Tarihte su medeniyeti şehri İstanbul su sorunlarını nasıl çözdü? Küresel ısınma sürecinde nasıl çözebilir?
Bu makalede tarihi akış içerisinde İstanbul’un su sorununu çözmek için yapılan çalışmaları kısaca özetlemeye çalıştım. Aynı zamanda küresel ısınmaya dikkat çekmek istedim. Ben Birleşmiş Milletlerin 2009 yılında Dünya Su Enstitüsü ile birlikte yaptığı 6. Su zirvesinde Türk delegasyonu üyesi ve Su havzaları Yönetimi çalışma grubu üyesi olarak ve daha sonraki BM nezaretinde her üç yılda gerçekleşen dünya su zirvelerinde elde ettiğim bilgilere göre fikirlerimi siz okuyucularımla birinci elden paylaşmak için bu yazıyı hazırladım.
Tarihin en büyük su medeniyeti şehirlerinde biri olan İstanbul küresel ısınma ile birlikte su kuraklığı yaşayan büyük bir mega kent olmuştur. Osmanlı su medeniyetinin başkenti İstanbul'un su felaketi ile karşı karşıyadır.
Kuraklık böyle devam ederse 16 milyonu aşan nüfusuna su veremeyecek hale gelecektir. Bunun için Büyükşehir yönetimi başlamış projeleri hızlandırmalı ve yeni projeleri devreye sokmalıdır.
Bu makalenin sonunda alternatif öneriler bulunmaktadır.
Geleneksel medeniyetlerde su, içerisinde mistik bir arıtma ve temizleme gücü barındıran, saflığın, sadeliğin, bilgeliğin sembolüdür. Osmanlı su medeniyetinde su, kullanılan, tüketilen bir sıvı değil aynı zamanda sebiller, fıskiyeler, havuzlar, sel sebiller, sarnıçlar, kuyular vs. ile şehrin içerisine tabiatın hareketli ve hür havasını getiren bir temaşa unsurudur.
Meşhur Çinli bir âlim olan Chuang-Tzu şöyle diyor:
“Su hiç bir şeyle yarışmaz, fakat her şeyi geçer. Bilge kişi de su gibidir. Kimseyle yarışmayıp kendi yolunda giden, ama bu yüzden de herkese üstün gelen kişidir. “
Suyun bilgelik ile bilgeliğinde saflık, temizlik ve ihlas ile olan ilişkisini geleneksel kültür işte böyle kurmuştur.
Su medeniyeti derken bu medeniyeti inşa eden suyu tanımak gerekir. Su hayat hakkıdır, hayata dairdir, hayatın kendisidir. Bir çakıl taşı kadar sert ve kurumuş tohumlardan mucizevî bir şekilde yeşil sürgünler fışkırtan güç suyun harikulade mucizesidir.
Osmanlı su medeniyetinin en güzel örnek ve uygulamasını Devlet-i Ali’nin pah-i tahtı İstanbul’da görmek mümkündür. Çünkü, İstanbul Osmanlı coğrafyasından en eski yerleşim yerlerinden biri olup, geçmiş medeniyet ve kültürlerin izlerinin en yaygın şekilde görüldüğü yerleşim merkezlerinin başında gelmektedir.
Asya ve Avrupa kıtalarının ayrıldığı İstanbul Boğazı’nın iki yakasında kurulmuş, tarihi, iktisadi ve kültür bakımlarından Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul, halihazır 16 milyon nüfusuyla bir Dünya şehridir. İstanbul Boğazı ve Haliç, şehri 3 bölgeye ayırır.
Haliç’in güneyinde şehrin tarihi yarımadası mevcuttur. Haliç’in kuzeyinde ise Beyoğlu, Beşiktaş, Şişli, Kağıthane ve Sarıyer ilçeleri 2.bölgeyi teşkil etmektedir. Boğazın doğu tarafı, yani Asya yakası ise şehrin 3.bölgesini oluşturmaktadır. Şehrin bu şekilde 3’e bölünmüş haline “Bilad-ı Selase (Üç Şehir)” denilmektedir( .)
Şehir M.Ö. VII.yy’da Megaralılar tarafından Byzantion adıyla kurulduğunda tarihi yarımada küçük bir alanı kaplıyordu. Roma döneminde Constantinus 1 döneminde şehirde önemli bayındırlık çalışmaları yapıldı. Eski surların 3 km. batısında yeni surlar inşa edildi. 1453 yılında İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinden sonra şehirde büyük imar faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Osmanlı Devleti’nin başkenti olmuştur.
