ÖĞRETMENLERİMİZİN TOPLUMDAKİ VE GÖNLÜMÜZDEKİ GERÇEK YERİ
ÖĞRETMENLERİMİZİN TOPLUMDAKİ VE GÖNLÜMÜZDEKİ GERÇEK YERİ
Üstat Necip Fazıl’ın ifadesiyle ülkemizin “asıl meselesi”, insan ve onun iyi yetiştirilmesi, eğitilmesidir.
Eğitim, bizim Cumhuriyet tarimiz de dahil, son iki asırdır ciddiye almadığımız, Batıyı taklit etmekten öteye geçemediğimiz bir meseledir.
İnsanlarımıza hiç değer vermeden, usulen üzerinde durduğumuz ama sonuçlarından da sürekli şikâyet ettiğimiz bir konudur, eğitim.
Üzerinde yaşadığımız mavi gezegendeki, biz hariç, bütün ülkelerin kendi güçlerince, kültürlerince oluşturup ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenledikleri bir sistemdir, eğitim.
İnsanlarımızı donanımlı yetiştiremediğimiz için ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere birçok sıkıntıyı sürekli olarak yaşıyor ve bir türlü çözüm bulamıyoruz. Çünkü insanı, insanımızı unutup çözüm yolu arıyoruz.
Kanun çıkarıyoruz, insan yerine, kurum ve kuruluşları koruyoruz. Hatta toplumu oluşturan en önemli unsurun insan olduğunu unutup toplumu öyle eğitip öyle idare etmeye çalışıyoruz.
Eğitimde sürekli olarak yeni anlayışlar arıyor, başarılı olabilmek için de bütçemizden en büyük payı, eğitime aktarıyoruz. Sonuç, hepimizce malûm...
Başta, eğitimde kalite olmak üzere okullarımızda birçok sıkıntıyı bir arada yaşıyoruz. Okullarımızdaki eğitimi yeterli görmüyor, çocuklarımızı dersane kapılarına yığıyoruz.
Bu sefer de dersanelerin oluşturduğu yeni meselelerle uğraşıp duruyoruz. Temelde yapılan bir yanlışlık, orta, lise, yüksek öğrenim, kamu personeli olma, meslekte yükselme ve liyakât alanlarında olmak üzere birçok sıkıntıya ve adaletsizliğe yol açıyor.
Peki, eğitim sisteminde bu kadar çok sıkıntı çeken sadece biz miyiz? Yoksa, bütün dünyada benzer sıkıntılar var mı?
Elbette, dünya ülkelerinin hepsi, eğitim meselelerini tamamen çözmüş değil ama çoğunluğu kendine özgü, belli bir eğitim sistemi oluşturmuş, bizim gibi sürekli olarak sistem değiştirmiyor.
İnsanlarını, kendi kültürüne, ihtiyaçlarına göre yetiştirmeye çalışıyor. Bu sistem içinde karşılaştığı sıkıntıları da yine kendi içinde, akılcı, kalıcı olarak gideriyor.
Böylece, bizim yüzyıllardır şikâyet ettiğimiz sıkıntıların birçoğunu onlar, daha ortaya çıkmadan çözmüş oluyorlar. Bunu da kendi ihtiyaçlarını belirleyip insana değer veren bir eğitim anlayışıyla gerçekleştiriyorlar.
Yani, bizim gibi, başkasının elbisesini giyip orasını, burasını yamamakla uğraşıp millî kaynaklarını, en önemlisi de yeni nesillerini harcayıp heba etmiyorlar.
Tabi, ondan sonra toplumu oluşturan düzen, yani sistem, kendi kendine işliyor ve gelişme sürekli olarak devam ediyor.
Biz ise, eğitimin temel taşı olan unsurların hiçbirine önem vermeden bir şeyler yapabilmek için çırpınıp duruyoruz. İşin kötü tarafı, millet on adım giderken biz ancak bir adım gidebiliyoruz.
Sonra da “Bak, ilerledik. Eğitime şu kadar kaynak aktardık.” diye böbürlenip duruyoruz. Ama dönüp bir baktığımızda ise maalesef büyük bir başarısızlık içinde olduğumuzu, ancak bir arpa boyu yol alabildiğimizi görüyoruz.
Liseyi bitirmiş ama doğru dürüst okuma yazma bilmeyen, kendini anlamlı bir cümle ile ifade edemeyen, sınavlarda “sıfır çeken” yüz binlerce gencimizle karşılaşıyoruz.
Peki, bu gençlere yani ülkemize yazık değil mi? Devletçe, milyarlarca lira harcıyor, on dokuz yirmi yaşına getiriyoruz. Sonra bir bakıyoruz ki gençlerimizin ancak yarısını, kendine ve ülkemize yararlı olacak şekilde yetiştirebilmişiz. Diğer yarısını ise yetiştirememiş, ne iş olsa yaparım anlayışıyla hayatla baş başa bırakmışız.
Bu gençlerimizle birlikte, geleceğimiz de yok olup gidiyor. Millet olarak aydınlık, müreffeh yarınlara ulaşmak istiyorsak öncelikle, eğitim anlayışımızı değiştirmeli, gençlerimize, geleceğimize şekil veren öğretmenlerimizi iyi yetiştirmeliyiz.
Öğretmenlik mesleğini, hak ettiği yere çıkarmalı, hizmet içi eğitimlerle öğretmenlerimizi, günümüz şartlarına uygun insan yetiştirecek şekilde, bilgi ve beceriyle donatmalıyız.
Öğretmenlik mesleğinin bir aşk olduğunu, sırtını devlete verip yan gelip yatma mesleği olmadığını, özveri ile çalışmak gerektğini hatırlatalım.
Zaman içinde yıpranan, sınıflarda ders anlatmaktan yorulan, gençlerin ilgisizliğinden, saygısızlığından, velilerin not baskısından sıkılan öğretmenlerimizin de gönlünü kazanmalı ve mesleğini başı dik, onurlu bir şekilde yapabilmesini sağlamalıyız.
Öğretmenlerimizin değerini, öncelikle kendimiz kavramalı, sonra topluma anlatmalı, onlara gereken saygıyı, itibarı göstermeliyiz. Böylece, öğretmen de öğretmenlik mesleğinin kutsallığını hatırlayacak, sınıfta vakit geçirmek yerine, geleceğin mimarı olduğu bilinciyle gençlerimizi yetiştirebilmek için çabalayacaktır.
Bakın o zaman, yaşadığımız sıkıntıların çoğu, daha ortaya çıkmadan, kendiliğinden nasıl çözülüyor.
Öğretmenlerimize verdiğimiz değer kadar değer kazanacağımızı vurgulayıp 2013-2014 öğretim yılının birinci dönemini başarıyla tamamlayan öğretmen ve öğrencilerimize iyi tatiller diliyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.