DİYANET VE İLAHİYAT ERBABINA, SİTEMİMDİR!..
SA Saygıdeğer Hasan Çınar kardeşim, okulda müfredat programına göre aldığı derslerin tatbikatı sadesinde mütalaalarda bulunuyor. Kendisine bu gayreti için teşekkür ederiz.
Şimdiye kadar arz etmek istediğim bir hususu, bu değerlendirmesi üzerine vermek istiyorum. Zat-ı alilerinin de belirttiği gibi, “dinimiz kolaylık dinidir.” Nitekim, “يسروا ولا تعسروا! بشروا ولا تنفروا!.." talimatı bu ifadelerini te’yit ediyor. Fetva makamında bulunan ve hele, ilmi incelemeler içinde olduğunu titriyle gördüğümüz kıymetlerimizin, klasik ve kolaycı yollar yerine, kıyamete kadar her millet ve asır üzerinde baki olacak dinimizin, ana ve tek kaynağı olan Kuranımız ile Kuranımızı hayat haline getiren resulümüzün kuranın ışığında sağlıklı olarak bize kadar intikal etmiş sünneti (Hz. Ayşe validemizin, peygamberimiz hakkında bilgilenme sorusu soranlara, siz kuran okumuyor musunuz? Sorusu bize ciddi bir ışıktır bu konuda) esas alınarak, araştırmacı bir düşünceyle, problemlerin çözümünde, yeni muhassalalar ortaya koyması, ümmet olarak. kendilerinden hakkımız olan bir beklentimizdir.
Mesela, zıhar gibi basit görünen bir davranışın veya hatken adam öldürmenin cezası olarak, 60 gün oruç kefareti koyan kuran, neden orucun bozulmasıyla ilgili 60 günü koymadı? Gerçekten orta 60 gün olsaydı, koyması gerekmez miydi?.. Mesela sefer kuranda düşmanlara karşı hazırlık yaparak yola çıkma demektir. Bilindiği gibi ıstılah bilgilerimiz arasında düşmana karşı savaş amaçlı yola çıkmakla, normal bir tenezzüh arasında ciddi farklılıklar vardır. Kuran düşmana karşı çıkılan bu seferde dahi, namazın (farzların) asla terk edilmeyeceğini, 4 rek’atlıkarın 2 rek’ata indirileceğini ve kılış şeklini bizzat tarif etmekte olup, her ne kadar normal tenezzühlerle ilgili bazı hadis rivayetleri olsa da, bu iki ayet karşısında değerlendirme sorumluluğumuz olmalı değil mi?..
Geçmiş ulemanın kendi sorumlulukları kendilerine ait olup, kendi akli ve kaynaksal bilgileri tahtında e imkanları ölçüsünde vermiş oldukları bazı fetvaların, yeni incelemelerle (kuranın, aklın ve gelen bilimlerin ışığında), yeniden gözden geçirilmesi gerekmez mi? Tefakkuh ve teakkulun asıl amacı da bu değil mi? Yasakların kuranda açıkça yazılarak, yasak olduğu belirtilmeyenlerin cevazı, hem ayetler hem de sünnetle ortadayken, neden Müslüman cendereye sıkıştırılıyor? Bu tür uygulamalara, paralel dinci diyenlere fırsat verilmiş olmuyor mu? Tarihimizde yapılan bu tür Yanlışlıkların rivayeten tekrarı yerine, dirayeten kuran ve sünnet ışığında, ufuk açıcı yeni değerlendirmelere çok ihtiyaç vardır.
Din görevlilerimiz (diyanet ve ilahiyatçılar) olarak, edinilen müktesebatla yetinilip, kolayca yapılan tekrarcılık yerine, problemlerin çözümünde dirayeten gayret etmeleri, bir vebalin ifasıdır. Yoksa, gelinen yeni teknolojik istihbarat çağında, inanın herkesin kafası allak bullaktır. Kurana dayanmadan kendi re’yleriyle yapılan değerlendirmeler sonucu oluşan paralel din (!) anlayışı, özellikle genç nesli dinden uzaklaştıracak olup, atalarımıza top yekun sarılma yerine, hatalarını bir kenara koyarak, yeni yol haritaları çizmeye çok ihtiyaç vardır. Yoksa bunun sorumluluğu öbür dünyada yakamızdan tutacaktır bizleri, ey ehl-i din erbabı ve alimleri!.. Saygılar!..
Av. Mehmet Yaman 17.9.2020 Ankara
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.