İstanbul’da Osmanlıdan önce su tesislerine ilişkin ilk örnekleri Roma İmparatorluğu devrinde Trakya’dan ve şehrin batısından getirilerek su verildiğini tarihi bulgular göstermektedir. Bu bulgular Hadrıanus (113-124) yılları arasındaki döneme aittir. Daha sonra 368 yılında Valens zamanında bugün hala ayakta olan 974 m. uzunluğundaki Bozdoğan Kemeri su tesisi yapılmış ve şehrin değişik bölgelerine su verilmiştir.
İstanbul’a ilk surların ve su depolarının Doğu Roma İmparatoru Constantin tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Günümüze kadar ulaşan bu yapılar Roma’nın görkemini simgelemektedir. Bilindiği gibi imparator İstanbul’u da Roma gibi eşsiz anıt ve yapıtlarla donatmak istemiş, su konusunda bugün de herkesi hayran ve şaşkınlık içerisinde bırakan çalışmalar yapmıştır. Constantin tüm dünyaya Roma’dan daha üstün bir kent kurulabileceğini kanıtlarken suya öncelik vermişti( ). Constantin’in yaptırdığı ilk su kemeri Valens adlı olanıdır. Kente tamamen hakim olan bu kemerin bir bölümü Şehzade Camii’ne yer açmak yıktırılmıştır. Birçok kemer de İstanbul’un kuruluşundan önce Andrien tarafından yaptırılmıştı.
Belgrad Ormanları bendi Pirgos Su Kemeri 1180 yılında Andronie Comnene tarafından yaptırılmaya başlanmıştır. Justinjen, nüfus azalan ve yoksullaşan bu kente bent sistemini yerleştiren imparator olarak anılır. İstanbul’un fethinden sonra Türkler de aynı sistemi kullanarak yeni bentler ve su kemerleri yapmışlar. Bu bent ve kemerler de o günlerde iyi kötü işlevini yerine getirmiş.
İstanbul'da Bizans İmparatorluğu dönemine kadar çok sayıda su tesisi yapıldığı tarihi kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bizans İmparatorluğu devrinde şehrin su ihtiyacı daha çok yapılan büyük sarnıçlarla sağlanmıştır. Bunlara en güzel örnek ise 421 yılında Aetios tarafından 244 metre uzunluğunda 85 m. genişliğinde 13-15 m. derinliğindeki Edirnekapı tarafındaki sarnıç sayılabilir.
Ayrıca Sultan Selimde 459’da Aspar tarafından yapılmış büyük bir sarnıç ile Altımermer ve Bakırköy sarnıçları en önemlilerindendir. Bu sarnıçlara ilaveten şehrin değişik yerlerinde çok sayıda kapalı sarnıç olduğu yapılan birçok araştırmada ortaya çıkmıştır.
Bu kapalı sarnıçlardan en meşhuru hergün binlerce yerli ve yabancı turistin ve araştırmacının ziyaret ettiği Yerebatan Sarayı VI. Yüzyılda yapılmıştır. Bu sarnıç bugün kendisini ziyaret edenleri hayrete düşürecek şekilde ayakta kalmış ve şehrin geçirdiği çok sayıda depreme rağmen dimdik ayakta durmaktadır.
Sarnıcın özelliği ise kitabesinden de anlaşıldığı üzere 140 m. Uzunluğunda, 70 m. Genişliğinde ve tavanı 33,6 m. kolon üzerine oturtulmuştur. Ayrıca İstanbul’da orijinal bir Bizans sarnıcı olarak ta Binbirdirek Sarnıcı Bizanslılar döneminde yapılmıştır. Bundan başka İstanbul surları içlerinden su geçiren kanallar şehire su dağıtımında kullanılmıştır.
İstanbul’a su veren şebeke tesisleri tarihi bilgilerden elde edilen verilere göre 1204 yılında şehrin latinler tarafından istilasından sonra yıkıldığı belirtilmektedir. Osmanlı Devrinden önce de İstanbul’da Anadoluhisarı ve Rumelihisarı çevresinde çeşmeler yapıldığı bilinmektedir.
