Hasırı ‘Yorgan’ Tabutu ‘Döşek’ Edinen ‘Baba’!
Urfa’nın yetiştirdiği nadir kıymetlerdendi. Yer altı dünyasındaki adı: ‘İnci Baba’ydı.
Nüfus kaydında ‘Mehmet Nabi İnciler’ yazardı. Ün kazandıktan sonra her hareketi devlet/basın tarafından yakinen izlendi. Dağıttığı ihaleler, sanatçılarla yaşadığı ilginç/gizemli ilişkiler hep haber yapıldı. Hayat öyküsü çok yönlü, rengârenk, pek hareketli, adeta romancıları/senaristleri imrendirecek yapıdaydı.
İhracatçıydı, ithalatçıydı, fabrikatördü, müteahhitti ve hatta siyasetçiydi. En önemlisi - kendi yorumuna göre! - ‘fakir fukara babası’ydı. İngiliz basınının benzetmesine göre, ‘Türk Robin Hood’u idi. - Çok önemli toplumsal bir yarayı sarmakta sorumluluk üstlenmişti! - Hatta ‘Dul Kadınlar Derneği Fahri Başkanı ‘Baba’ (!)’ şeklindeki haberlere de konu edilecekti. Sanatla, sanatçıyla yakından ilgilendi.
Siyasete sıcak baktı, siyasilerle daima samimi/sıcak ilişkiler kurma gayretine girdi. Doğum yeri Şanlıurfa’dan milletvekilliğini adaylığını koydu. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i özel telefonundan arayıp hal hatır soracak, yardımını isteyecek kadar yakınındaydı. Alparslan Türkeş ile aynı hastane koğuşunu paylaştı. Eliyle yoğurduğu ‘çiğ köfte’yi takdim ederek, samimiyetini/dostluğunu gösterdi. Sağdan ve solda çok sayıda samimi dosta sahipti. Yaşar Kemal ve Yılmaz Güney ile içki masasını paylaşırdı. 12 Eylül’de tutuklanan Ülkücü camianın önemli isimleriyle hapishane arkadaşlığı yaptı.
- Babası Mihri İnciler Kaçakçılık Yapardı… -
Atatürk’ü yitirdiğimiz yıl, 1938’de, Urfa’nın Türkmen Meydanı Köyü’nde dünyaya geldi. Annesi, babasına ‘Oğlun oldu!’ müjdesini verdi, fakat sevindiremedi. Yoksul ailenin sofrasına yeni bir boğaz eklenmişti. Öfkesi burnunda, fakirlikten iki yakası kavuşmayan adam dokuzuncu evladı için nasıl memnuniyet duyabilirdi ki?!
Kalabalık ailenin geçimi iki eşeğin sırtında taşınan mal(lar)a bağlıydı. Baba, - Yakın çevresinin/dostlarının Mihri (İnciler) Amcası! - kaçakçılıkla iştigal ederdi. Topluma büyük zarar veren uyuşturucu, silah, mermi, patlayıcı gibi ağır ceza gerektiren kalemlerle ilgilenmezdi. Bölgede zor tedarik edilen giyecek, ev eşyası, çay getirip pazarlardı. Urfa ile Suriye arasındaki mesafe 40 kilometreden fazlaydı. Ayda bir/iki yolculuk yapardı. Malı sattığında ailenin sofrası dolar, karnı doyardı. Karadenizli gözünü açtığında önce denizi görürse, Urfalı da kaçakçı eşeklerini/katırlarını tanırdı/bilirdi. Halep’e gider, satabileceği emtiayı getirirdi. Ama çok tehlikeli işin/uğraşın içindeydi. Her seferinde hayatını ortaya koyarak ekmek parası kazanırdı. Sınırı aşarken mayın patlaması ile karşı karşıyaydı. İki ülkenin sınır jandarması başka riskti. Diğer kaçakçılar da rekabetten ötürü potansiyel çekinceydi. Rakiplerini ispiyon edebilirlerdi.
