Musikimizin muhteşem incisi
İnci Çayırlı, Münir Nurettin Selçuk, Emin Ongan, Saadettin Kaynak gibi klasik musikimizin son döneminde yetişen geleneksel halkanın temsilcisiydi. Birikimini nefes aldığı sürece öğretmeye çalıştı.
Klasik musikimizin son dönemdeki incisiydi. Devraldığı mirası yaşatmak için çırpınan misyonerdi. İleri yaşına, ciddi hastalıklarına rağmen öğrenci yetiştirmekten geri durmadı. Bilgisini/birikimini yeni kuşaklara aktarma çabası her türlü övgünün üzerindeydi.
Aslında methedilmekten ve pohpohlanmaktan hoşlanmazdı. Sanatı, sesi ve mütevazı kişiliğiyle bilinmek, tanınmak, hatırlanmak isterdi. Her zaman kontrollü, dikkatli ve çekingendi. Son nefesine kadar şarkı söyleyecekti/öğretecekti. Sesi her daim pürüzsüzdü. Melodiyi dinleyen, önünde açılıveren duygu perdelerinden yayılan geçmişe/maziye uzanırdı/ulaşırdı. Hayal dünyamızda kalan/saklanan pek çok anı yanı başımızda belirir, dünün kokusu bize gelirdi.
- Yalılarda Geçen Çocukluk… -
Sanatın ve imparatorluğun başkenti İstanbul’da - 1935’de! - doğdu. Coğrafyamızın iki ucundan gelip, hayatlarını/kaderlerini birleştiren aileye mensuptu. Bir yanı Rumeli’ye, diğer yanı da Kafkasya’ya dayanırdı/yaslanırdı. Büyük dedeleri arasında Vidinli İsmail Paşa vardı. Sultan 2. Abdülhamit’in mutasarrıflarından Fuat Bey de akrabasıydı. Fatih’te anıların ve mazinin yaşa(tıl)dığı eski konakta büyü(tül)dü. Anne ve babası ayrılınca, pederinin ailesince yetiştirildi. Terbiyesi/eğitimi ile bizzat büyükannesi İffet Hanım ile halaları Behice Hanım ve Şükriye Hanım meşgul oldu.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını, halası Behice Hanım’ın eşi Nazır Cemal Paşa’nın Kuzguncuk’taki yalısında geçirecekti. Küçük İnci, muhteşem Boğaziçi’ni seyrederken bildiği/duyduğu İstanbul şarkılarını mırıldandı. Babası, biricik kızının üzerine titredi. Eğitimiyle ilgilendi. Tarihi köşkün sakinleri de (Hatice) İnci’ye annesizliğini unutturmaya çalıştı.
Büyük dayısı, udi/bestekâr Fahri Topuz - Ankara Radyosu’nun kadrolu saz sanatçısıydı! - , yeğenindeki musiki istidadını ilk fark edendi. Ailenin hanım üyeleri, tek kızlarının musiki ile ilgilenmesini/uğraşmasını pek hoş karşılama(z)dı. ‘Toplumda kadın sanatçılara/ses sanatçılarına iyi gözle bakılmadığına,’ inanırlardı. ‘Hor görülür, küçümsenir,’ diye korkarlardı. Hatta daha ileri gidilip ‘kötü kadın!’ şeklinde yaftalanmasından endişe duyarlardı.
Baba, Mustafa Fazıl Bey klasik musikimizi iyi bilir, icra eder ve konserleri de kaçırmamaya çalışırdı. Müzik sevgisi/tutkusu da küçük İnci’ye atasının mirasıydı. Aile, dönemin bütün ünlü musikişinaslarını tanır, misafir eder ve meşklerinde bulunurdu. Cevdet Çağla, Müzeyyen Senar, Osman Nihat Akın, Şükrü Tunar gibi hayatını vakfetmiş nice birbirinden değerli insan konuklarıydı/dostlarıydı.