İstanbul’da Osmanlı’dan önceki şehir su tesisleri ve şebeke hattı Bizans İmparatorluğunun son döneminde doğal afetler ve istilalar nedeniyle tahrip olmuş ve tamir edilmediğinden büyük oranda kullanılamaz halde idi. Şehir Fatih Sultan Mehmet Han tarafından 1453 yılında feth edildikten sonra sarnıçlarla şehrin su ihtiyacının karşılanması yerine şehre su getiren su yolları tamir edilme yoluna gidilmiştir.
İstanbul’da su tesislerinin onarımı ve şehre su sağlama çalışmalarını Fatih’in nasıl başlattığını devrin tarihçilerinde Tursun Bey tarihinde şöyle belirtmiştir; “Ahalinin ihtiyacı olan yiyecekler sayısız gemilerle denizden ve arabalarla karadan geldi. Fakat Sultan su ihtiyacının giderilmesi için inceden inceye araştırmalar yapılmasını emretti.
Meğer ki, İstanbul’a eski mamur devrinde (Roma) altı yedi günlük yoldan su getirilirmiş. Eski su yolları bulundu ki dağların ciğerlerini delip geçirmişler, zemine muvazi derelerden taklar ve kemerler vasıtasıyla nehirler akıtmışlar. Fakat bütün bu eserler bakımsızlık ve tabiatın tesiri ile harap olmuş, Sultan bunları imar için bilgin, mühendis ve ustalar getirip göçmüş takların, kaybolmuş yollarını tamir yaptırıp yeniletti.
Bu arada nice sular bulunup yollara döküldükçe coşkun bir nehir halinde bütün yayla suları nehire getirildi. Getirilen su, saraylara, hamamlara ve mahallelere taksim edildi. Ayrıca müsait yerde bir kemere kırk çeşme yaptırdı”( ).Bu bilgiler Fatih’in şehrin su şebekesini yenilettiğini ve Romalılar devrinde yapılan su tesislerinden büyük oranda yararlandığını göstermektedir.
Fatih’ten sonra İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet devrinde yapılan su işalelerinin en en önemlileri; Fatih suyu, Tunçlu suyu, Mahmut Paşa suyu, Davut Paşa, Murat Paşa, İshak Paşa, Gedik Ahmet Paşa ve Şadırvan suyudur. Bu suların ortak özelliği vakıf malı olarak ahalinin hizmetine girmiş olmasıdır.
Fatih devrinde İstanbul’da 9 vakıf çeşmesi ile cami, imaret ve diğer vakıf tesislerine su verilmiştir. II.Beyazıd devrinde Beyazıt su yolları adlı su yolu yapılmış. Bu su tesisi Beyazıt camii ile şadırvanına 10 vakıf çeşmesine ve diğer vakıf tesislerine su sağlamıştır.
Yavuz Sultan Selim devrinde bazı su tesisleri yapılmıştır. İstanbul’da yapılan su tesisleri içerisinde Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılanlar tam bir mükemmellik göstermektedir. Sular genellikle dere ve membalardan alınmıştır. Derelerden alınan sular bugün bağlam şeklinde dediğimiz küçük bir bent yaparak seviyeleri artırılmıştır.
Savak yükünü artırmak için ise savaklanan kısım daraltılmıştır. Bu bentlerin yan duvarlarına bugünkü gibi yüzen cisimlerin girmemesi için ızgaralar konulmuştur. Çökertme havuzları inşa edilmiş. Bu dönemde yapılan tesislerin hiçbirinde dört yüz seneden fazla bir süre geçmesine rağmen en ufak bir arıza görülmemiş, duvarları yıkılmamıştır. Bu tesislerin hepsi su kirlenmesini önleyecek yapıda inşa edilmiştir.
Ayrıca şehre su getirilen suların çeşitli bölgelere ayrılacak yerlerde büyük su dağıtma tesisleri olan maksemler inşa edilmiştir. Taksim ve Eğrikapı Maksemleri bunlara en güzel örnektir. Su dağıtım şebekelerinde genellikle künk ve kurşun boru kullanılmıştır(. ). Osmanlı devrinin son dönemlerinde su dağıtımında pink boruların kullanıldığı görülmektedir.
Kırkçeşme sularını Sarıyer ormanlarından uzun bir isale hattı ile İstanbul’a ileten Mimar Sinan, boru hattının her iki tarafında eksenden itibaren 20’şer mimari arşından toplam 40 arşınlık bir mesafe içinde bina, mandıra, ahır yapımını ve gübre yığılmasını bir ferman ile yasaklattırmıştır. Keza Halic’e bakan tepeler ve sırtlar Fatih Sultan Mehmet’in bir fermanı ile koruma altına alınmıştır.
