Yunan Aklı, Roma Nizamı, Hristiyan Ahlâkı
İslamcı partilerin tamamı köktendinciliklerini demokrasi perdesi altında gizlemek için “İslami demokrasi” veya “Müslüman demokrasisi” gibi içi boş ideolojileri ileri sürmüşlerdir ki bunlara en son örnek de AKP’dir.
Köktendinciliğin, şeriatçılığın temel, vazgeçilmez ideolojisi yalan ve toptan inkârcılıktan ibaret olduğundan bir birine tezat şeriatçılık ile demokrasinin bir araya gelmesi, sürdürülebilir olması da mümkün değildir.
Bu bakımdan dinci, şeriatçı kitlelerin dinlerini kaybetmeden demokratik, özgür, çoğulcu ve çağdaş yaşaması şeklinde özetleyebileceğimiz bu iki ideolojik kavramın gerçekte hiçbir tutarlığı da yoktur. Buna bir örnekte eleştirdikleri “koalisyon” yönetiminin bugün bizzat kendileri tarafından “ittifak” adı altında yeniden gündemleştirmelerdir. Bu somut gerçek ışığında 2023 seçimlerine koalisyonlardan oluşan dört partinin gireceğini söylemek yanlış bir saptama olmayacaktır. Genel geçer bir deyimle, kel Hasan ile Hasan kel arasında fark olmadığı gibi ittifak da koalisyondan formüle edilmiş bir modeldir.
İslamcı ideolojiye bütünsel bakıldığında Necip Fazıl Kısakürek’in ortaya attığı “Büyük doğu” sanrısının büyük bir katkısının olduğu görülecektir. Cumhuriyet değerlerini kemirmesi için Menderes’in örtülü ödenekten beslediği Kısakürek, Fransız şair ve aynı zamanda sembolist Paul Valery’in “Yunan aklı, Roma nizamı, Hıristiyanlık ahlâkı” tezini İslamcı ideolojiye uyarlayarak kendince ideal İslam devleti modelinin ana hatlarını belirlemiş ve devletin başına getirilecek olana da “Baş yüce” sıfatı vermiştir.
Paul Valery aslında “Bugün ki Dünyamıza Bakış” adlı eserinin 79 ile 86’ncı sayfasında Avrupalıları, Avrupa kimliğini överek ırkçı bir görüş ortaya koymuştur. Gerçek bir Avrupalı kafasını tam olarak barındıracak bir insanı tanımlarken diktatör Roma imparatorlarından Sezar’ı, Trajanus’u, şair Vergilius’u, Hz. Musa’yı, Pavlus’u örnek gösterdikten sonra Romalılaşan, Hıristiyanlaşan ve düşünce bakımından da Yunan disiplinine giren her ırkın, her ülkenin Avrupalı ve bunun da bir üstünlük olduğunu ileri sürer. Köktendincilerin “Üstad” olarak benimsedikleri Necip Fazıl’ın, Valery’in ırkçı düşüncesine aynı paralelde bir İslam devleti modeli yaratmasında sanırım onun defterine not ettiği “(… ) Muhteşem köpek, artık putperestliği def et!” sözü etkili olmuştur.
PKK ile Hizbullah’ın siyasi çatı, düz ova siyaseti
Seçim öncesinde Hüda-Par’ın Cumhur İttifakını destekleyeceği yönünde açıklamalarda bulunması doğal olarak Hizbullah’ı yeniden gündeme getirmekle kalmadı, ittifakın başı da eleştirildi. Hüda-Par’ın, Hizbullah ile herhangi bir ilişkilerinin olmadığına dair açıklamalarının geçmişte PKK’nın da başvurduğu tipik, klişe inkârcılıktan öte bir anlamı yoktur aslında fakat meseleye farklı perspektiflerden bakıldığında AKP’ye destek vermesinde şaşılacak bir durumun olmadığı da görülecektir. Aksine bu destek ittifaktan öte hem zihniyet hem ideolojik anlaşma hem de vefa borcu şeklinde yorumlanabilir. Çünkü ABD, AB ve Türkiye olmak üzere birçok ülkenin silahlı terör örgütü listesinde yer alan Hizbullah’ın tutuklu elemanlarının tamamının AKP döneminde çıkartılan CMK’nin 102. Maddesi gereğince 2018’de tahliye edilmesi sıradan bir hadise değildir.
Nasıl ki geçmişte PKK’nın üst düzey görevlileri ile Oslo’da gizli görüşmeler, stratejik anlaşmalar yapılmış ise Hizbullah’ın siyasi çatısıyla ittifak kurması da şaşılacak bir durum, tartışılacak bir konu değildir. Dolayısıyla bugün terör örgütü olarak listelerde yer alıyor olsa bile tıpkı PKK gibi siyasi çatı altında örgütlenerek amaç ve hedefine ulaşmayı tercih etmektedir. Geçmişte HDP ve Fethullah cemaati ile ittifak yapan, anlaşma bozulduktan sonra ikisini de yeniden terör örgütü ilan eden AKP’nin, Hüda-Par’a aynı eleştiriyi yöneltmemesine bu açıdan bakılmalıdır.
