Doğu Akdeniz'de Yaşananlara Türkiye Nazarından Bir Bakış
Dünya ve Türkiye gündemi dikkatini tamamen Covid-19 bulaşıcı hastalığına kanalize etmişken yine dünya geleceğinde doğrudan etkili olacak bir başka başlık, Doğu Akdeniz Enerji Jeopolitiği, öz ardı edilmemelidir.
İlk başta Kıbrıs özelinde Doğu Akdeniz’in neden önemli olduğuna değinelim.
Halihazırda bulunan doğalgaz rezervleri tek başına Türkiye'nin tüm doğalgaz ihtiyacını 2600 yılına kadar karşılayabilecek potansiyelde.
Ocak 2009 ile Haziran 2019 arasında Doğu Akdeniz sularında yaklaşık 2500
milyar metreküp (bcm) gaz keşfedildi. Azerbaycan’ın 2018 yılı sonunda sahip olduğu ispatlanmış doğalgaz rezervinden fazla olan bu miktarın parasal değeri (Avrupa referans fiyatı olan TTF son 10 yılın en düşük seviyesinde olmasına rağmen) 350 milyar dolardan fazladır.
Haziran 2018’deki fiyatlar baz alınmış olsaydı bu parasal değerin iki ile çarpılması gerekecekti.
Henüz keşfedilmemiş 10 trilyon metreküpten fazla doğal gaz olduğu öngörülüyor.
Bunlara ek olarak devletlerin kendi münhasır ekonomik alanlarında
keşfedileceğini öngördükleri doğalgaz, petrol, hidrokarbon rezervlerinin kapasitesi bir hayli fazla.( Dr. Sohbet Karbuz Bilkent Enerji Politikaları Araştırma Merkezi ‘Doğu Akdeniz’de Ne Kadar Doğalgaz Var?’ Temmuz 2019) Ayrıca bölgenin Ortadoğu ve Anadolu'ya yakınlığından kaynaklanan önemli bir jeopolitik konum avantajı var. Bu kadar stratejik kozu bir arada bünyesinde barındıran Doğu Akdeniz doğal olarak sert diplomatik ve
askeri çekişmelere sahne oluyor.
Hal böyle iken diplomatik ilişkiler son derece kritik konumda. Doğu Akdeniz'e kıyısı bulunan ülkeleri içeren bir haritaya bakmamız ; bir kısmında çeşitli savaşcı örgütlerin ve bizzat devletlerin bölgesel egemenlik ve otorite elde etmek kılıfında Akdeniz kıyılarına inmek için bulundukları coğrafyayı kaosa sürüklediklerini, kalan kısmın ise bu süreci tamamlamış ve genellikle Türkiye karşıtı politikalarıyla bilinen kişilerce yönetildiklerini görmemiz için yeterli olacaktır.
Maalesef Türkiye Akdeniz'de geç kalmışlığının getirdiği bir diplomatik yalnızlık içinde. Türkiye bölgede ağırlığını hissettirmeden önce GKRY'nin ada etrafında bulunan alanları münhasır ekonomik bölge şartlarına uymadan, hukuksuzca -Türkiye’nin hakları 'gasp edilerek' -13 parsele ayırıp bu parselleri özel şirketlere satmış, Türkiye'nin potansiyel müttefiki diyebileceğimiz, kıyıdaş ülkelerin 'geleceklerinde' önemli değişimler olmuş ve potansiyel müttefiklerimiz birden bire potansiyel rakip statüsüne yükselmişlerdir.
Geri kalanları ise –bir kaçı hariç – kendilerini kaos ortamında bulmuşlardı. Adı anılan potansiyel müttefiklerimizi ,Libya ve Mısır olarak sıralayabiliriz. Türkiye Akdeniz'e gözlerini çevirdiğinde, Libya’yı 42 yıldır yöneten
Kaddafi'nin iktidarı bir askeri darbe yoluyla sonlanmıştı.
Ülkemize karşı olumlu bir politika izliyor diyebileceğimiz -ki bu politikası Kıbrıs Barış Harekâtında somutlaşmıştır- Kaddafi'nin düşürülmesi ve
onun yerini kaosun alması Akdeniz'de Türkiye aleyhinde yaşanan ilk gelişmelerden biri olmuştur.
Bir diğer devlet Mısır'ın rahatlıkla “ Türkiye’ye yakın" diyebileceğimiz cumhurbaşkanı Mursi'nin de ilerleyen tarihlerde yine bir askeri darbeyle hükümetten indirilmesi ve yerine umumiyetle Türkiye karşıtı tavırlarıyla bilinen Sisi rejiminin kurulması bizler için işlerin kötüye gittiğine dair en büyük habercilerden biriydi.
