Kaf dağından son sözlerimiz!
"Ey aziz can! Eğer Allah bazılarının halini halka açık ederse, onları taşlarlar. Onların sözde ibadetlerinin mumunu söndürürler. Halk onları tanırsa, onları inkar ederek onlardan uzaklaşırlar. Onları iki yüzlü ve riyakar olarak bilirler. Onların takvasını kusur olarak görürler ve topyekûn onlardan kaçarlar. Bulut onların yıldızının önüne çıkarsa, onlar kendileri için ne çare düşünecekler acaba...?"
"Ey aziz can! İslam ahkamı ve hukuku kişinin tek başına başaramadığı işlerde ortaya çıkar. Şeriatta sen, sen; ben, ben olurum. Tarikatta ise sen, bendir; ben ise sendir. Hakikatte derece belirince biz mahvoluruz ve geride bir tek O kalır. Şeriatta baş daima baştır. Tarikatta ise baş ayaklar altında ise güzeldir. Hakikatte ise ne ayak ne de baş vardır. Orada ne göz işe yarar ne de kaş. Hakikat sınırsız bir denizdir. Şeriat bir gemi, tarikatta yelkendir. Şeriat şehrinde dükkanlar kurdular ve ev basanları, hırsızları cihandan sürdüler. İsteyene incileri sattılar, dünyayı din ile ele geçirdiler.
Allah dostları peygamberlerin şehrinde, iki yüzlülüğe kapılmadan hususi davette bulundular. Her biri birkaç mürit topladı ve Allah'a ulaştırdı. Bu Allah dostları kendilerinden din uydurmadılar, peygamberlerin getirdiği dine göre insanları hakka davet ettiler. Peygamberler dine davet ederler; evliyalar ise dinde yol gösterirler. Kafiri mümin yapan peygamberlerdir, müminlere irfan kazandıran peygamberler ile velerdir. Halk güneşi ve ayı sever; ancak veliler bir tek onu sever..."
"Ey aziz can! Bu zorlu ve bir o kadar da muştulu yolda yüzlerce şeytan vardır. Er olan hiç şeytana uyar mı? Şeytanlarla rastlamamak için doğru yolu bırakıp eğri yola girme. Doğru yolda senin malını ve imanını sömüren, götüren yoktur. Eğri yolda ise harami çoktur. Eğer anlayacaksan ve işitip tutacaksan sana dosdoğru olan yolu söyleyeyim. Sen hak yol olan Hz. Muhammed Mustafa ve Ehlibeytin yolunu tut..."
"Ey aziz can! Sen, hakka giden doğru yolu gösteren Hz. Peygamberin ve Ehlibeytinin yolunu tut. Alim olan, Allah sözünü söyler ve Hz. Peygamber ile Ehlibeytin hadislerini açıklayıp yorumlar. Konuşurken hikmetli sözler kullanır ve uzman fakihlerden, ariflerden öğrendiklerini söyler. Cahilin sözü kendisinden olduğu için sözlerininde kendi gibi ne tadı ne de tuzu vardır. Cahil kimdir, onun sözü ne olacak! Kendisinin ne tadı var ki sözlerinin tuzu olsun! Cahillerin sözüne kulak verme ve bencillerin ardından gitme. Şimdi halk hep ahmaklara çok önem vermeye başladı. Ey aziz can! Sen halk için ahmak olma...!
"Ey aziz can! Sahteyi safi olandan ayırt etmekmi istiyorsun? İşte Kur'an, işte Hz. Peygamber ve işte Ehlibeyt! Onlar birçok mihenkler ortaya koydular ve sahte ile asılın özelliklerini söylediler. Her kim ben altınım diyorsa, onu kınayınız. Nurların ortaya koyduğu mihenklerde onun ayarını ölçünüz. O mihenkte düşük ayarda çıkarsa, bunu görüp o göğe bile uçsa onu okla vurunuz. Bazı gaip okları Allah tarafından atılır, bazı gaip okları ise şeytan tarafından atılır. Kimseden işitmeden ayağa kalkınca, kendi gözünüzle görünce onun dine uygun olup olmadığını sorgulayın ve onun Allah katından gelen bir oku olduğunu bilin. Dine uygun değilse onu terk edin ve şeytan tarafından atılan bir gaip oku olduğunu anlayın.