Böylece Halic’in açık bir lağım haline gelip dolması asırlarca geciktirilmişse de daha sonra bu emre uyulmaması sonucunda bugünkü durum ortaya çıkmıştır. Diğer yandan Haliç’de biriken erozyonla gelen çamurların çömlek, testi vb. eşyaların yapımında kullanılması ve bu işle uğraşan imalathanelerden vergi alınmamak suretiyle, dünyada ilk kez İstanbul’da çevre korumacı sanayiye teşvik getirilmiştir.( ).
Osmanlı İmparatorluğu’nda Altyapılar ve Su İhtiyacının Karşılanması
Kanuni Devrinin sona ermesiyle devlet gelirleri ard arda gelen başarısız savaşların masraflarını karşılayamaz olmuş, bu da ister istemez paranın ayarının düşürülmesine, dolayısıyla vakıfların güçlerini yitirmelerine neden olmuştu. İstanbul’da su sıkıntısı bu olaylarla başlamıştır.
Hatta öyle zamanlar olmuştur ki susuzluk olgusu, özellikle bostanların sulanamaması yüzünden tarım ürünlerinde ortaya çıkan üretim azalması İstanbul’a göç edenlerin geri gönderilmelerine bile neden olmuştur.
İstanbul’da su kemerlerinin, çeşmelerin yapım ve onarımını vakıflar üstlenmişti. Paranın ayarı ve değeri düşürüldükten sonra ülke genelindeki tüketim mallarının tümünün fiyatları artmıştı. Ancak, vakıfların gelirlerini oluşturan akar, han ve hamamların kira bedellerinde herhangi bir artış olmamıştı. Osmanlı günlerde “gedik” adı verilen lonca usulüne giren esnaf, vakıflara olan kira borçlarını, bırakalım yeni fiyatları, eski değerden bile ödeyemez olmuştu( ).
İstanbul, Osmanlıların eline geçtikten sonra bu kentin nüfusu kısa zamanda önemli bir artış göstermişti. Fatih Sultan Mehmet su sorununa bizzat el koymuş, Bizans’ın son yıllarında ihmal edildikleri için işlevlerini yerine getiremeyen bentler, su kemerleri, su yolları, çeşmeler, havuzlar onarılmış, yeni çeşmeler ve hamamlar yapılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet döneminde başlayan suyun hayrat konusu edilmesi birçok varlıklı kişilerin kurdukları vakıflarla İstanbul’un su sorunu çözümüne yıllarca katkıda bulunduklarını göstermektedir.
İstanbul’da Osmanlı döneminde yapılan su tesisleri dört ana başlık altında sınıflandırılabilir. Bunlar 16. yüzyılda ayrı ayrı isaleler şeklinde yapılan Halkalı suları, Kanuni devrinde yapılan Kırkçeşme suları, 1731-1839 yılları arasında devamlı olarak geliştirilen “Beyoğlu ve Şişli tarafını beslemek için yapılan Taksim suları ve bugün bile namı meşhur Hamidiye ve Kayışdağı sularıdır( )Ayrıca şehrin Anadolu yakasında çok sayıda su tesisine isale hattı yapılmıştır. Bu ana su işale hatlarıyla İstanbul’un her tarafındaki cami, şadırvan, ev, konak, saray, hamam, imarethane, aşevi, medreselere, çeşmelere ve sebillere su sağlanmıştır. Böylece İstanbul’da su gitmeyen yer kalmamıştır.
1883’te Terkos Gölünde terfi merkezi, 1888’de göl seviyesini yükseltecek bağlama yapılmıştır. 1893’de Elmalı Deresi üzerinde 1.Elmalı Barajı ve 1926 yılında Kağıthane tepelerinde ilk su tasfiye tesisi inşa edilmiştir.1950’de Terkos Tesisleri genişletilmiş, Elmalı’ya 2.baraj yapılmıştır. 1972’de Ömerli ve Alibey Barajları, 1989’da Büyükçekmece ve Darlık Barajları devreye sokulmuştur( ).
1855’de İstanbul’da Şehremaneti teşkilatı kurulmuştur. Bu tarihten itibaren temizlik işleri, sokak süpürülmesi ve çöp taşınması eksiltme yoluyla müteahhide verilmeye başlanmıştır. Türkiye’nin diğer şehirlerinden bazılarında şehremini, bazılarında şehir naipliği veya şehir kahyalığı vardır. Şehir ve kasabaların temizliği, su temini ve kanalizasyon işleri bu görevlilerce yerine getirildi.
