Veysel BOĞATEPE

Veysel BOĞATEPE

Suriye Dosyası- 2

Suriye Dosyası- 2

Suriye’nin geldiği son nokta televizyon programlarında ahbap-çavuş ilişkisiyle ve sığ bir görüş açısıyla değerlendirilecek bir konu değildir. Suriye’yi bölme, Esad’i devirme konusu oldukça kabarık bir dosya olduğundan Suriye ile PKK, Lübnan ile Filistin, İran ile Suriye, Suriye ile Irak, Ankara ile Şam ve ABD ile Suriye ilişkileri ayrı bir şekilde analize tabi tutulmalıdır. Türkiye’nin Suriye’ye destek ile katkısı, ticaret, su ve Beşşar Esad’in reform süreci gibi pek çok konu ancak bu şekilde aydınlığa kavuşturulabilir. Dolayısıyla Suriye’nin bölünmesi BOP’un bir parçası olduğundan Türkiye ayağı olan “Kürt açılımı” ile birlikte değerlendirildiği sürece doğru anlaşılması mümkün olacaktır. Bu bakımdan siyaset gündeminde olmadığı halde Devlet Bahçeli’nin ani bir çıkışla Öcalan’a yaptığı çağrıdan sadece iki ay gibi kısa bir sürede HTŞ adında bir örgütün ortaya çıkarak Suriye yönetimini ele geçirilmesi tesadüf değil, aksine planın olgunlaştırıldığını göstermektedir.

Genişletilmiş Ortadoğu Projesini, AKP’nin iktidara taşındığı 2002’den hemen sonra fiilen uygulamaya koymak için arka planda geniş çaplı çalışmalar başlatıldı. Türkiye’de dâhil 42 ülkenin sınırlarının değiştirilmesini öngören proje, Kuzey Irak’ta Federe bir Kürt devletinin kurulmasıyla sonuçlanacaktı. Küresel güçlerin iştahını kabartan Ortadoğu coğrafyasına girebilmesi için de bahanelere ihtiyaçları vardı. Bu bahane, Irak’ın elinde kimyasal silah olduğu yalanıyla üretildi ve BM’nin de onayını alarak uluslar arası alanda meşrulaştırdılar. AKP’nin iktidara taşınmasından yaklaşık bir yıl sonra da Irak’ın işgaliyle fiilen uygulamaya konuldu. Kritik rol oynayan ülkelerden Türkiye ise projenin en önemli ayağı olan “PKK’nın Silahsızlandırılması” konusunda, ABD ve PKK ile anlaşarak 2009’da projenin yürütücü ayaklarından birisini üstlendi. Projenin sağlıklı yürütülmesi için de tıpkı Irak gibi Suriye’deki mevcut rejimin değiştirilmesi ve dolayısıyla da Beşşar Esad’in kendi rızasıyla veya devrilerek yönetimden uzaklaştırılması gerekiyordu. Türkiye’de 2009’da “açılım” süreciyle uygulamaya konulan plan, Arap ülkelerinden Tunus, Mısır, Libya, Bahreyn, Ürdün ve Yemen’de, muhaliflerin rejime karşı kışkırtılmasıyla iç savaşa dönüştürüldü. Türkiye ile 2010’da eşgüdümlü olarak başlatılan ve “Arap Baharı “ adı altında şirin gösterilmeye çalışılan plan, adeta domino taşı etkisi yaptı ve bu ülkeleri aşarak asıl hedeflerinde olan Suriye’ye kadar dayandı.

BOP’un Türkiye ayağı olan “Kürt Açılımı”nın hayata geçirilmeden rafa kaldırılmasında kumpas gerçeğinin ortaya çıkması kadar Beşşar Esad’in uzun süre direnmesinin de rolü büyüktür. Bölgede kritik rolü olan ülkelerden Suriye, yalnızca bölgenin dengelerini değil Türkiye’nin sınır güvenliğini, Güneydoğunun ekonomisini ve Kürt meselesini de doğrudan ilgilendirecek konumdadır. Bu gerçeğin altını bir kez daha çizmek isterim ki, Suriye’deki rejim değişmeden veya parçalanıp bölünmeden, Ortadoğu projesinin hedefine ulaşması mümkün değildir. Beşşar Esad’i devirme amaçlı isyanın ilk aylarından itibaren batı dünyası doğrudan Esad’e “Bırak git” mesajı vererek çekilmesini isterken arka planda ise Esad’ın ülkeyi istikrara kavuşturacak reformlarını engellemek için de geniş bir istihbarat ağı kurdular. Irak’ın işgali için TBMM’den tezkere çıkartamayan AKP ise ABD’nin güvenini yeniden kazanmak için Beşşar Esad’i devirme planına destek vermeye başladı.

Esad’ı devirme planı nasıl işleyecekti?