Hayat hiç kolay değildi. Bir dilim ekmek için ‘can pazarı’nda sahne alınırdı. İnci Baba’nın tabiri ile ‘Ekmek aslanın ağzında değil midesinde’ydi. Sürekli bıçak sırtında, yoklukla - zorlukla bulunan! - bir tabak yemek arasında gidip gelen yaşam çizgisi tevekkülle paylaşılırdı.
- Babasına Saygıda Kusur Etmedi… -
Annesinden dinlediği, o günlere ilişkin acı/tüyler ürperten hatırayı naklederdi. Bir akşamüstü eve gelen babası, yemeğin hazırlanmadığını görünce sebebini sordu. Pirinç pilavı pişirilecekti. Anne boynunu büktü, ‘Yağımız bitti. Bu yüzden yemek yapamadım,’ diyebildi. Baba öfkeye kapıldı, kundaklanmış halde uyuyan Mehmet Nabi’yi kapıp bahçedeki kuyuya atmaya kalktı. Babaannesi araya girdi, zorlukla elinden alabildi. Daha 8 aylık iken ölümden dönmüştü.
Büyüyünce, babasına saygıda kusur etmeyecekti. Her seferinde, ‘Babam başımın tacıdır. Her zaman sırtımda taşırım,’ diyecekti. Erken yaşta annesini kaybetti. Rahat ettiremediği, istediği hayatı yaşatamadığından ötürü üzül(ür)dü.
Oturdukları kerpiç köy evinde su ve elektrik bulunmazdı. Oyuncağı tanımazlardı. İri elbise düğmeleri, aşık kemiği, ince telden yapılma arabalarla oynanırdı. Annelerin/ninelerin diktiği bez toplara keyifle tekme atılır, futbol maçı yapılırdı.
Köy ilkokuluna başladığında nüfus kâğıdı çıkarılmamıştı. Diploma alırken gerekliydi. Nüfus kütüğüne kaydı yaptırılınca, 5 yıllık ilkokul şahadetnamesine kavuşabilecekti.
- Gençliğinde Demokrat Parti’nin Vatan Cephesi’ne Devam Etti… -
Büyüdüğü fark edildiğinde, omuzlarına sorumluluk yüklendi. Ailenin geçimine katkı sağlamalıydı. ‘Çocuk yaşımda ekmek derdine düştüm!’ diyecekti. Demokrat Parti’nin iktidar dönemiydi. Ülkenin her yanında halk ikiye bölünmüştü. Partiler köylere kadar örgütlüydü. DP’yi destekleyenler Vatan Cephesi’nde toplanmıştı. CHP’liler de karşı taraftaydı. Aralarında sık sık tartışmalar, kavgalar çıkardı. Genç Mehmet Nabi de Vatan Cephesi’ndeydi. Gözcülük, ufak fedailik işleri yapardı. Silah taşımazdı, fakat küçük çakısı ile kendini güvende hissederdi. Hizmeti karşılığında aldığı harçlığı da ailesini verirdi.
Anılarını anlattıkça ilk yaralamasını da iç çekerek/pişmanlık duyarak hatırlardı. 8 yaşındaydı, mahalle çeşmesinden doldurduğu testiler/kovalar dolusu suyu komşulara satar para kazanırdı. İlk kavga da su sırasından ötürü çıktı. Komşu kızı, yaşıtı Ümmihan’ın kafasını taşla yardı ve hastanelik etti. Jandarma, babasını ve küçük Mehmet’i gözaltına aldı. İfadesini verdi. İlk eylemi siciline/beynine kaydedildi.
Yıllar geçtikçe küçük Ümmihan’ı anımsayacak, yanlışını ve pişmanlığını belirtecekti. ‘Kadınlara el kaldırılmaz! Elleri öpülür, saygıda kusur edilmez,’ diyecek, - kendince çevresindekilere! - yol gösterecekti.
