Celal Eren ÇELİK

Celal Eren ÇELİK

Küçük partilerin büyük önemi

Küçük partilerin büyük önemi

Türkiye’e son dönemde sıklıkla gündeme gelen ve tartışma konusu olan konulardan bir tanesi de hiç şüphesiz “Erken seçim olur mu?” sorusuna kilitleniyor.

Kimi çevreler AKP’nin şu şartlarda bir erken seçime gitmeyeceğini savunurken,kimi çevreler ise AKP’de yaşanan önlenemez kan kaybını daha fazla yaşamak istemeyecek–Açıklanan son 2 ankette AKP oyları %38-40 bandına dek gerilemiş durumda- ve reel ekonomideki “üzeri örtülemez” kilitlenmişliğin daha fazla sürdürülemez olduğu gerçeğini de görmezden gelemeyecek olan AKP’nin 2020 içerisinde bir “Erken seçim hamlesi” yapacağını savunuyorlar.

Öte yandan tam da bu süreçte Türkiye’de hiç olmadığı kadar fazla “Yeni siyasi parti” hareketliliği yaşanmaya başladı.

Ahmet Davutoğlu Gelecek Partisi’ni kurdu,teşkilatlanma çalışmalarına başladı bile, Ali Babacan’ın partisi ise “eli kulağında”

Ama bu 2 parti dışında CHP’den istifa eden Ardahan Bağımsız Milletvekili Öztürk Yılmaz yeni parti çalışmaları için start verirken,uzun zamandır pasif haldeki Abdürrahim Karslı’nın Genel Başkanlığı’ndaki Merkez Parti’nin de son günlerde yeniden bir “hareketlilik” içerisine girdiğini gözlemlemek mümkün.

Öte yandan CHP’den istifa eden Özlem Ağırman Gelişim ve Demokrasi Partisi Kuruluş Hazırlıkları Platformu’nu hayata geçirerek yeni bir siyasi oluşum için çalışmalarını başlatırken,aşırı milliyetçi kanatta da “Yeni parti” kervanına Turan Partisi katıldı…

Peki pek çoğunuzun bazılarının belki de ismini ilk kez duyduğunuz bu partiler neden birden bire siyaset arenası içerisinde bir “Hareketlilik dalgası” yaratmaya başladılar?

Neden daha önce değilde şimdi başladı bu “Yeni siyasi oluşum” arayışları?

Hem de son olarak Themis Araştırma Şirketi’nin geçtiğimiz günlerdeki anketinde “Türkiye’de yeni bir siyasi partiye ihtiyaç var mı?” sorusuna %65,5 oranında “HAYIR” cevabı çıktığı bir ortamda…

İşte bunun sebebi Türkiye’de “sıcak gündem” maddeleri nedeni ile ara ara gündeme gelse de uzun soluklu ve detaylı biçimde masaya yatırılarak tartışılamayan “Filli Koalisyonlar Dönemi Zorunluluğudur”

***

Peki nedir “Fiilli Koalisyonlar Dönemi Zorunluluğu”?

16 Nisan referandumu ile kabul edilmesinin üzerinden neredeyse tam 2 yıl geçmiş olmasına rağmen “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli” ile ilgili tartışmalar bitmiş ve sistem genel bir toplumsal kabul görmüş değil.
Özellikle sisteme muhalif olan blok,sistemin "tek adam rejiminin" önünü açacağı/açtığı yönündeki eleştirilerini daha sistem ilk olarak tartışmaya sunulduğu günden bu yana savunurken, sistemin savunucusu olan kesimler ise en önemli argüman olarak bu sistem ile Türkiye'de koalisyonlar döneminin sonuna gelineceğini ve güçlü bir yönetim tarzı ile siyasal istikrara kavuşulacağını tezini savunuyorlardı.

Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli, 24 Haziran seçimleri ile birlikte Türk siyasi yaşantısında 2 ana bloğu "ittifaklar" yolu ile karşımıza Cumhur ve Millet İttifakı adı ile çıkartırken,24 Haziran seçimleri ile birlikte, "koalisyonların sona ereceği" savı en güçlü argümanı olan bu sistem kendi içerisinde fiili bir "koalisyonlar" bloklaşmasını meydana getirdi.