Plan şu şekilde işleyecekti; Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasıyla birlikte bozulan Suriye ilişkilerini cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in girişimleriyle onarmaya çalışan Türkiye’nin Esad ile görüşmeleri, devşirdikleri istihbarat kaynakları aracılığıyla izlenerek ABD Ankara konsolosluğuna aktarılacak, buradan da Washington’a rapor edilecekti. Washington’da bu istihbarat bilgileri doğrultusunda strateji belirleyerek önlemler alacaktı. Diğer yandan da Türk hükümetine Esad’ı devirmeye kararlı oldukları konusunda uyarılar yapılacak, gerektiğinde direktifler verilecekti. İsrail’in görevi ise İran’ı tehdit ederek Suriye’nin İran’dan dolaylı olarak da Rusya’dan uzaklaşması sağlamaktı. Diğer yandan da destekledikleri, finanse ettikleri sözde muhaliflerden oluşan terör örgütleri Esad’a karşı kışkırtılarak Suriye iç savaşa sürüklenecekti. Böylece birçok cephede savaşmak zorunda bırakılan Esad rejimi zayıflatılarak çökertilecekti. İsrail’in, İran’ı nükleer silah bahanesiyle tehdit etmesi, Esad’ın İran’dan uzaklaşmasını sağladı. Çünkü Esad, İran ile yakın ilişkide olduğundan tehditlerin kendisine yöneleceğini düşünerek İran’dan uzaklaşmak zorunda kaldı. AKP ise zaten muhalif adı altında Esad’a karşı örgütledikleri, eğittikleri paramiliter ÖSO’ya destek vererek Suriye’nin bölünmesinden yana tavrını ortaya koymuştu. Konunun daha iyi anlaşılması için Sezer döneminde ki Suriye-Türkiye ilişkilerini kısaca özetlemek gerekiyor.

Dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer önderliğinde Türkiye’nin bu yöndeki çabaları, Suriye’deki rejim sıkıntısı ve Esad’in bu sıkıntıları zamana yayarak reformlarla aşma planları ile bölgesel meselenin çözümü gibi konular ABD’nin Ankara, Beyrut, Kuveyt, Şam ile Riyad gibi elçilik ve konsoloslukları tarafından dikkatlice izlenerek Washington’a rapor edildi. Esad’in, Ocak 2004’te yaptığı Türkiye ziyaretinden sonra Suriye başbakanı Muhammed Naci el Utri ile dışişleri bakanı Faruk el Şara’da Türkiye’yi ziyaret etmişti. Karşılıklı başlatılan diplomatik manevralar, Erdoğan’ın aynı yıl içinde 22- 23 Aralık’ta, Şam ve Halep’i ziyaret etmesiyle devam etti. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in öncülüğünde başlatılan samimi diyaloglar, ABD’li diplomatlarca dikkatli bir şekilde izlenerek 18 Ocak 2005’te ABD’nin Ankara Büyükelçiliği baş müsteşarı Robert Deutsch tarafından “Ankara-Şam Baharını Başlattı” başlıklı ve “Kişiye Özel” ibareli bir telgraflarla Washington’a rapor edildi. Türkiye / Suriye ilişkilerinin yeniden olumlu bir ivme kazanmasından duyulan rahatsızlıkların yansıdığı telgrafta ayrıca AKP’nin iç siyasete oynadığına işaret edilerek şu ifade kullanılıyordu: “(…) Başbakan Erdoğan, Dışişleri bakanı Gül ve dış politika baş danışmanı Davutoğlu, Suriye ile iyileştirilmiş ilişkileri önemli bir dış politika olarak pazarlıyorlar.”

Türkiye / Suriye yakınlaşmasının ve yeniden diyalog kurma çabalarının böylesine ironik bir üslupla izah edilmesi boşuna değil. Çünkü ilerleyen yıllarda ABD’nin telkin ve tehditleri sonuç verecektir. Sezer’in görev süresinin dolmasından hemen sonra Suriye ile yapılan ticaret anlaşmalarının yanı sıra Esad’ın istikrarı sağlamak için başlattığı reform girişimlerine verdiği desteği çekmekle kalmayacak, ABD’nin Suriye planına dâhil olarak reformların engellenmesinde ABD’nin yanında yerini alacaktır.

Türkiye-Suriye ilişkileri nasıl engellendi?

Erdoğan’ın Suriye’yi ziyaret etmesindeki amacı, Sezer perspektifinde Esad ile Ortadoğu barışı ve Irak konusunu konuşmak, uzlaşmaktır. Bu görüşmenin ayrıntılarını ABD’li diplomatlara aktaran ise yine “Türk dışişlerinden irtibatta olduğumuz kişi” olarak bahsedilen ama adı gizli tutulan dışişlerinden birisidir. Abdullah Gül’ün başında bulunduğu Dışişlerinden bu kişi ile Robert Deutsch arasındaki geçen kısa diyalog, Deutsch’nin kendi anlatımıyla Washington’a şu şekilde rapor ediliyor: “(…) Türk dışişlerinde irtibatta olduğumuz kişi, serbest ticaret anlaşması imzalanmasının, ziyaretin parlak noktası olduğunu öne sürdü. Biz ise bunun Suriye’ye karşı yanlış bir yaklaşım olduğunu ve Türk hükümetine bu anlaşmayı onaylamaması telkininde bulunmayı sürdüreceğimizi söyleyerek karşılık verdik.”

