yönetim Arjantin’de kuruluyor. Komşusu Bolivya’da ise devlet başkanı Morales anayasal sınırlamaya rağmen seçime girmekte ısrar etti.
Karşısındaki cepheyi parçalamak, gelen komployu durdurmak için gerekli fedakarlıkları yapmadı. Sermayeye yaranacağım, yabancı yatırımı artıracağım, ödemeler dengesini korumak için kemer sıkacağım derken kendisini iktidara taşıyan halk kesimlerini kaybetti.
Sonuç olarak artık sosyal ittifaklarını yitiren bir iktidarın ömrü uzun olmuyor. Ekonomiyi ne kadar iyi yönetirseniz yönetin “gelişmekte olan ülkelerde” kalkınma denilen şey istikrarsızlık üretiyor. Süper devletlerle kurulan ittifaklar ise hiçbir iktidarın ömrünü uzatmıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.