Putin’in sopası, Rus muhipleri ve İdlib’in sonuçları
7 Ekim 2019 tarihinde Suriye’nin kuzeyindeki Amerikan güçleri bölgeyi terk etti ve 13 Ekimde Esad’a bağlı kuvvetler girdi. O tarihten bu yana Türkiye hızla Rusya ile karşı karşıya geldi. Dün yapılan saldırıyla beraber toplam şehit sayımız altmışa yaklaştı. Üstlenmese de saldırıların Rusya tarafından koordine edildiği açık. Kayıplar üzerinden Türkiye’yi eğitmeye ve Erdoğan’ı boyun eğmeye zorlayan bir tavrı var.
24 Kasım 2014’te Rus uçağını düşürdük. ABD ve NATO düşürülen Rus uçağının uyarılara rağmen Türk hava sahasını ihlal ettiği için vurulduğunu açıkladılar. Rusya Suriye’de hava sahasını bize kapattı, Türk mallarına ambargo koydu, Türk firmaların izinlerini iptal etti, turist gelişini engelledi. Türkiye meseleyi uzatmayı çıkarlarına aykırı gördüğünden, yedi ay sonra ölen pilotun ailesinden özür dileyerek Rusya ile barıştı.
Şimdi yeniden başa döndük. Fakat uçağı düşürdüğümüz andan daha kritik bir noktadayız. O gün birliklerimiz Suriye topraklarında olmadığından Rusya ile muharebeye girme ihtimalimiz düşüktü. Bugün askerlerimiz Rusya ile paylaştığımız sahada şehit düşüyor.
Putin, Türkiye’nin laftan değil sopadan anlayacağını düşünüyor olmalı. Bizzat Erdoğan’ın ağzından 5 Martta yapılacağı ilan edilen buluşmanın gerçekleşmeyeceği önce Kremlin sözcüsü tarafından açıklandı. Sonra Erdoğan Putin’le telefonda görüşünce 4-5 Martta buluşmayı gerçekleştirmeyi kabul ettiler. Fakat Rus tarafı bu toplantıyı formalite olarak görüyor. Açıkçası Putin, Erdoğan’ı muhatabı olarak iktidarda daha fazla görmek istemiyor.
Türkiye, Rusya ile anlaşarak İdlib’e girdi. Şimdi Rusya masada anlaşıp kabul ettiği bir devleti bombardıman ederek kovuyor. Üstelik bunu rejim karşıtlarına yönelik bir operasyon olarak yapmıyor doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alarak gerçekleştiriyor. Türkiye’nin varlığını silahla ezmeye kalkmanın adı nedir?
Soçi’si Astana’sı, S-400 bataryaları, Rusya ve İran’la kurulan tüm o ittifak görüntüleri yerini savaş haline bıraktı. Rusya ile görüşmeler “çık-çıkmam” noktasında tıkandı. İran’la zaten hiçbir temas yok. On binlerce Şii milisiyle kuzeye yürüyor. İkisi birden Esad’a “vur” diyor. Onlarca askerimiz şehit oluyor.
Peki tüm bu olup bitenler sürpriz mi?
Bu köşede yayınlanan 16 Nisan 2018 tarihli yazımda “Rusya biraz da ABD ile karşı karşıya kalırız umuduyla Afrin harekatına göz yummuştu. İyi de Pentagon o kadar aptal mı? Yarım asırdır müttefiki olan Türkiye’yi tanımamış mı? Yarın Menbiç’i hatta Fırat’ın doğusunu bırakıyorum derse Rusya ile Türkiye karşı karşıya kalmaz mı?” demiştim.
Mecliste HDP dışındaki tüm partiler tezkereye destek verdiler. Meclis dışındaki partiler de dahil TSK’nın bölgeye yaptığı tüm harekatlar büyük çoğunluk tarafından desteklendi. Şimdi de kalkmış “Türkiye’nin orada ne işi var” diyorlar. Akşam Suriye’ye karşılık verme hakkımız olduğuna dair bildiriye imza atıp sabah “anlaşalım” diyorlar.
