Ali Hikmet İNCE

Ali Hikmet İNCE

Mezarımı taştan oyun!

Mezarımı taştan oyun!

Son dönem filmlerinde çizdiği tiplerle bile hafızalarımıza silinmeyecek şekilde kazındı. Şeklini değiştirmediği sakalı, gülmeyen buyurgan yüzü, açık mavi gözleri, zorunlu saygı uyandıran bakışı ile en ünlü kötü adamdı! The Godfather’da oynasa, ‘Baba’ portresini ‘‘Don Corleone’yi Marlon Brando’dan daha başarılı ve inandırıcı canlandırdığı,’ yazıldı/savunuldu. Bin bir özen gösterdiği, gül ağacından yapılmış, üzeri kıymetli taşlarla süslü bastonu sanki ‘sultan’ asasıydı.

Sinemaya candan gönül verdi. Kazandığı parayı, şahsının ve ailesinin servetini beyaz perdeye yatırdı. Çok başarılı yapımlara imza attı. Ama hiçbir zaman ticari başarı sağlayamadı. Ülke sınırlarını aşan ününü paraya tahvil edemedi.

 

uiuiouiu-min.JPG

Hüseyin Peyda ve Ay Can, 1953'de çekilen 'Bu Nasıl Aşk' filminin bir sahnesinde

 

Senaryosunu yazdığı, yönettiği ve başrolünde de oynadığı ‘Mezarımı Taştan Oyun!’ ülkenin her köşesinde patladı, seyirci rekorları kırdı. Peyda’nın bir dostunun anlatısı yaşan(ıl)mışlardan kesitti: ‘Sinemaları kiralardık. Bir ay boyunca her gece İstanbul’u dolaşırdık. Seyirciye satılan biletlerin koçanlarını incelerdik. Hâsılatı şeker çuvallarına doldurup otomobilin bagajına koyardık. Gece yarısından sonra da Hüseyin Peyda’nın evinde buluşurduk.’

Bir başka aile dostu da, bıyık altından gülercesine, - belki de mizah yaparcasına! - ‘Banknot saymaktan parmaklarım nasır tuttu. Para çuvalları taşımaktan az daha bel fıtığı olacaktım,’ diyecekti. 

 

- Yöresel Halk Kahramanı: ‘Abdo Bey’! -

 

Yaşananlar, Türk Sineması’nda az görülen cinstendi. Havsalanın alamayacağı sayıda seyirci sayısına ulaşıldı. Günün her saatinde uzun kuyruklar oluştu. Türk insanı, abartısızca kendisini anlatan eseri yakalamıştı. Bazı illerde bütün yıl boyunca oynadı. Halkın yeni kahramanı vardı. Toplumun içinden çıkan, onun gibi yaşayan ve hisseden destan karakterinin adı: ‘Abdo Bey’di. Film ise, - 1951 yapımı! - ‘Mezarımı Taştan Oyun’du.

Anadolu insanı, Mısır yapımı melodramlardan bıkmıştı. ‘Mezarımı Taştan Oyun’, Yeşilçam ve özellikle de İstanbul’da odaklanan Türk sineması için kabuğunu kırıştı. Halkın istediği, gönlünden geçirdiği, günlük hayatında yaşadığı bütün öğelere sahipti. Mahalli kıyafetler, türküler, şarkılar, gazeller, yerel deyimler, lokal mizah unsurları, folklor, bilhassa da dansöz vazgeçilmezdi. 

 

spppsp-min.JPG

Hüseyin Peyda, Hüseyin Baradan ile

 

Hüseyin Peyda, otantik kıyafetleriyle bin bir gece masallarından çıkıp gelen çöl şeyhlerine benzerdi. Başında kefiyesi, ayağında çizmesi, sırtında peleriniyle dikkat çekerdi. Boyunu daha uzun gösterecek sırmalı çizmelerinin topukları destekliydi. Kıyafetleri kendisi tasarımıydı. Kesimi ve dikimi eşi Cemile Hanım’ındı. Filmi seyreden hanımların nazarında sessiz sinemanın ‘aşılamayan iconu’ Rudolph Valentino’nun ‘Şeyhin Oğlu’nu çağrıştırıyordu. Karizması, hareketleri, konuşması, otantik giysileriyle hayal dünyasının erişilemeyen kahramanıydı. Bir sinema eleştirmenine göre Peyda, ‘toplumun her kesiminden kadını sinemaya çekmeyi başardı!’

