Selçuk DÜZGÜN

Selçuk DÜZGÜN

Boz Doğan`la, Sarı Yılan!

Boz Doğan`la, Sarı Yılan!

Bu sefer yazı yok, konu yok sadece bir hikaye var.

 

Hikaye anlatacağım hainlerle,  şahinleri daha iyi anlayasınız diye.

 

Hikaye anlatacağım sürüngenlerin insafına kalmış hayatlar ile, şanlı ölümlerin farkını bilesiniz diye.

 

Hikaye anlatacağım üzerinde yaşadığınız topraktaki adamlığınızı kendi aynanızda göresiniz diye.

 

Evet Atsız hocamdan anlatacağım hikayeyi~


Hikaye şu;

 

'Sarı yılan, kavurucu yaz güneşinin altında çöreklenmiş, dinleniyordu. Üzerinde yattığı kaya, güneşin bütün sıcaklığını emiyor ve bulutsuz, rüzgârsız, gürültüsüz bir yerde uzanmak onun en özlediği şeydi. Burada kendisini rahatsız  edecek hiçbir şey yoktu. Karnı tok olduktan, çevrede düşman bulunmadıktan sonra  bahtiyar olmamak için sebep var mıydı ? 

Yılan keyif sürerken çok yükseklerde uçan bozdoğanın keskin gözleri onu seçti. 

Yıldırım gibi bir hızla süzülerek aşağıya doğru saldırdı. Her şeye rağmen uzakları kollamakta olan sarı yılan da bu tehlikeli saldırışı görmüş ve bir kaç  adım ilerideki kaya kovuğuna sığınacak kadar vakit bulabilmişti. 



Bozdoğan kovuğun önüne gelince öfkeli öfkeli güldü: 


- Kancık, dedi, meydana çıkıp döğüşeceğine deliğe kaçmaktan utanmıyor musun?


Sarı yılan yerinden emin olduğu için alaydan çekinmedi: 


- Ne diye döğüşeyim? Burada rahat rahat oturmak varken neden tatlı canımı  eziyete sokayım? Döğüş budalaların işidir! 

Bozdoğanın kızıl gözlerinde şimşekler çaktı. Gagasını, sarı yılanın sığınmış  olduğu deliğin ağzına vurarak cevap verdi: 

- Sen de bütün korkaklar gibi döğüşçü budalalık diyorsun. Çünkü mayan kancıklıkla yoğurulmuştur, Yerde sürünmeye alışıksın. Düşmanlarını gizlice zehirlersin. Kuvvetlilerle çarpışmak için yüreğin yoktur. Yalnız menfaat için  kıpırdarsın. Şeref için savaşmanın ne olduğunu bilmezsin. 

Bu sözler üzerine sarı yılan bir kahkaha koyuverdi:

 
- Haydi oradan budala! Senin şeref dediğin şey karın doyurur mu? Şeref diye döğüşüp günün birinde geberirsin. Şerefler senin olsun. Ben halimden memnunum!

Bozdoğan dövüşemediği için hırçınlaşıyordu. Kanat çırpıp kovuğun ağzına hızla çarptıktan sonra haykırdı. 

- Alçak, namuslu isen, ersen çık da sana dünyayı göstereyim. Deliklere sığınmakla kurtulacağını mı zannediyorsun. Senin gibi deliklere kovuklara sığınan, yerin altına giren nice korkaklar gördüm ki sonunda geberip parçalanmaktan yakalarını sıyıramadılar.

Sarı yılan bu meydan okumalara soğuk ıslaklarla gülerek karşılık veriyordu. 


Bozdoğan kızgınlıktan delirmiş gibiydi. Kovuğun ağzına saldırarak kanat ve gaga  vuruşlarıyla deliği açmaya çabalıyordu. Her vuruşta kayanın küçük bir parçasını kırıyordu. Yılanı birden bire korku aldı. Böyle giderse bir müddet sonra delik büyüyecek ve bozdoğan kendisini parçalayacaktı. İşin şakaya gelir tarafı kalmadığını anlayınca ciddileşti. 

- Azizim, dedi, sen boşuna üzülüyorsun. Buraya girdiğim için sen beni korkak sanma, istersen seninle kuvvet deneşelim. Meselâ ilk önce şu dağın tepesine dek yarışalım!

 

Bu sözler o kadar umulmadık sözlerdi ki bozdoğanın şaşkınlıktan kanatları düştü. 