9 Şubattaki yazımda “Rusçularla Amerikancıları birleştiren Esad Paradigması”ndan bahsetmiştim. Aslında Suriye’de 2015’ten itibaren Rus ve Amerikan planlarının örtüştüğünün bir kanıtı olarak “Esad’la anlaşma” diye bir reel temeli olmayan bir propagandanın yürütüldüğünü söylemiştim.
Dikkat edilirse her iki kesim hem Esad’la anlaşma yapılarak bu meselenin çözüleceği noktasında mutabıklar hem de gelinen noktada tüm suçun Erdoğan’da olduğunda ısrar ediyorlar.
Onlarca şehit verdiğimiz saldırılar sonrasında Rus Dışişleri bakanı Lavrov “Suriye Silahlı Kuvvetlerinin eylemleri İdlib anlaşmasının ciddi ihlallerine karşı bir cevaptır” dedi. Açıklama Rus resmi yayın organlarında yayınlandı. Bu Türkiye’deki gayrı resmi Rus yanlılarının da ortak fikri olarak açıkça ifade ediliyor. Şimdi deniyor ki İdlib’te ne işimiz Menbiç’e gidelim. Niye, çünkü ABD orada.
Türkiye’de iki ana Rusçu yaklaşım mevcut: İlkine göre, Erdoğan başından itibaren batının Rusya’yı güneyden kuşatma stratejisini uyguluyor. Diğeri ise Rusya ile her anlaşmazlığı görmezden gelerek Türkiye’yi Rus dış politikasına uygun biçimde manipüle etme amacı güdüyor. Rusya ile sahada yaşanan gerginliği bile ABD’nin kışkırtmasına bağlıyor. Buna göre Erdoğan ABD’nin “gazına” geliyor. ABD’nin hedefinin “Erdoğan’ı Saddamlaştırmak” olduğu iddia ediliyor.
Öncelikle “Saddamlaşma” benzetmesi yeni değil Gezi Olaylarından beri söylenegelen bir şey. Eğer ABD’nin Erdoğan’ı Saddamlaştırmak gibi bir amacı olsaydı Esad’ı değil Kürtleri üzerine sürerdi. İlişkilerin en gergin olduğu “Rahip Bronson”un tutukluluğu sırasında bile Trump, Erdoğan’ı hedef göstermedi. Aksine Erdoğan bazı çıkışları olmasa Batı tarafından unutulmak istenen bir figür. Türkiye’yi bölgede kabul eden, sonra da bombardıman edip kışkırtan bir güç varsa o da Rusya. Eğer bir Saddamlaştırma planı varsa bu Putin eliyle uygulanıyor.
Tüm bu kafa karıştırıcı etkilerden bağımsız davranmak gerekiyor. Soçi ve Astana süreçleri bitmiştir. Türkiye yalnızdır. Türkiye’nin hedefleri doğrultusunda bölgede ittifak kurabileceği bir ülke yoktur. Batı Türkiye’yi çoktan terk etmiştir. NATO hiçbir koşulda beşinci maddeyi işletmeyecektir. Göçmen krizi bile Türkiye’ye gereken desteği sağlamayacaktır. ABD ya da başka bir Atlantik İttifakı üyesi ülke bölgeye asker ya da silah göndermeyecektir.
Rusya önce ipleri gerdi şimdi biraz salarak Türkiye’ye bölgeden uzaklaşma opsiyonu tanıyor. Bunun adına da “Gerilimi Azaltma” diyorlar. Fakat değişen bir şey yok. Hala Türkiye’nin önündeki seçenek kendi sınırlarına doğru çekilmek ya da her an büyük kayıplar verme riskini alarak orada durmaktır. İlki gerçekleşmeye başladığında Türkiye’nin tüm bölgedeki etkinliği zayıflayacak ve kendi içine dönecektir.
İdlib çekilmesi nüfus akımları, askeri gerileme, ekonomik kırılmalara ve iktidar değişimine yol açmakla kalmayacak Türkiye’de sistemin yeniden inşasının da başlangıcı olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.