Osmanlı İmparatorluğunun gerilemesi ile özellikle imparatorluğun son zamanlarında çevre kirliliğine karşı çalışmalarda zayıflık ortaya çıkmış, evvelce temizliği Batı için örnek olan şehirler, 19. Yüzyılda Belediye teşkilatında Batı şehirlerini model olarak almaya başlamışlardır.
Oysa ki Osmanlı Devleti Tanzimat’ın ilanından sonra kurulan çeşitli bakanlıklar arasında yer alacak olan “Evkaf Nezareti”’ne İstanbul’un su işlerini yürütme görevini yüklemiştir. Nihayet 1324 yılında, yani 1908 Devrimi’nden sonra Evkaf Nezareti’ne bağlı olarak çalışan “ Su Nezareti” belediyeye devredilmiştir.
Tanzimat’tan sonra su işlerinin Evkaf Nezareti’ne bırakılması, su yolu, sarnıç ve çeşmelerin bakım ve onarım çalışmalarının -eskiden olduğu gibi- hayır sahiplerince yapılmasının engellenmesi İstanbul’un 19.yüzyılın ikinci yarısına susuz girmesine neden olmuştur. Kaynak sularının su yolu ve borularının yenilenip onarılması ise uzun süre ihmal edilmiş, bu iş 1908 Devrimi’nden sonra İttihat ve Terakki Hükümetini bile epeyce uğraştırmıştır.
İstanbul’un su işinin belediyece yürütülmesi ve finansman sağlanması konusunda elimizde Evkaf Nezareti’nin 27 Haziran 1909 tarih ve 382 nolu bir genelgesi var.
Bu genelge şöyledir:( )
“Su yollarının ıslahı düşünülüyorsa buna teşebbüs edilmesinin büyük para gerektirmesi ve evkaf hazinesinin halihazır mali durumu bu gibi büyük teşebbüslere girişmeğe müsait olmadığından, şimdilik bir şey yapılamayacağı cihetiyle, geleceğe erteleme hususunda adı geçen su yollarının günümüzde geçerli olan ileri fenli su yollarının gerektirdiği geliştirme çerçevesinde ıslahı ve ayrıca başvurulmak üzere o vakte kadar kamu sağlığının zarar görmesi gerçeği düşünülerek lüzumu görülen tedbirlerin belediyece düşünülmesi ve uygulanmasına karar verilmiş ve keyfiyet Cemiyet-i Umumiye-i Belediyede yukarıda zikredilen “Eskiden kalma su yollarının ve bentlerin ıslahı ve vakıfları tarafından tahsis edilen meblağın bu gösterilen yerlere sarfı ve özellikle kamu sağlığına etkileri açısından belediyelere mümkün olan yardımın icrası düşünülüyorsa da böyle mühim ve acil ve ıslahı fevkalade masrafları gerektiren bir işin ancak Babıali ve Evkaf Nezareti arasında görüşülerek halli lazım geleceğini ......”
Böyle bir karar verilmiş olmasına karşılık, Cumhuriyet Dönemine kadar geçen zaman içinde özellikle savaşlar yüzünden ciddi hiçbir şey yapılamamıştır.
6 yüzyıldan fazla yaşayan Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük devletlerinden birini kuran Osmanlı Devletinin kültür ve medeniyeti suya verdiği önem bakımından geleneksel medeniyetlerden çok farklıdır.
Osmanlı Türk İmparatorluğu günlük hayatın içerisinde suyu öyle güzel şekillendirmişti ki Osmanlının suyla kendinden önce olmayan ve adına su medeniyeti denilen bir şehirleşme ve ulvileşme modeli ortaya koymuştur. İnsanlığa hizmet olarak Osmanlı Devleti zamanında bir medeniyet kaynağı olarak kullanılan sular, insanlığa sebil, hamam, sulama kanalı ve içme suyu olarak Osmanlı coğrafyasının her yerinde vatandaşlarının hizmetine sunulmuştu.
İstanbul'da su sıkıntısı yapılan birçok tesis ve çalışmaya rağmen 1990'lı yılların ortalarına kadar giderilememiştir.