Görüldüğü üzere Türkiye ile Suriye’nin yakınlaşması ve ticaret anlaşmaları imzalaması, ABD’nin bölgesel çıkarlarına ters düştüğü açıkça ifade edilirken bundaki asıl amaçları ise Türkiye ve Suriye işbirliğini, Esad’ın reformlarına verdiği desteği engelleyerek Ortadoğu coğrafyasında yalnız bırakmak ve böylece çöküşünü sağlamaktır. Suriye’ye ilişkin kriptoların genelinde Türkiye / Suriye ilişkilerini mercek altına alan ABD’li diplomatların rapor etmeden evvel ilişkide olduğu kişiler aracılığıyla AKP’nin nasıl bir politika izleyeceğine dair ön bilgi toplayarak öncesini kestirmeye çalıştıkları görülüyor. Görüştüğü kişilerden birisi de Türk Dışişleri Ortadoğu Daire Başkanı Mehmet Kemal Bozay’dır. Esad’ı, eski kuşak Baasçılara karşı çıkarak Suriye’de özellikle de iktisadi reform yapma çabası içinde gördüğünü söyleyen Bozay’ın ABD konsolosluğuna aktardığı bilgiler Washington’a şu şekilde rapor ediliyor:“(…) Bozay, Suriyelilerin iktisadi reforma giriştiklerini ve Türkiye’yi bu çabada potansiyel bir ortak olarak gördüklerini savundu.”

Robert Deutsch, Bozay’dan aldığı bu bilgiye ek olarak Erdoğan’ın, Suriye’den Türk yatırımcıların önündeki engelleri kaldırma talebine karşılık Suriye’nin de Türklerden menkul kıymetler borsası açabilmek için tavsiyede bulunduğunu raporuna not olarak düşüyor. Bozay, Suriye ile ilişkilerin yeniden geliştirilmesinin ABD’nin çıkarlarına hizmet edeceğini zannederek Suriye / Türkiye ilişkilerindeki olumlu gelişmeleri ABD’li diplomatlara aktarmakta sakınca görmüyor. Oysa ABD’nin planı farklıdır ve asıl amacı da Suriye’nin komşu olduğu bütün ülkelerle ilişkilerini sabote ederek bölgede yalnız bırakmaktır. Dolayısıyla ABD’li diplomatlar, görüştükleri herkesten öncelikle onların konuya ilişkin fikir ve görüşlerini alıyorlar ve sonra da kendi politikalarına ters düşenlere telkinlerde bulunarak, Suriye’den uzaklaşmaları konusunda uyarıda bulunuyorlar. ABD’nin bu taktiksel tavrını ortaya koyan hadise, ikili arasında yapılan görüşmede yaşanıyor ve Deustsch, Bozay’ı şu sözleriyle uyarıyor.

“(…) Biz (kendisini kastediyor) Bozay’a, ABD’nin bunu Suriye’ye yönelik yanlış bir yaklaşım olarak gördüğünü anlattık. Bu faaliyetleri durdurmayı talep eden somut mesajlar, Suriye’nin tavrını değiştirmesinde daha etkili olur. Bozay’a, Suriye’nin PKK lideri Öcalan’ı himaye ettiği zamanlarda Türkiye’nin 1998 sonunda Suriye’ye; Öcalan’ı sınır dışı etmesi için net mesajlar verdiğini ve bunu askeri bir harekât vaadiyle desteklediğini söyledik. Bu yaklaşım işe yaramıştı, Suriye Öcalan’ı göndermişti.”

Dikkat edilirse Deustsch, AKP’nin yürütmesi gereken politikaya, Türkiye’nin 1998’deki Suriye politikasını örnek göstererek “Sizin 1998’deki politikanız böyleydi. Bu politikayı sürdürün” şeklinde dikte ettirmekle kalmıyor, Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerini geliştirmeye yönelik faaliyet ve çabalarını, terörizme destek olarak göreceklerini hatırlatarak dolaylı yollardan tehdit etme cesaretini gösteriyor. Amerikan bakış açısıyla Suriye’ye ilişkin yapılan uyarı ve telkinler, Suriye üzerindeki amaç ve hedeflerinin bir yansımasıdır ancak Türk dışişlerinin ABD’nin emir eriymiş gibi direktifler alması, bağımsız iradeye sahip olmadığı gerçeğini de önümüze koymaktadır. AKP’nin, Suriye ile ilişkileri geliştirme çabasından vazgeçmesi, Erdoğan’ın, Esad’i düşman ve hatta katil ilan etmesindeki ani dönüşün başlıca nedenlerinden birisi de ABD’nin yaptığı telkinler ve uyarılardır. Bu önemli detay, Türkiye’nin dışişlerine kimlerin yön verdiğini göstermesi bakımından da önemlidir.

Kaynak: Veysel Boğatepe - Kemalist Devletle Hesaplaşma: Emperyalizmin Evrak Çantasındaki Kürt Meselesi (pankusyayinlari.com)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Veysel BOĞATEPE Arşivi