Ama anne ve babası, genç Mehmet ve yaptıklarından gayri memnundu. Sık sık kızarlar, - kendilerine göre! - doğru yolu göstermeye gayret ederlerdi. Ama söylenileni ya duymazdı ya da bir kulağından girer ötekisinden çıkardı. Bildiğini okumayı severdi. Daha ilkokulu bitirmeden eve gelmemeye başladı. Babasının dövmesinden, annesinin nasihatinden kaçmanın yolunu buldu. İlginç yöntem geliştirdi. Mahalledeki Koca Yusuf Camii’nin tabutunu kendine yatak/karyola yaptı. Yorgan niyetine hasıra sarınır, tabuta girip uyurdu.
- İlkokul Öğretmeni İstikbalini Tayin Etti… -
Ortaokulu yeni bitirmişti. Hayatın zorluğuna/zalimliğine savaş açtı. Urfa’da tanındı, polisin gözaltında tuttuğu ‘geleceğin potansiyel şüphelileri’ arasındaydı. Bir röportajında, ‘Her gün ölümle dans ettiğim yıllardı,’ diyecekti. Yaşına göre inanılmaz tecrübe sahibiydi. Dikkati çekilmez, yola getirilmezse, demir parmaklıkların arkası ‘daimi mekânı’ olabilirdi. Kör kurşuna kurban da gidebilirdi.
İlkokul öğretmeni hayatının akışını değiştirdi. Kulağını çekti, koluna girdi ve zorladı:
‘Seni Adana’ya göndereceğim. Sanat okulunda - teknik lisede! - yatılı okuyacaksın!’
Aklına yatmamakla birlikte öğretmenini kıramadı. Sınava girdi, kazandı ve okula yatılı kayıt oldu. Yol parası, okul harçlığı da yoktu. Adana’ya gidip lisenin pansiyonuna yerleşti. Yine kendi deyimi ile ‘Elde yoktu, avuçta yoktu. Para kazanmanın yolunu bulmalıydı!’ Saçlarını kestirmesi - asker tıraşı yaptırması! - gerekliydi.
Okul berberinin odasına girince aklına geleni uyguladı. İşini elinden alacaktı. Kavga etti, gürültü patırtı çıkardı ve berberi okuldan uzaklaştırdı. Dişlerinin yarısı kırık eski saç kesme makinesi ile çalışmaya girişti. Daha önce hiç tecrübe edinmemişti. Sonuç beklemediği gibi gelişti. Tıraş yaptıranların saçları nadasa bırakılmış tarlalara benzedi. Yarısı kesilmişti, yarısı duruyordu.
Bir öğrenciyi tıraş ederken kulağını koparınca, şikâyetler gök kubbeye ulaştı. Durum abartılarak okul müdürüne ulaştırıldı:
‘Berberimiz çok marifetli… Saç yerine kulak kesiyor! Okula - yakında! - bir ‘acil servis odası’ gerekecek!’
Müdür olaya el koydu. Genç Nabi, ekmek teknesini arkadaşı Kemal’e devredecekti: ‘Ne kazanırsak yarı yarıya ortağız…’ Sermaye Mehmet Nabi’den, emek Kemal’dendi. Hissedarlık mezuniyete kadar sürdü.
Beyanına göre, Ömer Sabancı’dan burs aldı. Maddi desteğini gördü.
- Adana’daki İdolü Ünlü Kabadayı Asfalt Rıza’ydı… -
1957’de okulu bitirdi. Sabancı Holding’in temellerini atan Ömer Sabancı’ya iş için müracaat etti. Dilekçesinde durumu ve eğitimi hakkında bilgi verdi. Fazla beklemeden mesaiye başladı. ‘Kabadayılar âlemi’nde de kendine yer edindi. Ünlü külhanbeyi Asfalt Rıza ile birlikte ‘faaliyet gösterdi’! Rol modeli, Adana’nın haracını yer, bazı yerel meşhurları korurdu. Şehir yöneticileriyle arası gayet iyiydi.
1960 Askeri Darbesi’nden sonra nemalı işlere girişti. İnşaat sektörüne adım attı. Adana’da Hâkim Evleri Kooperatifi’nin inşa ihalesini kazandı. Siteyi istenilen evsafta tamamlayınca özgüveni yükseldi.