Allah katından olan kimse, zaten ayarı yüksekse bile onu kimseye göstermez. Şeytani olan kimse ise halkı gördüğünde, ayarı düşük olmasına rağmen uzun gün insanlara kendisinden bahseder. Cahil, olmayan kerametlerini satandır. Alim ise sırrını gizli tutandır. Alim ilim okunu atmaktan başka bir şey yapamaz. Cahil ise ilmi olmadığı için keramet satmayı bırakamaz. Cahili görünce onun hilelerinin farkına varın. İlimle de bu faninin sözlerini anlayın..."
"Ey aziz can! Bu fani bildiklerini söyler, bilmediklerini de aradan çıkarır. Bu yolda yedi vadi vardır; Kişi ilkin istek vadisini geçer, sonra da aşk vadisinde kuş gibi uçar. Ondan sonra bilgi vadisine erişir ve buradan da birlik vadisine ulaşır. Gönül tokluğu yöresini geçince hayret vadisine varır. Kendisinden geçme vadisinden sonra da fakirlik ve yokluk ovasına erişir. Kişi yokluk vadisine ulaşınca daha onun için hayır ve şer anlaşılmaz olur.
Ey aziz can! Sen de yola çık ve ilmel yakin mertebesinden aynel yakin mertebesine, oradan da hakkel yakin makamına ulaş. Bu, sahili görünmeyen bir denizdir. Bu yol durakları belli olmayan bir yoldur. Sadık ol, yolundan dönme. Karga gibi her dala konma. Saadetli ve huzurlu kişi, gece gündüz demeden yolda olan ve yolundan geri kalmayandır..."
"Ey aziz can! Sen dağda yetişmiş, tam olgunlaşmamış bir ağaç gibisin. Onun için meyve versen de, meyvelerin acı olur. Sana hünerli bir bahçıvan bulmak lazım. Senin nefis ağacını aşılaması ve sana tatlı meyveler kazandırması için onun yanında bir süre kalman gerekir. O aşılı ağacın meyvesi tatlıdır. Senin nefis ağacının meyvesi ise acıdır. İyi olman için aşılanman gerekir. Bu faniyi dinlemezsen de bu fani için kaygı sebebi değildir. Dalını aşağı çekip meyveni yediklerinde tükürürler. Senin meyvelerin acı olduğu için de senin nefis ağacını ateşte yakarlar..."
"Ey aziz can! Maşuka giden yol çileli bir yoldur. Bu yolu giden çoklarının akılları gitti ve zayıf düştüler. Yolda ne bir menzil belirdi ne de alamet. Her bir yolcunun yüreğinde yüzlerce figan ve inilti çıktı. Uzunca yıllar gittiler ama sanki bir an bile geçmedi. Çoklarının gücü bitmeye ve yolda şikayet dolu sözler duyulmaya başladı. Biri yol giderken altın işlemeli bir saray gördü ve padişah olma hevesiyle oraya meyletti. Birisi bir çeşme kenarına oturdu ve sustu. Birisi bir ay yüzlü güzeli gözledi. Kendi yolunu bırakıp onun peşinden gitti. Birini bir dağ başında kurt yedi. Birisi de bu yol benim yolum değil dedi, geri döndü. Birisi bir bahçeye indi, saadeti bahçede aradı. Kimisi bir harmana ayak bastı. Kimisi şehvet şarabından sarhoş oldu. Kimisi hırsız kimisi de kan dökücü oldu. Kimisi bir içkili eğlenceyi güzel görerek oraya gitti ve oradakilere takıldı.