İstanbul’da nüfus patlaması 1950’li yıllardan sonra ortaya çıkmıştır. Osmanlı tarihlerde İstanbul, ülkenin en mühim ticaret ve sanayi merkezi idi. Bu konumu İstanbul’u cazibe merkezi haline getirmiş, bu da şehre büyük göçlere sebebiyet vermiştir. Türkiye’de ki her 5 kişiden biri İstanbul’da yaşamaktadır. Sanayinin %40’ı İstanbul’dadır. Toplanan vergilerin yarısı da hemen hemen İstanbul’dan toplanmaktadır( ).
İstanbul’da 1990’larda baş gösteren su sıkıntısını hafifletmek için özel tankerlerle su taşınmış, ama ihtiyaçlar karşılanamamıştır. Bu durum 1994 yılına kadar devam etmiştir.
Allah’ın lütfü ve Belediyenin 1994’ten sonraki süratli ve gayretli çalışmaları neticesi ihtiyaçlar giderilmiş, su kesintileri kaldırılmıştır( ). Bu çalışmalara devam edilmekle birlikte su kaynaklarının sonsuz olmadığı düşünülerek zayiat ve israfların önlenmesi gerekir.
Bu çalışmanın ana amacı Osmanlı su yollarını tanıtmak olmadığından İstanbul’da Osmanlı döneminde yapılan su yolları üzerinde daha fazla durulmayacaktır.
Yoksa Osmanlı döneminde İstanbul’da yapılan su yolları, su tesisleri ve özelliklerini anlatmak başlı başına ayrı bir çalışma konusudur.
İster içme suyu olsun ister dere ve kuyuların olsun isterse denizlerin ve okyanusların olsun; suların kirlenmesi, yeryüzünün bu en kıymetli sıvısının formuna ve fonksiyonuna yapılan bir saldırıdır.
Hayır, bizzat hayatın kendisine yapılan bir saldırıdır. Şimdiye dek gördük ki, su sırf bir fiziki maddeden ibaret değildir. Bütün kültürlerde, tarihi bir süreklilik halinde, kutsal bir değere sahip olagelmiştir.
Su, hayatın vasıflarını somutlaştırır; o, ibadetlere dönüşen bir derin insani şuurun uzantısıdır. Dolayısıyla, suya sadece maddi bir nesne olarak muamele etmek, bu sıvının her damlasından fışkıran köklü kültürel mirası inkar etmek demektir.
2021 yılına girerken Küresel ısınma konusunda her geçen gün daha fazla yayın yapılmakta ve raporlar sunulmaktadır. Dünya’da el değmemiş su gücü potansiyeli kullanılmaya açılmış ve açılması planlanan miktarın üzerinde olduğu bilinmektedir. İnsanların halen kullandığı suyun yetersiz gözükmesinin en önemli sebebi; yanlış alışkanlıklar, demode olmuş teknolojiden kaynaklanan aşırı israf olduğu gözükmektedir. Dünya’nın su gücü kaynaklarını incelediğimizde karşımıza Water Power And Dam Construction adlı araştırma dergisinin raporuna göre aşağıdaki sonuçlar çıkmaktadır.
Kuramsal Potansiyel 34158600 Gwh/yıl
Elde edilebilir Potansiyel 14057600 Gwh/yıl
Üretim 2105400 Gwh/yıl
İnşa halindeki muhtemel üretimi 480400 Gwh/yıl
Planlanan ortalama muhtemel üretim 1106500 Gwh/yıl
Yeryüzü kabuğunda bulunduğu bilinen su miktarı 1.38x1018 tondur. İnsanoğlunun kullandığı tatlı su miktarı yılda 4.000 milyar tonu bulmaktadır. Yeryüzündeki suların %98’i gerek içme gerekse sulama suyu olarak doğrudan doğruya yararlanılamayan tuzlu sulardır.
Su, yenilebilir bir doğal kaynaktır. Küresel ölçekte tükenmeyen kaynaklar içinde sayılabilirse de bölgesel ve yerel olarak sonlu bir kaynak durumundadır. Bir su kaynağının varlığı onun kullanılabilir su kaynağı olarak kabul edilmesine yetmez. Kullanılabilir bir su kaynağı; tanımlanabilir bir talebe bağlı olarak belli bir yerde ve belli bir zaman periyodu boyunca yeterli kalite ve miktarda mevcut olmasına veya bu mevcudiyetinin sağlanmasının imkan dâhilinde olmasına bağlıdır.