Ufku açılmış, girişkenlik ruhu gelişmişti. İki yıl sonra Urfa’da Halı Sarayı’nın yapımı ihaleye çıkmıştı. Belediye başkanını araya sokup eksiltmeyi kazandı.
Yeniden Adana’ya dönüp yerleşti. Evlendi, kendi ailesini kurdu. Bir ilçe ve 16 köyün su şebekesinin kurulması projesinde yükümlülük aldı.
Devlet ihalelerini kazandıkça tecrübesi arttı, bürokratlarla arası iyileşti.
- Ankara’daki İlk Mekânı Bir Kahveydi… -
Ödenekleri/hak edişleri almak için sık sık Ankara’ya gider ve kalırdı. Siyasette, bürokraside, eğlence dünyasında, kabadayı âleminde namı yürüdü, ilişkileri sağlamlaştı. Bir süre sonra arkadaşları, dostları, kendisinden destek bekleyenler için mütevazı mekân edindi. Gençler Birliği Spor Kulübü’nün yanındaki kahveyi satın aldı, - başkentte de! - sabit adrese kavuştu. Kendi beyanına göre, ‘Fakirlere, öğrencilere, muhtaçlara yardım etti…’
İhaleler, inşaatlar ve kazanılan servet sonucu bazı sanatçılara, güzel kadınlara sahip çıktı, korumasına aldı. Çok ünlü bazı sarışın hanımlarla anıldı. Suni kumral hanımlardan birisi şarkıcıydı. Diğeri ise Yeşilçam’ın çok genç, pek cazibeli, filmlerde en yüksek ücreti alan, magazin dünyasının flaş ismiydi. Dedikodu basınında adlarının beraber anılmasına karşın ne kabullendi ne de reddetti. Reklamının yapılması, isminin ünlü hatunlarla yan yana gelmesi hoşuna gitmiş olabilirdi.
Mehmet Nabi İnciler’e göre, ‘Urfalı olmak’ bir ‘imtiyaz’, bir ‘öncülük’tü. Urfalı doğuştan sanatçıydı. ‘Eşeği bile notalı anırır’dı. Şehir, Nuri Sesigüzel’den İbrahim Tatlıses’e kadar pek çok ünlü sanatçı çıkarmıştı. Hemşerisi sanatçılara sahip çıkması/dostluk etmesi son derece doğaldı.
Kendi sesini hiç beğenmezdi. Okulda sevmediği ders ‘Müzik’ idi. Her sınavda İstiklal Marşı’nı söyleyerek geçerli not alabilmişti.
- Ünlü Eğlence Mekânlarında En Ön Sıra Masanın Sahibiydi… -
İnciler, gece hayatını severdi. Ünlü solistlerin çalıştığı gece kulüplerine gider, en ön sırada ayrılan masasına - arkadaşları/dostları ile! - oturur, sanatçıyı ve patronu ihya ederdi. Böylece kanatlarının altındaki sanatkârın itibarı artardı. Gazino sahibi de para kazandıran müşterisinin her isteğini yerine getirirdi/etrafında pervane olurdu.
Hayatına çok sayıda ünlü kadının girdiğini söylese de hiçbirinin ismini vermedi. ‘İbadet de, kabahat de gizliydi; iki kişi arasında kalmalıydı…’ ‘Bütün kadınlar birbirinin aynısıydı.’ Sanatçılarla yakın ilişkiye girince anlayabilmişti.
‘Ünlü diye bilinen/nitelenen ile kurulan ilişki ömrü uzatmaz, hayatı Cennet’e çevirmezdi’. ‘Aksine sanatçı geçinen bazı kadınlar, zengin erkekleri ‘sıçan gibi soyar’dı. Erkek - çoğunlukla! - elindekini yitirirdi.’
İnci Baba, hayvan severdi, hayvan dostuydu. Aslan ve kartalı ayrı tutar, her ikisine de hayranlığını yinelerdi. Ankara Tunus Caddesi’ndeki bahçeli evi, küçük hayvanat bahçesi sayılabilirdi. Komşuları, yoldan geçenler balkonda aslan veya iri köpeği görebilir, seslerini duyabilirdi. Bir ara leopar bile besledi. İki yanına aldığı iki iri leoparla fotoğraf(lar) çektirmişti. Güneş gözlüklerini takmış, yakası açık beyaz gömlek ve siyah kruvaze ceketini giymişti.