Kimisi bir makam ve mekii tuttu. Kimisi tüccar oldu ve davar sattı. Kimisi padişah ve kimisi abdal oldu. Kimisi yabancı, kimisi de akraba oldu. Kimisi bir şehrin güvenlik memuru oldu. Kimisi bir bey, kimisi bir kul oldu. Kimisi işçi olurken kimisi de işinden azledildi. Kimisi halkın gelip müridi olduğu bir şeyh oldu. Kimisi ben yaşlıyım dedi oturdu. Kimisi ben gencim dedi her şeyi terketti. Kimisi zengin, kimisi ise yoksul olarak gezdi. Kimisi ise başkalarının dediklerini yaptı. Kimisi kumaşçı, kimisi bakkal oldu. Kimi kitap okudu, kimi ise gevezenin teki oldu. Kimisi bir kasabada bir kadına aşık oldu. Kimi ise bir şehirde şehvetinin peşinden koştu. Birisi öğrenci, birisi hoca oldu. Birisi Şirin, birisi de Ferhat oldu. Birisi çok bilgili bir alim oldu, birisi ise aşırı cahil, sıradan bir kimse oldu. Birisi takvalı bir şekilde Allah'a yakarmaya gitti. Öteki günahlara batmış şekilde meyhanenin yolunu tuttu. Birisi patron oldu, diğeri hamal oldu. Bir diğeri mal ve mülküne güvendi ve bunlarla kurtulacağını sandı. Birisi altınla akçe sevdi. Birisi ise bağ ve bahçeyi sevdi. Kimisi hasta oldu, kimisi öldü. Yol ve yolcu bunlarla dolu oldu..."
"Ey aziz can! Maşuka varan yolcular binlerce ateş dağlarını aştılar ve zehir gibi bir çok sudan içtiler. Kan denizleri içinde yüzdüler, yolda haramilere denk geldiler. Her biri bir ümit ile şahlarının dergahına yaklaşınca, yere yüz sürdüler ve bin bir güçlükle çok parlak nurlar içinde ilerlediler. Gittikleri yerde çok büyük bir köşk gördüler ve köşkün kapısına ulaştılar. Kendilerini, benliklerini tamamen köşkün dışında bırakıp yari görmeye gittiler. İçeri girdiklerinde orada kendilerinden başka kimseyi bulamadılar. Onlar kendilerini ve benliklerini terk ettikleri için o köşkte tekrar kendilerini buldular..."
"Ey aziz can! Dünyaya seni bağlayan kayıtları terk et. Terk et ki mutlak varlığa kuvuşasın. Sen başka bir varlıkla var olmayı istiyordun. Mutlak varlığa ulaşırsan bizzat kendin var olursun. Ay güneşe erişince ay olur. Kul kendisini terk edince padişah olur. Nakkaşların en mükemmeli olan Allah bize kendisini nakışlarıyla bildirir, ancak yarasa gibi olan kimseler onu görmez. Dünya ile kayıtlı olan varlıklar aradan çekilince geride mutlak varlık olan yaradan kalır. Sen feragat edip benliğini bırakırsan dahi olursun. Gönlünün içindeki bozguncu düşünceleri bırak. Böylece geriye "baki salih ameller kalsın." Bu yola çıkan çokları geri kaldı. Çok azı menzile ulaştı..."
"Ey aziz can! Sen aslına kavuşursan cennete erişirsin. Aslına kavuşmazsan gam ve keder denizinde boğulursun. Sen mekana bağlı değilsin. Kıymetini bilirsen, Allah'dan başkası ile bağının olmadığını anlarsın. Senin Allah'dan başkası ile bağın yok. Allah'a ise çok nispetin vardır. Sen tenmisin de tenlilere uyacaksın, kederden ten lezzetini duyacaksın! Senin cismin lezzet sürerken ruhunun ise bundan zerre kadar zevk aldığı yoktur. Sen seni sadece bu ten olarak sandığın için tene bal ve kaymak yediriyorsun. Ruh, ten olmadığı için balın tadını bilmez, sadece balın adını bilir. Bağın Allah'adır, Allah'a git. Ey aziz can! Ruhun gıdası Allah'ı bilmektedir..."