Gözleri öfke yerine hayretle açılarak: 

- Yarışalım mı? Sen mi benimle yarışacaksın? Sen nasıl yarışırsın" diye sordu.

 

 Sarı yılan güldü : 

- Evet, seninle yarışacağım. Şu dağın tepesine hangimiz daha önce varacağız bakalım? Nasıl? Razı mısın? 

Yarışı kaybettiği takdirde sarı yılan bazı tavizler de vermek üzere idi. 


Fakat bozdoğan bu meydan okumadan o kadar sıkılmıştı ki, her şeyi unuttu. Göğe  doğru yükselerek yarışmanın verdiği coşkunlukla: 

- Haydi çık, dedi, sana dokunmayacağım. Sen dağın tepesine çıkıncaya kadar  ben oraya kaç defa çıkıp ineceğimi hesaplamak istiyorum. 

Sarı yılan, bozdoğanın sözünün eri olduğunu biliyordu. Kovuktan sürünerek çıktı. Yan yana durdular. Yılan bir, iki, üç diye saydı ve daha üç demeden önce bütün hızıyla ileri atıldı. Bozdoğan da göğe doğru ok gibi fırladı. 

Hava sıcak olduğu için sarı yılan yorulmadan, sağa sola kıvrılmadan ilerliyordu. Bozdoğan ise dövüş durumunu almış olduğu halde yükseliyordu. 

Birkaç yüz adım ilerideki ağaçlıkta yuva kurmuş olan kargalar bir bozdoğanın orada olduğunu görünce yavrularını korumak üzere toplanıp saldırdılar. Bozdoğan yoluna devam etseydi kargalar kendisine yetişemezlerdi. Fakat, o kendisiyle çarpışmak isteyen düşmanları ihmal edemezdi. Geriye döndü ve karga sürüsüne daldı. Birkaç dakika vuruştular. Gaga, pençe ve kanat vuruşlarıyla birkaçını devirdi. Ötekiler kaçtılar keyifli dönerek yeniden yükselmeye başladı. 

Bozdoğan kargalarla savaşırken san yılan dağa doğru sürünerek çıkıyordu.

 
Yolda uyuyan bir kirpi görüp sessizce yanaşarak onu sokmuş, sonra yine tırmanmaya başlamıştı. Tam bu sırada yükseklerde uçan ak sungur onu seçmiş ve yıldırım gibi tepesine inmişti. Bu sefer sığınacak ye de yoktu. Kurnazlıkla kendisini kurtarabilirse kurtaracaktı. Ak sungur tepesine inerken bağırdı: 

- Aman! Ak sungur kardeş! Ben de sana yardıma geliyordum. Bozdoğan seninle döğüşmeye geliyor. Sana bu haberi yetiştirmek için bak ne kadar yoruldum. 

Ak sungur cevap vermedi. Bozdoğanı görmüştü. Yılanı bırakarak ona döndü. 


Bozdoğan da şerefli düşmanını görünce yarışı bırakmış, onun üzerine atılmıştı.

Ah, döğüşmek bahtiyarlığı ! İki denk düşman şiddetle vuruşuyorlardı. Havada kısa kavisler çiziyorlar, sonra şiddetle birbirine doğru fırlayarak sert kanat ve pençe vuruşları yapıyorlar, gagalarıyla birbirlerinin kanat tüylerini yolarak uçuş kabiliyetlerini azaltmaya çalışıyorlardı. Yılan bir an döğüşe baktı. Bunun uzun süreceğini anlayarak dayanılmaz bir hırsa kapıldı ve olanca hızıyla dağa tırmanmaya başladı. 

Döğüş sarı yılanın düşündüğü gibi uzun sürdü. Bozdoğan kanadından ve göğsünden yaralandı. Fakat ak sungur'u yenerek düşürmeyi başarmıştı. Keskin gözleriyle dağa bakarak yılanın kendisini geçmiş olduğunu görünce hızlanmak istedi. Gerçi yaralı olduğu için eskisi gibi uçamıyordu, fakat ne de olsa sürünerek çıkan yılan tepeye varıncaya kadar on defa oraya çıkıp inebilirdi. Bir iki kanat çırpışından sonra sarı yılana yetişti ve onu geçerken: 

- "Kargalarla ve ak sungurla dövüştüğüm için bu kadar geciktim. Yoksa şimdiye kadar iki defa inip çıkmıştım" diye seslendi.

