Özgür UYANIK

Özgür UYANIK

İmama niyet papaza kısmet!

İmama niyet papaza kısmet!

Çok şükür İstanbul seçimi bitti. İmamoğlu mazbatayı aldı. Artık haftada bir Anıtkabir’i ziyaret edip deftere isteği mesajı yazabiliyor. İşte demokrasi şenliği diye buna denir! Fakat “demokrasi”nin hiç şenlikli olmayan yanları da var.

Yeni başkanın boynunda ağır bir borç yaftası asılı duruyor. İki aday da seçim boyunca herkese mavi boncuk dağıttı. Bu borçlar nasıl ödenecek diye soran olmadı. Oldu da; dedik ya demokrasi şenliği, dinleyen olmadı. Sonra şenlik bitti. 

Çiçeği burnunda başkan ilk meclis toplantısında borcu ödemek için 2 milyar 225 bin borç yetkisi istemiş; meclis 1 milyar 525 bin TL alabilirsin demiş. Meğer başkan kanuni borçlanma yetkisi sınırı 2 milyar 225 bin olduğu için bu rakamı istemiş. Asıl “ihtiyaç” duyulan borçlanma rakamı 7,2 milyarmış. Demokrasinin kötü yanı da bu “yetkilerin” sınırlı olması. Ama daha kötüsü borçlanmadan başka çözüm bulamayan yöneticiler değil mi?

Seçim bitti ama halen kim kazandı belli değil. Tamam, mazbatayı Ekrem İmamoğlu’na verdiler. Onun partisi de CHP. Peki İmamoğlu’nun koltuğa oturmasının haftasında neden Abdullah Gül konuşulmaya başlandı? Hani İmamoğlu, Erdoğan gibi geliyordu ve onun karşısına çıkmaya hazırlanıyordu? 

İstanbul’u CHP mi kazandı yoksa Ali Babacan’ın daha adını koymadığı partisi mi? Havaya bakılırsa bütün iktidar Gül- Babacan ikilisine rezerv edilmiş. Babacan partiyi kuracak ama Gül dışarıda “tarafsız” pozisyonda kalacak. Seçim zamanı gelince Gül “tüm muhalefetin adayı” olacak. İmamoğlu’nun okuduğu Yasinler, yanından eksik etmediği imamın duaları unutulup gidecek. CHP aday bile çıkaramayacak. 

Gül ile Babacan’ın bilmediğimiz bir halk desteği mi var? Hangi motivasyonla Türkiye siyasetinin zirvelerine ipotek koyabiliyorlar? Babacan’ın bir liderlik yeteneği var da biz mi göremiyoruz? Ya da kitleler ellerini açmış biri kurtarsın diye mi bekliyor? Abdullah Gül’ün yüzde kaç oyu var? AKP içinde ona sempati duyan kaç kişi var? 

Bu ikilinin motivasyonunun dış kaynaklı olduğu bir gerçek. Erkan Mumcu boşuna “Majestelerinin Gül’ü” demiyor. Babacan’ın IMF Başkanı Christine Lagarde’nin manevi oğlu olduğunu bilmeyen yok. Bu ikiliyi iktidara doğru iten güç Batıdan geliyor. İçeride ise muhalefetin Batı Programı arkasında birleşmesi, kaçınılmaz olarak Gül-Babacan’ı bu cephenin başına oturtuyor. CHP ne kadar yırtınırsa yırtınsın batılı bir programla iktidara sahip olamaz. Çünkü Türkiye’de batı programının patronları belli. Abdullah Gül, “Komünizmle Mücadele Dernekleri”nden beri batı programının temsilciliğini yapıyor. 

İktidarda oldukları yıllarda yaptıkları da gelecekte yapacaklarının kanıtı. 

Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına çıkışındaki 367 şaibesi bir tarafa “Ergenekon Kumpası”ndaki rolü halen belirsiz. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ  “2010 YAŞ sürecinde yaşanılan olaylarda Başbakan Erdoğan'ın daha uzlaşıcı, Cumhurbaşkanı Gül'ün ise daha ısrarlı olduğunu gördüm” diyor. İsmet Berkan, Gül’ün Ergenekon’la ilgili kararlılığını ta o zaman 4 Temmuz 2008’de Radikal’de yazmıştı: “Bana anlattığınızı delillendirip savcıya da anlatın, hepsi yakalansın, yargılansın” sözü onun aracılığıyla tarihe geçti.

Babacan’ı yıllardır takip ediyorum. Her IMF toplantısında Lagarde’nin yanında oturan “söz dinleyen mahçup çocuk”tan öte hiçbir özelliği olmayan Babacan’ı değil Parti lideri, siyasi bir kişi olarak bile tanımlamak mümkün değil. Ona bir “ekonomi dehası” muamelesi yapmak ise tam bir saçmalık. Kaç tane bilimsel makalesi var? Kaç bilimsel konferansta sunum yapmış? Babacan, bir Kemal Derviş bile olamaz. Onun kadar uluslararası kurumlarda tecrübesi yok. Babacan’dan olsa olsa IMF memuru, kuracağı parti de IMF Partisi olur. Görevini yapar, çeker gider.

Muhalefetin stratejisi belli: İktidarın ekonomik krizde zayıflamasından güç alarak onu bir erken seçime zorlamak. Bunu yaparken de “Başkanlık Sistemi”nin “demokratik” bir restorasyona ihtiyacı olmasını gerekçe gösterecekler. 

Diyelim ki istediklerini başardılar: Gül-Babacan iktidarı kaçınılmaz mı? 

Bu soruya kesin biçimde “hayır” cevabını verirdim. Zaten ilk hedefleri de iktidar değil. Üçün beşin hesabı yapılmıyor. “Babacan partisi AKP’den ne koparırsa kardır” diye bakılıyor. Amaç iktidarı felç etmek ve yıkılmasını beklemek. 

Bu ekip 2002’de iktidara geliyorken Türkiye çok zayıftı. Devletin tüm kurumları çaresizce bunların gelişini izledi. Fakat şimdi, daha büyük risklere sahip olmasına karşın, çok daha güçlü bir Türkiye var. Sadece halk desteği açısından baksak bile kurulacak bir IMF Partisi’nin tek başına iktidara gelmesi mümkün değil. Bu yüzden iktidar dışında kalan tüm kesimleri tek bir torbaya doldurmaya çalışıyorlar. Bunun gerçekleşmesi ise yalnızca iktidarın vahim hatalar zincirine yenilerini eklemesiyle mümkün. Başka türlü bu zayıf formülün başarılı olma ihtimali yok.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Özgür UYANIK Arşivi