2002 yılından itibaren AKP'nin 18 senedir uyguladığı kutuplaştırma (polarizasyon) stratejisi,kağıt üzerinde kendisine seçim kazandırıyor olarak gözükse de bugün gelinen noktada aslında başta AKP'nin savunucusu olduğu Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli'ni "fiili koalisyona mahkum" eder hale getirdi.

Zira bugün ortaya çıkan siyasi tabloda Türkiye, AKP ve MHP'nin oluşturduğu Cumhur İttifakı ve ana taşıyıcı kolonunu CHP ile İYİ PARTİ'nin oluşturduğu Millet İttifakı arasında adeta ortadan bıçakla bölünmüşçesine çok az bir fark ile ikiye ayrıldı.

24 Haziran seçimlerinde Millet İttifakı ile Cumhur ittifakı arasında bulunan 9 puanlık fark nedeni ile çok fazla kendisini belli etmeyen ve etkisi hissedilmeyen asıl önemli gelişme ise 31 Mart yerel seçimlerinde aradaki makasın kapanması ile kendisini gösterdi.

Zira 31 Mart seçimlerinde Cumhur İttifakı %51-52 bandında oy alırken karşısındaki CHP-İYİ PARTİ'den oluşan Millet İttifakı ile diğer muhalif partilerin oy oranları da toplandığında Cumhur İttifakı'nın karşısına %48-49'luk bir diğer "Muhalif Blok" çıktı.

Bu da bundan sonra bu kutuplaşmış siyasal tablo devam ettiği müddetçe, eskiden "Diğerleri" hanesine yazılıp önemsenmeyen küçük partilerin değerini çok çok arttırarak, bu küçük partilerin adeta sistemin "anahtarı" haline geleceği gerçeğini karşımıza koydu...

Çarpıcı bir örnekleme ile anlatacak olursak, bugün İstanbul seçimlerinin maksimum 15-17 bin oy ile kazanılıp kaybedildiği bir siyasal konjonktürde (Mazbatanın iptal edildiği ilk seçimi baz alıyoruz.

Zira ikinci seçimde parametreler değişmiş ve İmamoğlu’na rakip ittifak tabanından da bir daha olmayacak şekilde ciddi “emanet oy geçişkenliği yaşanmıştır) Türkiye geneli oy oranı %1'i bulmayan DSP'nin adayı 30 binin üzerinde,Türkiye genelinde %2'yi zor bulan Saadet Partisi adayı 150 bin oy bandında,yine Türkiye genelinde oy oranı %1'e tekabül etmeyen Bağımsız Türkiye Partisi'nin adayı ise 25 binin üzerinde oy aldı.

Bu partilerden bir tanesinin dahi seçime kaybeden tarafın yanında girmiş olması seçimin sonucunu kaybeden taraf olan AKP lehine değiştirebilecekken,yine bu partilerden birinin dahi seçimlere CHP ile ittifak halinde girmesi çok daha büyük bir farkın olması ve seçimin bu denli tartışmalı hale gelmemesini sağlayacaktı.

Yine bir başka çarpıcı örnek vermek gerekirse Balıkesir'de AKP ve İYİ PARTİ'nin kıran kırana bir seçim yarışı gerçekleşirken kazanan sadece 10 bin oy farkı ile AKP oldu.Oysa seçimlere katılan ve Türkiye geneli oy oranı %1'i bulmayan Demokrat Parti adayı 12 bin oy alı.Yani Demokrat Parti seçime İYİ PARTİ ile ittifak yaparak girseydi seçimin çok az farkla da olsa İYİ PARTİ tarafından kazanılması yüksek ihtimaldi...

Örnekleri çoğaltmak mümkün...