- Ünlü Hocaların İstikbal Vaat Eden Talebesi… -
İlk ilgi alanı dönemin moda türü tangoydu. Ama çok geçmeden bütün ömrü boyunca yürüyeceği yolu buldu/seçti: Türk Sanat Müziği’ne yöneldi. Çamlıca Kız Lisesi’nden mezun oldu. İdeali: Konservatuvara girmekti. Aile, okul tercihindeki kararına da muhalefet etti. ‘Müzik, karın doyurmazdı, kadın şarkıcıya da farklı gözle bakılırdı!’ İnci, hayatında belki de ilk defa direndi/kararının arkasında durdu. İstikbaliyle ilgili karar(lar)ı kendisi verecekti. Dayısı Fahri Kopuz Bey’in desteğini de aldı. Sınavlara katılacak ve şansını deneyecekti/değerlendirecekti. Fahri Bey’in musiki dünyasında tanımadığı yoktu. Sınav heyetindeki Cevdet Çağla ile Refik Fersan yakın dostlarıydı. Arkadaşlarına hitaben kart yazdı. Fakat eski Türkçe yazı kullandı. İnci merak edip, ‘Ne yazdı?’ diye baksa okuyamayacaktı. Kopuz diyordu ki:
‘Sevgili Cevdet, Refik; hamili kart öz yeğenimdir. Bilgisi/yeteneği varsa alın! Yoksa atın!’
Gençliğinin ilkbaharındaki İnci, imtihanlarda başarı gösterdi. Kazananlar listesinde yerini aldı. Anlatımına göre, hayatı boyunca hiç torpile ihtiyaç duymayacaktı. Gayreti ve yeteneğiyle kapıları açacaktı.
- Münir Nurettin Selçuk Ekolünü Günümüze Taşıdı… -
İstanbul Belediye Konservatuvarı ile Üsküdar Musiki Cemiyeti, hayatının 2 odak noktasıydı. 1953’de, İstanbul Belediye Konservatuarı Folklor Tatbikat Topluluğu'nda Şef Sadi Yaver Ataman’ın asistanlığına atandı. Bir yıl sonra da memur kadrosuna alındı. Münir Nurettin Selçuk’un yönettiği koroda da görevlendirildi.
Musikimizin hem nazariyatı, hem uygulaması ile ilgilendi. Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde - Emin Ongan’dan! - ses kontrolünü, sahne duruşunu, solistlik tavrını/üslubunu öğrendi/geliştirdi. Avni Anıl, Sadun Aksüt, Şekip Ayhan Özışık, Niyazi Sayın, Cüneyt Kosal, Aka Gündüz gibi mesleği hayat tarzı yapmış isimlerle tanıştı/samimiyetini ilerletti. Tecrübelerinden, bilgilerinden, fikirlerinden yararlandı.
Şaşaadan uzak durur, korunaklı hayat sürmeyi tercih ederdi. Hırslı değildi, paragöz hiç olmadı. Skandaldan, dedikodudan kaçınırdı, içine kapanıktı. Kendi dar çevresindeki huzurun insanıydı. Plaklar, radyolar, koro programları ile adını geniş halk kitlelerine duyurdu/sevdirdi. Yüzü bilinmese de, kulaklardaki pası silen, hayal girdaplarına sürükleyen ses rengi ile tanındı. Ülke içinde ve dışında sayısız konserler verdi.
- Devlet Konservatuvarlarının Kuruluşunda Görev Aldı… -
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı kurulunca, öğretim üyeliğine getirildi. Aynı kurumun Türk Müziği İcra Heyeti’nde şef yardımcılığı görevini de deruhte etti. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda öğretim görevlisi olacaktı. Birikimi, yeteneği, engin tecrübesiyle akademik seviyede öğrenci yetiştirecekti.
Gazinolarda şarkı söylemeyi - her seferinde/teklifte! - reddetti. Assolistlik kavramına saygı duydu ama kendine uygun görmedi. Muhafazakâr tavrını meslek hayatında hep sürdürdü. İçki içip yemek yiyenlere sesini/sanatını sunamazdı. İnci Çayırlı’ya göre musiki, gazino sahnelerinde değil konser salonlarında icra edilirdi. Paraya kıymet vermedi. Tevekkül sahibi sayılırdı. Kazandığı yaşamını sürdürmeye yeterliydi. Plaklarının çok sattığı dönemde, bir gazino patronunun şaşırtıcı teklifiyle karşılaştı. Anlatılana bakılırsa bavul dolusunu banknotu reddetti. Bir ay sürecek assolistlik karşılığında servet kazanacaktı. Öneriyi düşünmeden geri çevirdi. Hayatı prensipleri üzerine kuruluydu.
