SANKİ, BİR ŞEYLER TERS GİTTİ!
SANKİ, BİR ŞEYLER TERS GİTTİ!
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de son yirmi, otuz yıldır çok ama çok büyük değişiklikler oluyor. Özellikle “oldu” demedim, “oluyor” dedim. Çünkü, bu yazıyı okuduğunuz anda bile hızlı bir değişim sürmekte.
Benim gibi kırk beş, elli yaşına gelenler, kendi çocukluklarını ve gençliklerini hatırlayacaktır.
Gerçi, bazılarımız biz hâlâ genciz diye aklından geçirebilir. Tamamıyla size katılıyorum. Hâlâ genciz ama yine de kırk yıl öncesini size azıcık hatırlatmak isterim.
O zamanlar Türkiye’de doğru düzgün asfalt yol yoktu. Olanlar da çukur ve tümseklerle engelli yarış pistleri gibiydi.
Ulaşım eski araçlarla güç bela yapılıyordu. O da her zaman araç bulamadığımız için bu yolculuklar da balık istifi şeklinde oluyordu.
Özel araçları olan da vardı var olmasına ama bunlar gerçekten zengin olanlar veya gurbette çalışan insanlardı.
Çok az sayıda yerli araba üretilebiliyordu. Üstelik, markasını söylemek istemiyorum ama bu yerli arabaların “merkepler” başta olmak üzere birçok hayvan tarafından kemirildiği anlatılıyordu.
Biz de minnacık çocuklar olarak bu anlatılanlara gülüyorduk. Sanki, masal anlatıyorlarmış gibi merakla ve tebessüm ederek dinliyorduk.
Elektrik günümüzdeki gibi her yerde yoktu. Büyük şehirlerde, ilçelerde olurdu. O da çoğunlukla kesilirdi.
Ekonomik krizler yüzünden veya iklim şartlarından dolayı elektrik birden bire kesilir, bazen günlerce gelmediği olurdu. Yani, milletçe yarı aydınlık, yarı karanlık bir hayatımız vardı.
Özellikle kış mevsiminde elektrik gittiğinde, sobanın üzerindeki kapağı aralar, alevlerin ve gaz lambalarının oluşturduğu loş ışıkta ders çalışırken uyuyup kalırdık.
Durumu iyi olanlar, evlerinde, “lüks” ismini verdiğimiz ,parlak ışık veren bir lamba kullanırlardı ama bu pahalı bir aydınlanma aracıydı. Çünkü, yakıtı olan ispirto ve “gömlek” dediğimiz lambası (fitil) oldukça fazla harcama yapmayı gerektirirdi.
Şanslı birkaç köy hariç hemen hemen hiçbirinde elektrik, doğru düzgün bir yol, su ve sağlık ocağı yoktu.
Hep yokluk, yoksulluk, cahillik vardı.
Her istediğimizi alamaz, her şeyi bulup yiyemezdik. Halk bu durumdayken ülkeyi idare edenler, bürokratlar, siyasetçiler hep birbirlerini suçlar, daima kavga ederlerdi.
Biz çocuk aklımızla niçin kavga ettiklerini, bağırıp çağırdıklarını anlamazdık. İnsanların bu büyük devlet adamlarını çılgıncasına alkışlamalarına bir anlam veremezdik.
Sonra, başta abilerimiz olmak üzere herkesin sokaklara döküldüğünü, bağırdığını, çağırdığını, kavga ettiğini gördük.
Derken bu kavga birden bire kan gölüne ve gözyaşına dönüştü. Baba evladına, evlat babasına kurşun sıkar hâle geldi. Her gün onlarca gencimizi, insanımızı anarşiye kurban vermeye başladık.
Bu arada, küçücük çocuk olan bizler büyümeye başladık. Doğruyu ve yanlışı hissetmeye, ayırt etmeye başladık.
Tam bu sırada, “12 Eylül Darbesi” oldu. Ordu, yönetime el koydu.
Cehennem gibi yanan Türkiye, bir anda söndü. Birden cennete dönüştü. Birbirine düşen Türk milleti yine kardeş oldu.
Türkiye’deki anarşi bıçakla kesilmiş gibi bir günde bitti, yerine huzur ve barış geldi. Bu duruma herkes şaşırdı ama kan akması durduğu, kardeş kavgası bittiği için sesini çıkaramadı. Her şeyi sineye çekti.
Sonra ülke tekrar içine kapandı, herkes kendi yağıyla kavrulmaya devam etti.
Üç beş yıl sonra demokrasi tekrar geldi ve Türkiye baş döndürücü bir değişimi yaşamaya başladı.
Yollar yapıldı, elektrik, telefon en ücra köylere kadar gitti. İnsanlarımız kalkınma, zengin olma aşkına kapıldı. Bu aşkla bazen günün yirmi dört saati çalışmaya başladı.
Yıllar böyle koşuşturmayla geçerken çağ atladık. Kalkınmaya başlayan, hızla üreten ve daha hızla tüketen bir toplum hâline geldik.
Köyden şehirlere hücum eden, on milyon insanın bir arada yaşadığı devasa şehirler oluşturan, gece gündüz koşuşturma içinde olan insanlar olduk.
Akıllı arabalarımız, evlerimiz, telefonlarımız, eşyalarımız oldu. Dünyayı teknolojik olarak yakaladık. Zenginleşmeye, rahat yaşamaya, yağ bağlamaya başladık.
Böyle yaşarken bir de baktık ki elli yaşına gelmişiz. Tam fakirlikten kurtulduk, zengin olduk derken millet olarak sahip olduğumuz tek varlığımızı, mutluluk kaynağımızı ve huzurumuzu kaybetmişiz.
Şimdi daha zengin ama daha mutsuz yaşıyoruz. O günleri özlemle yad ediyoruz.
Sonra da elimizde olmadan: “Sanki, bir şeyler ters gitti!” diye mırıldanıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.