1976’da, polis bürosunu bastı. Evde bulunan 4 panter ve içinde piranhaların yaşadığı akvaryum ilgi çekmişti.
- Devlet İhalelerini Bölüştürdüğü İddiaları… -
Ankara’daki namı ‘devlet ihalelerini bölüştürme/paylaştırma iddiaları’ndan yürüdü. Yazılanlara bakılırsa, ihaleye girecek müteahhitleri bürosunda toplardı. Kimin ne tutarda teklif vereceğine ve hangi şahsın kazanacağına karar verirdi. Artırma/eksiltmeler sırayla/adaletle (!) dağıtıldığından katılımcılar arasında şikâyet söz konusu edilmezdi.
Bürosunda sergilenen kafatasından ve hikâyesinden bahsedilirdi. Misafirlerine, ziyaretçilerine kuru kafayı gösterir ve derdi ki:
‘Bu delikanlı elimde yetişti. Büyüttük, güvendik, içimize aldık, sırrımızı açtık. Ama töreye aykırı davranmış, öğretilenlere muhalif olmuş. Öldürülmüş. Gördüğünüz gibi kendisi ile zaman zaman konuşuyorum…’
İnci Baba, ünlü ses sanatçısı Muazzez Abacı’nın eski eşi Hasan Heybetli ile de ortak şirket kurdu. Müteahhitlik ve turizm alanlarında faaliyet gösterdi.
Bazı siyasilerin/bürokratların fare ile aslanı ayıramadığından yakınırdı. Ona göre, ‘adalet dinden daha üstün’dü. Adaletin terazisi şaşarsa toplum kaybederdi. Kendisine de haksızlık edilmişti. Kaç kez hapse girdiğini tam saymamıştı. Fakat 15 yıla yakın mahpusluk tecrübesine sahipti.
- Mehmet Ağar’ın Babası Zülfü Ağar’ı da Tanırdı… -
Adalet ve İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar’ın babası Zülfü Ağar ile de unutamadığı hatırası mevcuttu. Zülfü Ağar, Adana Emniyet Müdürü’ydü. Mehmet Nabi İnciler, bir gün Emniyet Müdürlüğü’ne gidip gözaltına alınan arkadaşını görmek istedi. Yanına ekmek arası köfte ve ayran aldı. Ağar, Nabi İnciler’i eli kolu dolu görünce, ‘İnci, sen baba mısın? Bu kadar adamın karnını doyuruyorsun,’ diye hayretini saklamadı. ‘İnciler’ soyadı - kolaylık olsun diye! - ‘İnci’ diye tekrarlanırdı. Mehmet Nabi İnceler’in adı ‘İnci Baba’ kaldı ve yayıldı.
Mehmet Nabi, Zülfü Ağar’ın taktığı adı benimsedi. Zaman içinde kendi kendini taltif etti: ‘Ben, babaların babasıyım!’ Topluma da babalık yaptığını, düşeni kaldırdığını, yardım isteyeni boş çevirmediğini, hastalara kol kanat gerdiğini anlatacaktı. 1979’daki bir mülakatında, ’35’in üzerinde öğrenci okuttuğunu, dullara yardım ettiğini, evlenmek isteyenlere destek verdiğini, verem hastalarına özel itimam gösterdiğini,’ açıklayacaktı. Kendisini ‘Telli Baba’ ile karıştıranları da hatırlatacak ve kahkahayı basacaktı. Yanılanlar biraz dikkat etse, ‘İnci Baba’nın Ankara’da, ‘Telli Baba’nın İstanbul’da konuşlandığını bileceklerdi. Babalar arasında da ‘iş bölümü’ (!) de bulunurdu. ‘Telli Baba’, çocuksuz hanımlara ve evde kalmış kızlara devaydı. Oysa kendisi, - yine iddiasına göre! - fakir fukaranın odun kömür işini hallederdi.