Türkiye Su Vakfı Başkanı Prof.Dr.Zekai Şen’in hzırladığı bir rapora göre Türkiye’de teknik ve ekonomik anlamda tüketilebilecek yer altı ve yer üstü suyu miktarı 110 milyar metre küp kişi başına 1692 metre küp su düşmektedir.İhtiyaçların bölgesel ve yerel oluşu ayrıca meteorolojik şartlar ile nüfus hareketleri ve suyun nakli neticesinde Türkiye dâhil birçok ülkede şehir suları ihtiyacı karşılayamamakta ve kifayetli miktarda su arz edilmemektedir.
Yeryüzünde 214 tane su kaynağı vardır. Dünya’nın % 40 ‘nın su ihtiyacını karşılayan belli başlı nehirlerin 155 tanesi iki ülke tarafından paylaşılmakta, 59’u ise 3 veya daha çok ülke tarafından kullanılmaktadır.
Water Power And Dam Construction adlı araştırma dergisinin raporuna göre Kanada, ABD, Fransa, Rusya Federasyonu gibi ülkelerin su gücünden yararlanma imkanları, diğer gelişmekte olan ülkelere göre çok yüksektir. Örneğin, Çin 1900 Twh’lık elde edilebilir su gücü potansiyelinin sadece 90 Twh’sını, Brezilya 1200 Twh’nın elde edilebilir su gücünün 72 Twh’sını, Zaire 530 Twh’nın elde edilebilir su gücünün 4 Twh’sını kullanabilmektedir..
El değmemiş kaynakların kullanıma açılmasının yanı sıra kullanılanların israftan kurtarılması da başlı başına ayrı bir potansiyel oluşturmaktadır. Ancak su kaynakları coğrafi ve demografik nedenlerle kısıtlı olan ülkeler israftan kaçınmaları yeterli bir tedbir değildir. Newyork Times’ta yayınlanan bir rapora göre, Bu şartlar devam ettiği takdirde 2025 yılında 37 ülkede çok ciddi kuraklık yaşanacağı tahmin edilmektedir.
Günümüzde su meseleleri, bölgesel çatışmalar açısından daha sık dile getirmekteyken bölgesel bir su stratejisi geliştirme zarureti, belki de gerçekten ulusları bölgesel bir barışa doğru itebilir. Bölgedeki çoğu hükümetler, artık tahliyesi, tuzlanma, su kaynağı kirlenmesi ve etkin olmayan işe yaramaz su dağıtım sistemlerinde dahil su meselelerine daha büyük ilgi gösterme gereği duymaktadırlar. Yerleşim yerlerine dönük su temini, diğer kullanımlar üzerinde önceliğe sahip bulunmaktadır. Bölge ülkeleri su meselelerini halletmek için bölgesel bir su stratejisine doğru bir politika gütmek zorundadırlar.
Küresel ısınma dolayısı ile Dünyada su kaynaklarının paylaşımı ile ilgili olarak önemli Su problemleri yaşanması beklenmektedir. Bizimde içerisinde bulunduğumuz Ortadoğu’da su meselelerine çözüm ararken şu iki noktanın üzerinde çözüm üretmekten başka yol yoktur. Bir yandan su arzını artırmaya çalışırken diğer yandan su talebini sınırlamaya yönelik tedbirler almak gerekir. Su arzını artırma yolları incelendiğinde karşımıza şu altı seçenek çıkmaktadır. Bulutların tohumlanması yoluyla yağmuru artırmak, yer altı su kaynaklarından daha fazla yararlanmak, kullanılmış artık suları temizleyerek yeniden kullanıma sunmak, tuzlu deniz sularını arıtma tesislerinde işleyerek tatlaştırmaya çalışmak, kutuplardan buz dağları getirerek bölge su sistemlerine katmak,başka ülkelerden su ithal etmektir. Bunlardan en ekonomik olanı başka ülkelerden su ithal etmektir.
Bu nedenle su ticari bir meta olarak kabul edilmeli, ortak ekonomik projeler (yani su boru hattı, tankerlerle su taşınması, naylon su torbaları ve buz dağlarının taşınması) ve yöntemlerle kurak bölgelere su ulaştırılması gerekmektedir.
Bugün dünya su zirvelerinde dile getirilen Türkiye kuraklıkla karşı karşıya tezleri biraz daha gerçek olmaya başladığı yılı yaşıyoruz.1990’lı yıllarda yazılan raporlar 2020, 2025 ve 2040’te dünyada kuraklık daha yoğun hissedilecektir diye belirtiliyordu. Türkiye bu durumu 2020 yılında çok şiddetli bir biçimde yaşadı.