Şöyle bir toparlayacak olursak Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan ve hak talep etme potansiyeli olan ülkelerin çoğunun – Yunanistan , Mısır , İsrail , GKRY - Türkiye'nin karşısında bulunduğunu, diğerlerinin de durumunun pek iç açıcı olmadığını – Libya ve Suriye'de iç savaş mevcut- görüyoruz.
Özellikle Yunanistan , GKRY ile birlikte Akdeniz'de Türkiye karşıtı sert politikasını gün geçtikçe her fırsatta AB ve ABD'den yardım talep etmek suretiyle şiddetlendiriyor.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Türkiye 2000’li yıllarda bölgede petrol ve doğalgaz bulunduğundan itibaren , bile isteye, kasıtlı olarak
Akdeniz diplomasi masasında yalnız bırakılmıştır.
Ayrıca Akdeniz'de doğrudan hakkı bulunmasa bile -İngiltere hariç çünkü İngiltere Kıbrıs üzerinde garantörlüğe sahiptir-var olan ve kendilerini bir denge çarpanı olarak gören ülkelerde var.
Covid-19 ile derin bir mücadeleye girmeden evvel İtalya özel şirketlerini koruma bahanesiyle bölgedeydi. Biraz sonra sayacağımız ülkeler arasında belki de Doğu Akdeniz’de en çok söz sahibi olmak isteyen devlet Fransa ise Yunanistan'a özellikle askeri bakımdan muhteşem bir destek veriyor.
Ülkenin yıllardır içinde bulunduğu ekonomik buhrandan ötürü Akdeniz'de sadece 1 savaş gemisi bulundurabilen ve bu alanda hayli eksik olan Yunanistan'a 6 gemi 1 uçak gemisinden mürekkep büyük bir filoyla yardım
eden yine Fransa'ydı. Öte yandan bölgede meşru bir hakkı olmayan ABD ise tarihsel bir geçmişi olan 6. Filo ve çeşitli ülkelerde bulundurduğu üslerle hem diplomatik hem askeri sahada etkin bir konumda.
Bu etkinliğini günden güne değişen bir siyasete bağlayan ABD birbiriyle çelişen açıklamalarıyla bu teze delalet ediyor.
Rusya ise tarihsel emeli olan sıcak denizlere inme doktrinini halen sürdürüyor.
Bu minvalde Suriye'de en faal güçlerden biridir ve diyebiliriz ki Rusya Suriye'de yaşanan Akdeniz kovalamacasının -şuan için – yegane kazananı konumunda. Lazkiye ve Tartus askeri limanlarına uzun vadeli yerleşen Rusya’nın bölgedeki bir ikinci gayesi ise doğalgaz konusunda çoğunlukla ona bağımlı ülkelerin Doğu Akdeniz Enerji Jeopolitiğinden minimum kazançla ayrılmasını sağlamak olsa da henüz net bir tavır takındığını söylemek kolay değil – Suriye başlığı hariç.
İngiltere ise adanın güneyinde bulundurduğu üç büyük üsle önemli bir ülke. Akdeniz’de dünya devletlerinin politik tutumlarına değinmemizin akabinde Türkiye’nin izlediği yola da göz atmalıyız.
Türkiye Akdeniz’de bulundurduğu büyük filoyla- 10 gemi 6 denizaltı 25+ hücumbot - , Kuzey Kıbrıs’ın Geçitkale Havalimanı'nda açılan, rüşdünü Suriye'de ispat eden ve yeni savaş çağının başlatıcısı ve yürütücüsü olarak öne çıkan İHA- SİHA üssüyle, milli olarak geliştirilen veya üzerinde halen
çalışılmakta olan korvet , uçak gemisi, denizaltı sistemleriyle bölgede ki en faal ve en etkin askeri güç durumda.
Gerek Denizkurdu , Mavi Vatan Davet Tatbikatı gibi tatbikat serileri gerek de her şeye rağmen üstüne koyarak sürdürdüğü sondaj çalışmalarına sağlanan koruma bu gücün fiiliyata dökülmesidir.
Milli sanayi bu alanda Türkiye’nin en büyük yardımcısı oldu. Bahsi geçen çalışmalar Kathimerini başta olmak üzere Yunan ve dünya medyasında geniş yankılar uyandrımaktadır.Lakin GKRY ile kesişen parseller sorununun ,genel olarak Doğu Akdeniz Enerji Jeopolitiği üzerinde ki düğümün sadece askeri yollarla çözülemeyeceğini bilmemiz gerekir.
Devletimizin bu doğrultuda girişimleri olmuş Türkiye içinde bulunduğu diplomatik yalnızlık kisvesinden kurtulmak istemişdir.
