Değişim İstemezük!
Değişim İstemezük!
Türkiye’nin yaşadığı en büyük sıkıntı belki de değişimdir. Biz, millet olarak değişimi pek beceremiyoruz.
Kendiliğinden olması gereken değişimleri bir türlü beceremiyoruz. Son noktaya kadar değişime karşı koyuyoruz. Bıçak kemiğe dayanana kadar değişimi, yenilenmeyi engelliyoruz.
Daha sonra da değişim kaçınılmaz olduğunda ise dışarıdan bir el bu değişimi yapıyor. Tabiî bunu hayrına yapmıyor. Kendi ideolojisini, emellerini getiriyor.
Yakın tarihimiz bunun canlı örnekleriyle doludur. Askerî darbeler, bu değişimin zorlama ile yapılmasının en güzel ama en acı örnekleridir.
Toplum sürekli olarak büyüyor, gelişiyor. Zamana bağlı olarak farklı ihtiyaçlar ortaya çıkıyor. Yani toplum, giydiği elbisenin içine sığmıyor. Yeni bir elbise istiyor ama bizi yönetenler bu değişimi yapmak istemiyor.
Yapılacak yenilenmeden, değişiklikten menfaatine zarar geleceğini düşünerek karşı çıkıyor. Öncelikle, kanunlarla, siyasetle bu değişimi engellemeye çalışıyor. Başaramayınca da farklı ayak oyunlarıyla, hile ile yenilenmeyi engelliyorlar.
Toplum bu arada sabırsızlanıyor, huzursuzlanmaya başlıyor. Değişime daha fazla ihtiyaç duyuyor. İç sıkıntısını dışa yansıtıyor.
Kurallara, kanunlara karşı geliyor. İç kargaşa yaşanıyor, toplumu oluşturan bireyler bu huzursuzluktan etkileniyor. Önce ekonomik kalkınma yavaşlayıp duruyor, sonra herkes birbirinin boğazını sıkmaya başlıyor.
Bu kargaşayı fırsat bilen o andaki hakim güçte bu kargaşayı kullanıp kendi emelleri doğrultusunda bu değişimi gerçekleştiriyor. Kendi otoritesini en az yirmi yıl mutlak güç haline getiriyor.
Olan bize oluyor biz milletçe on yıllarca bu travmanın etkisiyle yaşıyoruz. Gelişme, kalkınma, insanca yaşama, özgürlük gibi kavramları ancak bize izin verildiği ölçüde yaşıyoruz. Farklı düşünenleri de hemen ezip yok ediyoruz.
Son yüzyıllarda bu söylediğim kısırdöngüden çıkamamışız. Toplumumuz darbe üzerine darbe almıştır. Fakirlik, çaresizlik makus talihimiz hâline gelmiştir.
Yaşadığım, çok basit bir olayı anlatayım. Batı Karadeniz’in sahilinde bulunan minik bir ilçede, babam görev yaptığı için bir süre yaşadım. Okuduğum için sık sık gelip gidiyordum.
Öyle kötü ve zor bir yol idi ki gerçi hâlâ çok kötü durumda, yolculuk çok meşakkatli geçerdi. Daracık yollar, iki araç yan yana geçemez, araba bulamazsın, günde bir arabası vardır. Kaçırırsan ertesi günü beklemek zorundasındır.
Hele kışın yollarda kalırsın, soğuktan titreye titreye beklersin, yüz kilometreyi bazen dört beş saatte ancak gidebilirsin.
İşte böyle zor, kıvrım kıvrım bir yoldur. Orada yaşayanlara ve dışarıdan gelen memurlara sorardım, “Bu yol sizi zorlamıyor mu? Niçin buralara yol yapılmasını istemiyorsunuz?”.
Onların verdiği cevap hep aynı olurdu: “Biz istiyoruz da buranın zengin iki esnafı yolun yapılmasını istemiyor ve hep engelliyor.”
Yani kendi menfaatlerimiz yüzünden yenileşmenin, değişimin yapılmasına karşı çıkıyoruz.
Bu küçük örneği genele vurduğumuzda aynı durum ciddiyetiyle ortaya çıkıyor. Değişimin, toplumu geliştirmenin önünü kapatıyoruz.
Son yıllarda dünyada esen olumlu değişim rüzgârlarını kendimize, özellikle de her seçim sonucunda yenilgiye uğramalarına rağmen koltuğuna yapışıp bırakmayan büyüklerimize uygulayabiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.