- Şarkıları Hit Oldu, Altın Plak Kazandı… -
Halkın, özellikle de TSM tutkunlarının kalbinde ayrı tahta sahipti. Daima titizlendi, en güzel parçaları, en doğru/mükemmel icra etmeye çalıştı, başardı. ‘Kıskanıyorum’ - Muhayyerkürdî! - parçasıyla milyonların gönlüne girdi, duygularına, öykülerine ortak oldu. ‘Bir rüzgârdır’ - Segâh! - ile kayıplarımızı hatırlattı. ‘Bir Sabah Bakacaksın ki Bir Tanem Ben Yokum’ - Kürdîlihicazkâr! - ile aşkın ve kara sevdalının faniliğini gözler önüne getirdi.
Öğretmenliğini koro şefliği ile taçlandırdı. 1990’da Kültür Bakanlığı’nın Bursa Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun kuruluşunda görev aldı ve şeflerinden birisi oldu. 1998’de ‘Devlet Sanatçısı’ unvanına layık görüldü. Beratını 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in elinden aldı. Ama sanatçının görüşü: ‘Devletin resmi takdirinden çok vatandaşın verdiği kıymet daha önemli,’ şeklindeydi.
İBB, 2007’de yerinde bir karar aldı. Sanatçının oturduğu sokağın adını ‘İnci Çayırlı’ olarak değiştirdi. Ama karar Danıştay’dan döndü. Üsküdar’da 2 adet ‘Tufan Sokağı’ bulunmasına karşın birisine sanatçının isminin verilmesi uygun görülmedi. Böylece yaşarken ödüllendirme geleneği başlatılamadı. 11 yıl sanatçının ismi ile anılan sokağa eski tabelası yeniden asıldı.
- Televizyon Programına Çıktığına Bin Pişman Oldu… -
İnci Çayırlı televizyona çıkmazdı. Program önerilerini geri çevirirdi. Ama hayatının son döneminde sihirli kutuya bakışı değişti. Belki de kendince ördüğü duvarları yıkmayı/aşmayı düşündü. ‘Şarkı Söylemek Lazım’ adlı yarışma programında jüri üyeliği önerisini kabul etti. Amacı ne para kazanmak, ne de şöhretini artırmaktı. Hayatına yeni/değişik pencere açabilir, taze/ferah soluk getirebilirdi. Ama umduğunu bulamadı. Sadece sanat yaparak insanların ilgisinin çekilmediğini gördü. Yeni medya, gelenekselden çok farklıydı. Alaka toplamanın ayrı bedeli/maliyeti vardı.
Yazar Murat Derin çok hayırlı iş yaptı: İnci Çayırlı’nın anılarını kitapta topladı. ‘Müziğin Güzel Günlerine Yolculuk’ adı verilen eser, Pan Yayınları’ndan çıktı. Bize, Münir Nurettin Selçuk, Emin Ongan, Hafız Burhan, Selahattin Pınar’dan süzülüp gelen geleneksel musiki damarının önemli isimlerini/resimlerini hatırlattı/yâd ettirdi. Murat Bardakçı da önsözü kaleme aldı.
İnci Çayırlı verimli çalışmalarını Eskişehir’de de sürdürdü. Tepebaşı Belediyesi Türk Sanat Müziği Korosu’nu yetiştirdi, şefliğini yaptı. 2016’de, odasında otururken kalp krizi geçirdi. Son anda hayata döndürülebildi.
Gönül tellerimizi titreten İnci Çayırlı, gök kubbemizde nadide sesiyle pek çok klasik eserin terennümü ve hatıraları ile sessiz ve mutlu yaşamını sürdürüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.