***

Bu seçimlerin ardından Türkiye'de aslında Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli'ni ana muhalefet ile arasındaki yüksek oy farkına güvenerek "kurgulayan" ve bu sistemi adeta kendi iktidarının "garantisi" olarak gören AKP ve AKP üzerinde kurduğu nüfuz ve etki alanı sayesinde sistemin yönlendirilmesini sağlayan MHP ciddi bir sorun ile karşı karşıya.

Zira karşı bloğun konsolide biçimde karşılarına çıkabileceğini hesaba katmayan bu 2 parti,bugün gelinen tabloda bu hesap hatalarının bedelini ilerleyen süreçte artık "kuyumcu terazisi hasasslığına" bürünen siyasal terazide hangi tarafın ağır basacağını belirleyecek olan "küçük partilere" mahkum kalarak ödemek durumunda kalacaklar. 

***

Ve 31 Mart yerel seçimleri ile birlikte sistemin "anahtarı" olduğunu gören "küçük partileri" genel seçimler esnasında da her iki ittifak bloğu ile de elleri çok daha güçlü biçimde pazarlık masasına otururken göreceğiz. 

Yaşanacak süreç sonucunda bu "küçük ama kilit partiler" katılacakları ittifak bloğunu "seçilecek yerlerden kendilerine verilecek milletvekillikleri" ve tabii bu vekilliklerin sayılarına göre belirleyecekler ve yine önümüzdeki ilk seçimlerde ittifaklar bünyesinde Meclis'e girdikten sonra ittifaktan ayrılarak 2'şerli,3'erli şekilde kendi partilerini temsil eden küçük partileri Meclis kürsüsünde ve sıralarında göreceğiz.

***
Bu da aslında Türkiye'de ABD tipi MERKEZ SAĞ VE MERKEZ SOLDA "2 ana partili" bir "kaldıraç" sisteminin dizaynı için kurgulanan Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modelinin daha 2. seçiminde Meclis içerisinde iflası ve eski sistemde olduğundan da çok partinin yer aldığı bir Meclis artitmetiğinin karşımıza çıkması sonucunu doğuracak.

Yani yazımızın başında belirttiğimiz “Fiili Koalisyonlar Dönemi Zorunluluğu” ortaya çıkacaktır.

Bu çok parçalı/partili Meclis yapılanması ise, eğer Meclis'e ittifaklar yolu ile girebilen "küçük partiler" akıllı stratejiler izleyebilir ve kendi aralarında bir "küçük partiler bloğunu" Meclis içerisinde kurabilirlerse, Meclis'te ana iki blok olan Cumhur ve Millet İttifakı partilerinin kendilerine mahkum kalması sonucunu doğuracaktır.

Hal böyle olunca da "küçük partiler" ilerleyen süreçte Türk siyasal hayatına oy yüzdelerinden kat be kat fazla bir etki ile etki edebilecektir.

***

Son olarak bu tablodan çıkan belki de en önemli sonuç ise "istenerek böyle tasarlanmamış" olmasına rağmen, Türkiye'de 2 ana ittifak bloğunun ülkeyi adeta bıçakla ikiye böler şekilde siyaseten ikiye böldüğü ortamda "küçük partilerin" siyasal sistemde "fiili bir denetim misyonu" üstlenerek, bir "frenleme unsuru" olarak konumlanmaları olacaktır ki belki de "eğrisi doğrusuna denk gelen" bu sistemin bugünkü siyasal konjonktür gereği karşımıza çıkarttığı bu durum bu siyasal tablodaki en kıymetli ve belki de en "hayati" kazanım olabilecektir..

Türk siyasetinin yeni dönemi ile ilgili olarak aynı olaytlara farklı bakış açılarından yorum getirerek tartışılabilecek pek çok konu tabii ki vardır lakin tartışılamayacak ve tescillenen tek konu, 31 Mart seçimleri ile birlikte Türkiye'de "fiili koalisyonlar döneminin başladığı" ve "küçük partilerin" önümüzdeki süreçte siyasal hayatımızın "anahtarı" olacağı gerçekliğidir.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Celal Eren ÇELİK Arşivi