KIRIM TÜRKLERİNİN ÖLÜME YOLCULUĞU
KIRIM TÜRKLERİNİN ÖLÜME YOLCULUĞU
İsmim, Mustafa Giray... Yıl, 1944...
Dört beş yaşlarında ya varım ya yokum. Her şeyi, yoğun bir sis perdesinin arkasından, hayal meyal hatırlıyorum.
Hatırlıyorum ama hatırladığım şeyler, yokluk, yoksulluk, açlık, korku, acı, gözyaşı ve ölüm...
Anacığım, kara kuru, ince, uzun bir kadıncağızdı. Yüzü her zaman ağlamaklıydı. Çünkü, anasını, babasını, kardeşlerini tüm yakınlarını Ruslar öldürmüş.
Kırım’ın bir zamanlar cennet gibi olan köşelerinden birinde, Bahçeşehir’de cehennemi yaşıyorduk. Evimiz, önceleri iki katlı görkemli bir konak olan,Rusların acımasız saldırılarından sonra virane hâline gelmiş bir yıkıntıydı.
Ruslar, Kırım Türklerine tarihten gelen hınçla büyük bir zülüm yapmış. Başlattıkları terör hareketiyle 1936 yılında bütün Kırım’ı yakıp yıkmışlar.
On binlerce Kırım Türkünü, Sibirya’ya ve Urallar’a sürmüşler. Geride kalan Türkleri ise açlığa mahkum edip açlıktan ölümlerine yol açmışlar.
İşte ben böyle bir dönemde dünyaya gelmişim. Yokluk, terör, açlık kol gezerken anam ve babam beni doyurup yaşatmaya çalışmış.
Tam bu sırada, 1941 yılında Almanlar, bütün Kırım’ı işgal etmiş. Bu sefer de Almanların zülmü başlamış.
Babamın atalarından kalan geniş, verimli toprakları varmış. Tarım ile uğraştığı için açlıktan ölmekten kurtulmuşuz.
Elde ettiği bütün mahsulü önceleri Ruslar sonra da Almanlar zorla ellerinden almış. Saklayabildikleriyle zar zor karnımızı doyurup bu acı dolu yılları atlatabilmişiz.
Ben biraz büyüdüğüm zaman, 1944 yılında, Ruslar Kırım’ı tekrar ele geçirmiş.
Almanların yaptığı eziyet yetmemiş, bu sefer de Ruslar, Bütün kırım Türklerini Almanlara yataklık yaptıkları iddiasıyla 18 Mayıs 1944 tarihinde kitlesel olarak Kırım’dan çıkarıp sürgüne göndermiş.
sürgüne gönderilen bu Türkler arasında, ben ve ailem de varmış.
Önceleri, çamurun, tozun, toprağın içinde günlerce yürütülmüşüz. Canım babam, beni sırtına bağlayıp günlerce taşımış.
Bir kolunda anam, diğer kolunda ise taşıyabildiği kadar eşya sıkıştırdığı bohçası varmış.
O zor günlerle ilgili çok şey hatırlıyamıyorum. Sadece, çok ama çok insan ve nefes almamıza engel olan siyah duman çıkaran, bir demir yığınına bindirildiğimizi, daha doğrusu üst üste yığıldığımızı hatırlıyorum.
Bu yolculuk sırasında meğerse binlerce Kırım Türkü, kırk kişilik tren vagonlarına iki yüzer üç yüzer kişi şeklinde istiflenmiş.
Havasızlıktan, açlıktan, susuzluktan ve ezilerek ölenleri, durdukları yerlerde vagonlardan atmışlar, yerlerine yeni Türkleri doldurmuşlar.
İki üç hafta süren bu ölüm yolculuğundan sonra Sibirya’ya yakın bir bölgeye götürülmüşüz.
Burada önceleri, esir kamplarına yerleştirilmişiz, sonraları ise çevredeki çiftliklere, fabrikalara işçi olarak gönderilmişiz.
Ben, annem ve babam, bu “ ölüm yolculuğu”ndan sağ sağlim kurtulan sayılı insanlardanmışız.
Biz de küçük bir çiftliğe gönderilmişiz. Yıllarca orada kalmışız. Bütün çocukluğum, gençliğim ve orta yaşlarım orada, boğaz tokluğuna çalışarak, esir hayatı sürerek geçti.
Anamı, babamı o uğursuz topraklarda kaybettim.
Orta yaşlarımın sonuna geldiğimde ana vatanıma, toprağıma, Kırım’a dönebildim, dönebildim ama vatanımda yabancıları gördüm.
Türk toprağı olan bu topraklarda azınlık olarak kaldığımızı gördüm.
Yeni bir hayat kurmak ve eski güzel günlere ulaşabilmek için elimden geleni yapmaya başladım. Bütün Türk dünyasının desteği ve duasıyla inşallah yine çoğalacak, güçlü ve büyük bir Kırım olacağımıza inandım.
Yeter ki biz Kırım Türklerini unutmayın, desteklerinizi esirgemeyin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.