Yılan nefes cevap verdi: 

- Yalnız sen mi dövüştün? Ben de yolda kirpi ile dövüşüp onu hakladım. 

Yükselmekte olan boz doğan bu sözleri duymamıştı bile. Dağın tepesine 
varmıştı. 

Fakat orda yuva kurmuş olan kara kartal bir yabancının geldiğini görünce dışarı fırladı ve boz doğanı önledi. 

Boz doğan zaferle sarhoştu. Kendisinden güçsüz olanları, kendisiyle denk olanı yenmişti. Şimdi kendisinden güçlü olanla çarpışacaktı Tanrım!... Bu dövüşte, hiçbir karşılık beklemeden ün ve şan için yapılan bu çarpışmada ne büyük tat vardı! Boz doğan yüksünmeden savaşı kabul etti. Yaralı olduğu halde kartalın saldırışına bir saldırışla karşılık verdi. 

Havada pek sert kanat sesleri işitiliyordu. Bu kuvvetli kanatların yaptığı 
rüzgâr dağın doruğunda esen rüzgârla eşitti. Sarı yılan kızışmış olduğu halde yukarılara doğru çıktıkça havanın serinlediğini duyuyordu. Rüzgâr nerdeyse kendisini aşağıya sürükleyecekti.

İçinden bir an: 


- "Bu kartallar, sungurlar, doğanlar bu yükseklerde nasıl yaşıyorlar" diye 
düşündü. Bunların yaşayışı çetin bir boğuşmadan ibaretti. Keskin göz, güçlü kanat, yırtıcı pençe gerekti. Bir zayıflık anı buradaki yaratıkları yok 
edebilirdi. 

Yılan göğsünü şişirdi. Gururlandı. İşte dağın doruğuna yaklaşmıştı. Başının üstünde dövüşen iki yırtıcıya baktı. Nasıl kıyasıya dövüşüyorlardı. Bunların zehiri yoktu. Kaçmayı düşünmüyorlardı. Hile yapmıyorlardı. Gerileyişi bile hız almak içindi. Birbirlerine saldırışları, vuruşları, hatta bakışları sarı yılanın o kadar hoşuna gitti ki her şeyi, hatta yerde sürünmek için yaratılmış olduğunu bile unuttu ve tıpkı onlar gibi uçarak dövüşe karışmak için bu gücü ve hızı ile havaya zıpladı. 

Heyhat!... Yerden ancak bir karış yükselebilmiş ve bütün ağırlığı ile yine 
toprağa çarpmıştı. Bir an üzülür gibi oldu. Sonra bütün felsefi kurnazlığını toplayarak şöyle düşündü : 

- Uçup dövüşüp nolacak? İşte şimdi biri ölecek. Yarın da ötekine başka biri öldürecek. Daima heyecan, daima tehlike neden? Ben kendi dünyamda pek rahat yaşıyorum. Düşmanımı gizlice zehirler, Öldürürüm. Maksat yükselmekte ise dağa kadar yükseldim ve boz doğanı geçtim. 

Hakikaten, sarı yılan dağın tam tepesindeki kayanın üstüne kadar çıkmıştı. Bu sırada kara kartalla boz doğanın dövüşü bitmek üzere idi. Kara kartal kavgayı kazanmıştı. Boz doğanın  bir kanadı kırılmış, bir gözü kapanmış, her yeri kan içinde kalmıştı. Yavaş yavaş düşüyordu. 

Sarı yılan memnundu. Bir zafer haykırışı ona bağırdı: 

- Yarışı kazandım. Senden önce buraya geldim. Senden yüksekteyim 
 
Boz doğan acı acı gülerek cevap verdi: 

- Sürünerek çıkmak yükselmek demek değildir. Sen yukarılara doğru çıksan bile yine alçaksın. Ben aşağıya düşerken bile yükseğim. Sen yılan gibi yükseldin. Ben doğan gibi düşüyorum. ``

 

Hadi karar verin bu dünya için kendinize biçtiğiniz karekter ne?Boz Doğan gibi şerefinizle mi öleceksiniz,  yoksa sarı yıla gibi dünyalık sürünüşe devam mı edeceksiniz?

 

Selam olsun Doğan gibin düşenler, lanet olsun sinsice yükselenlere...vesselam


Selçuk Düzgün 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selçuk DÜZGÜN Arşivi