Türkiye’nin en büyük şehri İstanbul’da barajlar 10 Ocak 2021 yüzde 20’nin altında dolulukta alarm veriyor.
Barajlarda kalan sular artık barajların varlığını tehdit eden baraj can suyu seviyesindedir.
Ankara’da da durum farklı değildir. İki büyükşehir’in belediye başkanları şehrin su şebekelerine su katacak projeleri bir an önce kamuoyuna sunmalı ve merkezi hükümetten destek isteyip aktif işbirliğine yönelmelidir.
Tarihin su medeniyeti şehri İstanbul su felaketi şehrine dönmekten kurtarılmalıdır. Özellikle bu iki şehirde baraj sularının korunmasına yönelik projeler, şehrin su şebekesindeki kaçıkları gidermeye yönelik projeler, barajlardaki suların aşarı sıcaklardan buharlaşmasını önleyici projelere girişerek sürdürülebilir bir su yönetimi uygulamalıdır.
Özellikle hem İstanbul için hem de su sıkıntısı çeken ve çekecek olan şehirler için ortak ekonomik projeler (yani su boru hattı, tankerlerle su taşınması, naylon su torbaları ve buz dağlarının taşınması) ve yöntemlerle kurak bölgelere su ulaştırılması gerekmektedir. Çözüm şekli ne olursa olsun İstanbul su havzalarına dışarıdan su eklenmesi gerekmektedir.
Belki’de kutuplarda her biri 200 bin ton su taşıyabilen balonlardan su taşırız. Belki Kuzey komşularımızdan su transfer edip su havzalarımıza akıtabiliriz.
Son söz çözüm ne olursa olsun Kainatın yaratıcısı kuranda şöyle der:
''Su hayattır ve hayata dairdir. Canlı olan her şeyi sudan yarattık.
Su var hayat var su yok hayat yok. Yanı bu şehir su sorununu çözmese yaşanılmayacak bir yere döner…''
Vatanıma ve milletime en derin sevgilerimle…
KAYNAKLAR
1. Eroğlu, Veysel, "İstanbul'un Su Ve Çevre Meselelerinin Ele Alınması Ve Çözüm Yollarının Araştırılması "Habitat 2,İstanbul 1996,
2. Kazgan, Haydar; Onal ,Sami, İstanbul'da Suyun Tarihi, İletişim Yay. İstanbul 1999
3. Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l Fetih, 1490-95’de Yazılmış. Yeni Baskı Baha Mat., İstanbul, 1977.
4. Çeçen, Kazım: “İstanbul’da Osmanlı Devrindeki Su Tesisleri”, İTÜ, Bilim Ve Teknoloji Tarihi Araştırma Merkezi, No:1, İstanbul, 1984.
5. Adak, Fehim, "Su Arzı Ve Kullanımı", Habitat 2,S.309-310
6. Zehir, Cemal. Ortadoğuda Su Medeniyetlerinden Su Savaşlarına ,Su Vakfı yayınları,2003
7. Zehir,Cemal. Ortadoğuda Su Meselesi, Marifet yayınları,1998
8. Zehir, Cemal, Osmanlı Su Medeniyetinin Tarihi Gelişimi Uluslar Arası Osmanlı Su Medeniyeti Sempozyumu, İSKİ, İstanbul 5-8 Mayıs 2000
9. Zehir, Cemal, Stratejik Su Meselesi Ve Türkiye Suları, Türk Diplomatik,Sayı.31, İstanbul ,Temmuz 1997
10. Zehir , Cemal ve Özşahin, Mehtap, ”Türkiye’nin Uluslar arası Su Politikaları ve Sınır Aşan Sular”, Suyumuzun Geleceği ve Türkiye Su Politikaları, Su Vakfı, İstanbul 2003
11. Zehir, Cemal, Türkiye’nin Ortadoğu Su Politikası ve Sınıraşan Sularla İlgili Yeni Beklentiler, Irak Dosyası II, Tarih ve Tabiat Vakfı Yayınları, Tarih Serisi, No:22,İstanbul 2003
12. Zehir, Cemal, vd. ,Sınır Aşan Sularımız, Su Vakfı Yayınları, İstanbul 2002
PROF.DR.CEMAL ZEHİR
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