Bu kapsamda Libya'da bulunan taraflardan biri olan Ulusal Mutabakat Hükümetiyle – kendileri Libya'da BM tarafınca tanınan tek oluşumdur- anlaşma masasına oturmuş ve Libya – Türkiye Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşmasını imzalamıştır.Bu anlaşmayı Cumhurbaşkanı Erdoğan “ Denizlerdeki Sevr'in yırtılması” olarak nitelemişti.
Bu anlaşmanın Türkiye’ye getirilerini üç maddede sıralayabiliriz:
1- Türkiye bu antlaşmayı imzalamadan önce aynı tip bir mutabakatı Yunanistan GKRY ile yapmak niyetindeydi. Böylesi bir anlaşmanın imzalanması Türkiye'nin Ege ve Karadeniz’den dışa açılımlarını büyük oranda kısıtlayacak. Akdeniz’de de Antalya Körfezine hapsolmasına mal olacaktı.Bu denizlerde yaşayan ve gelişecekse denizlerde gelişecek bir devlet olan Türkiye için bir kabus olurdu. Ne var ki Libya-Türkiye mutabakatı bu planı çöpe süpürdü ve Türkiye’ye derin bir nefes aldırdı.
2- Başından beri üzerinde durduğumuz Yunanistan-Israil-Mısır-GKRY bloğu
İsrail'den çıkarılan rezervleri Yunanistan üzerinden Avrupa’ya pazarlamak
niyetindeydi. Türkiye bu antlaşmayla East Med adı verilen bu projenin
güzergahını kesti ve bahsi geçen bloğu iki seçenek arasında bıraktı.: Ya
Türkiye ile anlaşılacak ve rezervler Türkiye'ye de pay verilerek Avrupa’ya
pazarlanacak ya da Türkiye’ye pay verilmemek için çok daha masraflı farklı
yollar denenecek.
3- Türkiye bu antlaşmayla yalnızlık statüsünden bir nebze de olsa sıyrıldı. UMH Türkiye'nin Akdeniz’de KKTC'den sonra anlaşmaya vardığı ilk resmi hükümet oldu. Türkiye böylece satranç tahtasında bir hamleyle birden fazla taşı egale etti.Ayrıca Türkiye iç savaşta zor durumda olan UMH'ye ciddi bir askeri yardımda bulunarak Akdeniz'de ki meşru hakları uğruna hem diplomatik hem de askeri gücünü sonuna kadar kullanacağını gösterdi- Suriye'de önce Ypg'nin Akdeniz'e inmesinin engellenmesi sonra ağır bedellere rağmen Suriye'den çekilinmemesi bu olgunun en büyük örneğidir.
Türkiye bununla da yetinmeyerek diplomatik arayışlarına devam etti.
Mevlüt Çavuşoğlu’nun “ Akdeniz’de GKRY hariç herkesle anlaşabiliriz" açıklamasının hemen ardından İsrail ile zemin arandı ve karşılıklı heyet görüşmeleri yaşandı fakat görüşmeler şimdilik akim kaldı.
Şunu belirtmeliyiz ki Akdeniz’de yanımızda olan her devlet önemli iken İsrail ile uzlaşmak bize paha biçilmez bir yarar sağlar – hem karşımızda bulunan blokta derin bir çatlak açılmasına sebep olur hem de Akdeniz’de UMH anlaşmasıyla sarsılan diplomatik dengeler İsrail anlaşmasıyla Türkiye lehine
dönebilir.
Yaygın görüşe karşın İsrail bu minvalde en makul devlettir iki tarafında
birbirinden edinebileceği çok önemli avantajları mevcut.
Doğu Akdeniz'de ki enerji kaynakları ülkemizin geleceğidir. Bu yüzden haklarımızın gasp edilmesi söz konusu olamaz. Anavatanımız olduğu kadar Mavi Vatanımız da kritik ve önemlidir. Toplumumuzda bu alanda milli şuurun oluşturulması elzemdir.
Devletler arası boyuta dönecek olursak Türkiye Akdeniz’de ki Enerji kaynakları için her türlü kırgınlıkları geride bırakarak her devletle milli haklarımız kapsamında masaya oturabilmelidir.
Siyasetini Akdeniz’de ki geç kalmışlığı onarmak üzerine kurmuş olan devletimiz hem diplomatik hem de askeri alanda kararlılığını sürdürmektedir ve ne pahasına olursa olsun milli haklarından vazgeçmeyeceğini dile
getirmektedir.
Bünyesinde bulundurduğu en başta değindiğimiz stratejik unsurlar
sebebiyle bu politikanın eksiklerini giderip üstüne koyarak sürdürülmesi zaruridir.
Unutmamalıyız , Akdeniz geleceğimizdir.