10 Kasım ve Erdoğan
2017 yılı bize, tarihi hafızamıza mıh gibi çakılan görüntüler ve sözlerin, unutulmayacak değişikliklerin yaşandığı müstesna olaylar yaşatıyor.
Öncelikle şunu belirtmeliyim: Özellikle parti taassubu ile dünyaya bakan, olayları mensup olduğu siyasi partinin gözlüğü ile izleyen ve değerlendiren ön yargılı partizanlar bu yazıyı okumaya devam etmesinler.
Zira terennüm ile değil yüksek perdeden konuşabilme cesaretine sahip ve muhâkeme yeteneği olanların fikirleri ve değerlendirmelerine ihtiyaç duyduğumuz bir süreç yaşıyoruz.
Yazının başında değindiğim 2017 yılının en önemli değişikleri Cumhuriyet Bayramını kutlama ve 10 Kasım’ı anma etkinlikleridir.
Bu önemli ve özel günler şimdiye kadar görmek istediğimiz fakat hasret kaldığımız bir bütünlük ve şuur ile idrak edildi.
Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ile 10 Kasım anma etkinliklerine toplumun ekseriyetinin parti farkı gözetmeksizin katılmış olması gelecek için ümit vermiştir.
Türkiye tarihinde ender olarak rastlanan bir şeklide kutlama ve anma törenlerini Devlet’in başı ile birlikte, laik, İslamcı ayrımı olmadan tek vücut halinde yapmıştır. Devlet-Millet el ele Cumhuriyet’i kutlamış Atatürk’e sahip çıkmış, meydanları, Anıtkabir’i doldurmuştur. Türkiye’nin “Beton Mustafa” , “Put” zırvalarından Ulu Önder Atatürk söylemini koro halinde bağıracak olgunluk ve bilince gelmiş olmasını ayakta alkışlamak gerekir. İhtiyaç duyduğumuz birlik ve beraberlik budur. İhtiyacımız olan Atatürk’te birleşmektir. Bu gün Cumhur’un başı ve Cumhur hep birlikte Atatürk diyorsa; bunu eleştirmek, dünkü söylemler ile bu birliği karalamak, takıye yapmakla ve oy avcılığı ile suçlamak üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir.” Efendim bunlar dün böyle demişti” … Eee kardeşim bugün de böyle diyorlar, ne yapacağız? Her iki şartta da söveceksek nasıl birlik olacağız? Dün Atatürk demedikleri için eleştirdiğimiz insanlara bu gün Atatürk’ü anmak değil anlamak gerekir dedikleri için mi kızacağız?
İstediğimiz şeraitçi veya İslamcı dediğimiz kesimin Atatürk’ü tanımaları, anlamaları değil miydi?
Devlet’in en tepesinden verilen Atatürk mesajlarını AK parti tabanı benimsemiş Anıtkabir’e koşmuştur. Atatürkçülerin yapması gereken kucak açmaktır. Atatürk düşmanlığı öğretisi ile zehirlenenlere Atatürk’ü anlatmak, sevdirmektir.
Bakın Atatürk bu günleri görürcesine 1937 yılında ne demiştir:
“Bir zaman gelir, beni unutmak ve unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki bu fikirler yine döner dolaşır kalpleri doldurur.
Siyasal İslam’ın medreselerinde Din düşmanı olarak tanıtılan Atatürk’ü tanıma fırsatını sizin parti çıkarlarınız adına tepmek hem Atatürk’ü anlamamak hem toplumsal birliğimize karşı durmaktır.
Bu köşe’den defalarca Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığının kaynağını, beslendiği yerleri yazdık.
Atatürk’ü ve Cumhuriyeti eleştirenlere; Atatürk ve Cumhuriyet’te birleşmenin Türkiye için tek kurtuluş yolu olduğunu söyledik, davet ettik. Şimdi Atatürk’e karşı gösterilen teveccühe de sadece saygı duymak gerekir. Hele, istiskal ile yaklaşıp, müstehzi edalar ile yukarıdan bakanları anlamak da mümkün değil.
Atatürk’ü inhisarına almaya kimsenin hakkı yoktur. Atatürk ortak değerimiz, birliğimizin teminatı, kutlu yolumuzun öncüsüdür.
Atatürk, Din- Mezhep- Parti ayırımı yapmaksızın bütün Türk Milleti’nin Ata’sıdır…
Türkiye yaralarını sarmaya çalışıyor. Bunu yaparken iktidar ve muhalefet aynı hedefe karşı birlikte saf tutuyor. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli olmak üzere, ABD-FETÖ-PKK ve Siyasal İslam’a karşı Devlet’in başlattığı mücadeleyi görmezden gelemeyiz. Bu mücadele Türk Devleti’nin ayakta kalması için Türk ve Atatürk ortak paydası ile yapılmaktadır.
15 Temmuz’dan sonra yaşanan olayları kronolojik olarak ele alırsak bu gün hem 15 Temmuz’u hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atatürk’e olan teveccühünü daha iyi anlarız. Artık karşımızda; Siyasal İslam’ın kıskacından kurtulmaya çalışan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kodlarına dönmek isteyen bir Devlet var. Türk ve Atatürk gibi vazgeçilmez kimlik kartlarımızı kullanan bir Erdoğan var. ABD-NATO emperyalizmine kafa tutan, CIA çaşıtlarını derdest eden bir Türkiye ve Erdoğan var. 10 Kasım’da, Cumhuriyet Bayramı’nda grip olan bir Cumhurbaşkanı Gül değil, Beştepe’de 10 Kasım anma programı düzenleyen ve “Atatürk’ü anlamak gerekir” diyen bir Erdoğan var.
Bütün bunları eğer parti gözlüğü ile izler, muhalif partici kimliğiniz ile bakarsanız; anti-Tayyipçi olmaktan öteye gitmez, Devlet’in bêka’sını değil, Liderinizin koltuğunu savunmuş olursunuz.
Fetö’nün 15 Temmuz’da son darbe ile ele geçirmeye çalıştığı Türk Devleti’ni korumak için oluşan Milli birlik ruhu, Devlet Bahçeli’nin teşvik ve desteği ile devam etmektedir.
Eğer partici gözü ile bakarsanız; Devlet Bahçeli’nin” Devlet’in Bêka sorunu var” diyerek verdiği desteği, “AKP yardakçısı Bahçeli (!)” diye değerlendirirsiniz.
Türkiye kuruluş kodları olan Atatürk ilkelerine geri dönmek için çabalıyor. Türk Devlet’i 70 yıllık ABD payandalığından ve Siyasal İslam’ın esaretinden kurtulmak için çalışıyor. Başarılı olunacak mı? Erdoğan’a güvenilir mi? Soruları için de peşinen söylemek gerekir ki; Mücadele etmeden bilemezsiniz, bekleyip göreceğiz. Bu virüslerin bünyemizden temizlenmesi elbette çok kolay ve çarçabuk olması mümkün değil. Zaman alacaktır. Zorlu olacaktır. Ancak, Türk Devlet’i neşter’i vurdu. Bu operasyonda Devlet’in yanında olmak, partiler üstü düşünmek gerekir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.