"Ey aziz can! Sen hala bedeninin üzerine titrersin. Bu durumda onu nasıl terk edeceksin? Sen ne yola geliyor ne de yolunu bir menzile eriştiriyorsun! Yiyecek ve giyecek işlerinden uzak durarak bunları dünya kullarına bırak ve yüce bir insan ol. Ey aziz can! Aşk sofranla bütün dünyayı beslemeye çalış. Aksi taktirde sen bir söz söylersen onu bir tek sen işitirsin. Bu halde senin sözlerini kim bilir, kim işitir ve kim onlar hakkında bir hükme varabilir! Cihan içinde sözün işitilmiyorsa bari kendi şehrinde şakırda. Kişiler seni güneş gibi görmedi, bari bir yıldız gibi biraz ışı..."
"Ey hâli perişan gariban gönül! Yetersiz ve cansız gönül! Bir fikir ile bir anda cennettesin, bir fikir ile bir anda cehennemin dibindesin. Bazen gönlün Allah ile olur, bazense kalbinle bir meyhaneye gidersin. Orada kendini bir an tutacağın ve yatacağın bir yerin yoktur. Sen mekansızlık yöresindesin, ancak burayı unuttuğun için dünya mekanında yolunu şaşırtıyorsun. Ağlayarak zaman geçirmedin. Bir an olsun Allah ile halvet etmedin. Fikrin bazen şurda bazen de oradadır. Gönlünün nerede olduğunu ise kimse bilmez. Senin gönlün hâlâ Allah'dan başka yerlerde gezer, bir türlü Allah'ın işraretlerini anlamaz. Halk için yaradanını unutma. Kurt ve kuzgunların öfkesi ile dolma. İnsanların kötülüklerinden emin olma. Her türlü varlıkla işin olsun ama ademoğlu ile başın hoş olmasın. Peygamberleri, Ehlibeyti ve onların peşinden gidenleri sev. Diğerleri hile ve oyun dolu, insan suretinde şeytanlardır..."
"Ey aziz can! Dünya kulları padişah olunca, bütün halkın ayakta kaybolacağı şekilde bir çok şehri ele geçirir. Bey olunca dünyayı ateşe verir, zulüm ile insanları sindirir. Kadılık yaparken rüşvete eğilim göstererek sürekli hak yer. Kendisini abid, halis gösterince, riyakarlık yapar. Karınca bundan üstün derken yılan olur. Şeyh olunca iki yüzlülük yapar ve halkı bidatlar denizinde boğar. Baş olunca kendi iyilikleri söylensin diye halka ekmek yedirir. Alim olunca halk ona uyar ama o, halktan bir şeyler kapma telaşına düşer. İlmiyle, şeytanların ancak binde birini bildiği hile ve oyun yollarını öğrenir.
Ey aziz can! Nefis, aklını yenince şeytandan çok daha aşağı olursun. Kur'an, Hz. Peygamber ve Ehlibeyte uyan insanların dışında kalanlar şeytanlarla bir olur. Dünyada şeytanların dediklerini ahirete inanmayan dünya kulları tutar..."
"Ey aziz can! Kaf dağı konulu yazılarımızda bu fani sana tatlı sözler söyledi. Bu makalelerde hiç bilmediğin vadileri sana gösterdi. Bal ve şeker sofrasını çok döktü, inci ve mücevher tohumunu çok ekti. Kimsenin dünyada sonsuza dek kalmayacağını, sözden ve amelden başka bir şeyin yadigar kalmayacağını hatırlattı. Sözü nasıl her bir cahil anlamazsa, bu faninin Kaf dağındaki sözlerini de her fani anlayamaz. Hz. Muhammed'in (s.a.a) ve Ehlibeytinin himmeti ile Kaf dağı yazılarımız yüzlerce perdeyle örtülmüş anlamların yüzündeki perdeleri açtı. En sonunda derdimiz dermana ulaştı ve Kaf dağı sözlerimiz nihayete erdi. En doğrusunu Allah bilir, her şey ona dönecektir."
Selam ve dua ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.