İran gizli servisi tarafından eğitimden geçirilen Hizbullah’ın, Türkiye’yi kapsayacak şekilde Şeriata dayalı İslam devleti kurma fikrini öncelikle Güneydoğu bölgesinde fiilen uygulamaya koymalarının nedeni, diğer illere göre güvenlik sorunu yüksek olan bu bölgeye hâkim olmak ve kurtarılmış bölge yaratmaktı. Bu sebeple 1990’larda bölgede aktif olan PKK ile güç savaşına girerken diğer yandan da Hizbullah davasına katılmayan veya bu anlayışa karşı çıkan solcu, aydın ya da laik kişileri hedef almışlardı. Örgütün infaz ettiği kişi sayısı net olmamakla birlikte 38 gün boyunca işkence ederek öldürdükleri Konca Kuriş ile Hizbullah’a karşı geniş çaplı operasyonlar düzenleyen dönemin Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan sembol isimlerdi. Güvenlik güçlerinin tespit ettiği mezar evlerde elleri ve ayakları domuz bağı ile bağlanmış, cenin pozisyonunda gömülmüş, üstüne beton dökülmüş, kafasına beton çivisi çakılmış cesetler örgütün korkunç, insanlık dışı infaz yöntemleriydi. O dönem saldırılara ilişkin gösterilen adres Hizbullah ile Hizbul-kontra yani devletin Hizbullah’ı idi çünkü Mevcut iktidarların PKK’ya karşı Hizbullah’a destek verdiği, kullandığı yönünde pek çok iddialar ortaya atılmıştı. Yirmi tetikçinin Kaleşnikof silahla emniyet binasına 500 metre uzaklıkta ki Gaffar Okkan ile beş korumasını katletmesi bu iddiaları güçlendirmiş olsa da Hizbullah’ın gerçekleştirdiği birçok cinayet faili meçhul olarak kaldı.
Zihniyet iktidarda ise şiddet gereksizdir
İktidar, mafya, terör örgütü üçgeni, Türkiye siyasetinde hep konuşulmuş fakat iddia olarak kalmıştır. Bu iddialar ilk defa “Kürt Açılımı” adı altında AKP / HDP-PKK stratejik ortaklığı ile alenen yapılmaya başlanmıştır. Bu bakımdan Hüda-Par’ın, Hizbullah ile bir bağlantısının olup olmadığı da önemli değildir çünkü zihniyet, payda aynıdır. Buradan somut bir gerçeğe daha ulaşmak mümkündür; siyaseten güç elde edilmiş veya ortak zihniyet iktidara gelmiş ise şiddet eylemleri gereksizdir. Buna en somut diğer bir örnek de 23 Temmuz 2014’te yeniden görülen İbda-c davasında çıkan tahliye kararıyla birlikte İbda-c’nin sessizliğe gömülmesi, adının dahi anılmamasıdır.
Necip Fazıl’ın ortaya attığı “Büyük Doğu” düşüncesi, öncesinde dergi ve gazetelerde “İbda” olarak tefrika edilmiş, Nakşibendî tarikatından Salih Mirzabeyoğlu mahlasını kullanan Kürt asıllı İslamcı Salih İzzet Eriş’in Necip Fazıl ile tanışmasıyla da Büyük Doğu hareketine dönüşmüştür. Necip Fazıl’ın İslam’ı yayma düşüncesi, Salih Mirzabeyoğlu tarafından benimsenerek İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA-C) adıyla sürdürülmek istenmiştir. Necip Fazıl’ın 1979 tarihli Ortadoğu Gazetesi’nde “Benim 40 senedir aradığım ses buydu” diyerek övgüyle söz ettiği Salih Mirzabeyoğlu vasiyeti üzerine Necip Fazıl Kısakürek’in Eyüp Sultan Mezarlığında ki kabrinin yanına defnedilmiştir. Bu gerçekler ışığında rahatlıkla diyebiliriz ki başta ABD, AB, KKTC, Türkiye gibi 48 ülkenin silahlı terör örgütü listesinde yer alan İBDA-C’nin fikir babası Necip Fazıl Kısakürek, gerisinde silahlı bir terör örgütünü miras olarak bırakmıştır.
Tıpkı Hizbullah gibi AKP döneminde hukuken aklanarak terör listesinden çıkartılan İBDA-C’nin Sivas Katliamı, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerinde rol aldığı ileri sürülmüş olsa da bu iddialar senelerden beridir aydınlığa kavuşturulmamıştır. Şiddet veya demokratik usuller fark etmeksizin merkezine İslam’ı alan tüm dinci ve şeriatçı grupların ortak bir paydada buluştukları yadsınamaz bir gerçektir. O nedenle yoksul kitlelere alternatif bir sosyal destekçi, hayal kırıklığına uğramış gençlere öfke platformu, kimlik arayışında olanlara saf dine dönüşü ilan eden yüksek sesli borazan, varlıklı liberaller için ilerici ve ılımlı bir dini platform, aşırı uçlardaki retçi ile radikaller için de şiddet aracı olmuştur.
Bu bakımdan İslamcı siyasi kültürün kendisi demokratik olmasa da meşruiyetlerini sürdürebilmeleri için demokratik seçimlere ihtiyaçları vardır. Ancak seçimler demokratik olsa da amaç ve hedeflerine ulaşmak için yalan, inkâr, hile, hırsızlık vb. gibi her yol ve yöntemin kendileri için mubah kılındığına koşulsuz inanmışlardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.