- ‘Kürt İle Türk Birbirinden Ayrılamaz. Etle Tırnak Gibidir,’ Derdi… -
Yasadışı ayrılıkçı örgüt PKK’nin lideri Abdullah Öcalan’ı da tanıdığını açıkladığında şaşkınlık yaratmıştı. ‘Apo’yu talebeliğinden tanırım. Kahveme gelir giderdi,’ demişti. Ama yüz vermemişti. ‘Kürt sorunu’na inanmazdı. PKK’yı da desteklemezdi. Ülkenin doğusu ile batısı arasındaki ekonomik dengesizliğin problem yarattığını savunurdu. ‘Kürt ile Türk, etle tırnak gibidir; asla birbirinden ayrılmazlar!’
12 Eylül sonrasında ‘ihale mafyası’ soruşturmasından gözaltına alındı ve tutuklandı. Kendi ifadesine göre, ‘suçsuz’du. - Daha sonraki yıllarda da usulsüz kredi kullanmak, öldürmeye/yaralamaya azmettirmek gibi suçlamalarla gözetime alınacaktı! - Hapishanede hastalandı. Ankara Dışkapı’daki Mevki Hastanesi Tutuklular Koğuşu’na kaldırıldı. MHP’nin tutuklu Genel Başkanı Alparslan Türkeş de aynı bölümdeydi. Ama Türkeş, Mehmet Nabi İnciler’i tanımazdı. Koridorda karşılaştıklarında İnciler hemen hamle yaptı, dizlerinin üzerine çöktü ve Türkeş’in ayaklarına kapandı.
‘Başbuğum,’ dedi. ‘Aslana kimlik kartı sorulmaz. Dünyada zulmü size reva görenler, ahirette mutlaka hesap verecekler…’
- 3 Mayıs Türkçüler Bayramı Törenine Katıldı… -
Türkeş’in tahliyesinden sonra Ankara Bulvar Palas’ta kutlanan ‘3 Mayıs Türkçüler Bayramı’na Mehmet Nabi İnciler de davet edildi. Alparslan Türkeş, Osman Bölükbaşı ve Turgut Sunalp’in masasında ağırlandı.
Özal ile yıldızı hiç barışmadı. Diline geleni esirgemezdi. Turgut Özal’a hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında 4 ayrı soruşturma açıldı ve yargılandı.
1987’de Şanlıurfa’dan milletvekilliğine ‘bağımsız’ adaylığını koydu. Yüksek oranda oy almasına karşın kazanamadığı açıklandı. Seçilemeyişinden ötürü hep Özal’ı suçladı.
Şikago’da yetişen, İtalyan asıllı, dünyaca ünlü gangster/mafya şefi Al Capone’nun hayranıydı. 48 yaşında ölen, ‘vergi kaçırmak’tan sabıkalı Capone’nun mezarını ziyaret edip çelenk bıraktı, dua etti. Hatıra resimlerini aile albümüne koydu.
Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı seçilmesine çok sevindi. Çok sayıda kurban kestirip memnuniyetini belirtti.
Hayat hikâyesinden filmler çıkabilecek İnci Baba, bir kaza kurşununa kurban gitti. Başka iddiaya göre de bilinerek/istenilen hedef seçildi. 4 Aralık 1993’de, bürosuna çıkmak için asansör beklerken, koruması Yakup Güven’in tabancasından çıkan mermilerle son nefesini verdi. Şeker hastasıydı ve hastaneye yetiştirildiğinde tıbben yapılacak ameliye kalmamıştı.
Sanık Yakup Güven de benzer akıbete uğradı. Tahliyesine 3 gün kala hapishane koğuşunda öldürüldü.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in İnciler Ailesi’ni ve İnci Baba’nın oğullarını telefonla arayıp baş sağlığı dilediği, isteklerinin olup olmadığını sorduğu haberleri basında yer aldı.
Bir başka ilgi çeken iddia ise, Demirel’in avukatının Tunus Caddesi’ndeki büroya kadar gidip selamı tekrarladığı ve isteklerini öğrendiği yolundaydı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.