 

- Peyda’nın Yardımcı Yönetmeni Atıf Yılmaz’dı… -

 

Filmin senaryosunu Peyda kaleme aldı. Urfa yöresine ait bir türkünün hikâyesinden esinlendi. Yetersiz deneyimine karşın büyük cesaret gösterdi. Yönetmenliği de yaptı. Afişlere nüfusa kayıtlı ismini yazdırdı: ‘Hüseyin Örmen’! Filmin 2 bayan başrol oyuncusu Sabiha İzer ve Nurhan Nur’du. Atıf Yılmaz da rejisör yardımcısıydı.

Hüseyin Peyda, 1950’de çektiği ilk filmi ‘Söyleyin Anama Ağlamasın’ ile sinemada rüştünü ispat etti. Aniden popüler oldu. Özellikle Doğu vilayetlerinde salonlar dolup boşaldı. Peyda, kefiyesi, sırmalı elbiseleri ve çizmeleriyle masalımsı tip yarattı. Yerli ‘Roman Navaro’ veya Rudolph Valentino mu doğmuştu?

Türk sinemasının yüz akı rejisörlerinden Atıf Yılmaz, anılarında - Bir Sinemacının Anıları, Doğan Kitap, 3. baskı, Ocak 2002 - Hüseyin Peyda’ya yer ayırdı. Nasıl tanıştıklarını, dostluklarını, sinema anlayışını anlattı. En önemli filmi sayılan, ‘Mezarımı Taştan Oyun’un çekim aşamalarını - hatırlayabildiği kadarı ile! - aktardı.

İkili, Çiçek Pasajı’nda tanıştılar. Hızla samimi oldular. 2. adreslerinde, her akşam bir araya gelip, içtiler. Yeni projeleri tartıştılar. Demlenme dönemleri 3 ayı aşkın sürdü. Peyda, arkadaş(lar)ına her yönden güvenmek isterdi. Fikirlerinin ve projelerinin çalınmasından endişelenirdi. Atıf Yılmaz’ı iyice tanıdıktan sonra itimat etti. Planını açıkladı. Çekeceği yeni filminde kendisine yönetmenlik teklif etti. Yılmaza göre önerisi, ‘rejisörlüğü başarabileceğinden değil, güvenilirliğindendi! Namuslu ve dürüst bulunuşundandı!’ Aynı anda 2 film çekilecekti. İlki: - ki Peyda projelerine çok önem veriyordu! - ‘Mezarını Taştan Oyun’du. İkincisi de: ‘Kanlı Feryat’tı!

 

sksll-min.JPG

Hüseyin Peyda, Ekrem Bora ve Figen Say ile 1966'da çekilen 'İzmir'in Kavakları' filminde

 

- Prodüksiyon Amiri 18 Yıl Hapis Yatmış Eski Mahkûmdu… -

 

Yılmaz, film başına 1.000 lira alacaktı. Yapımcılığı Peyda’nın ağabeyi Mehmet Örmen üstlenecekti. Mehmet Bey, bakır ticareti yapardı. Maddi durumu iyi sayılırdı. Anlaşmalarına bakılırsa Atıf Yılmaz, - aynı zamanda! - ‘Mezarımı Taştan Oyun’un senaryo yazarı ve yönetmen yardımcısıydı. 2. film ‘Kanlı Feryat’ın de hem rejisörü, hem senaristiydi.

Yılmaz, büyük hevesle kollarını sıvadı. Senaryonun tanzimine girişti. İnceden inceye çalıştı. Adeta oya gibi işledi. Resim defterleri satın aldı. Senaryonun her sahnesini resimledi. Diyaloglara son şeklini verdi. Biçim ve görsellik çok önemliydi. Filmin ilk karelerinde, bozkırın ortasında kurumuş çınar ağacı ve dalında asılı adam görülecekti. Sonra da eller üzerinde Abdo Bey’in cesedi taşınacaktı.

 

lolol-min-001.JPG

Hüseyin Peyda, film platosunda kıyafet değiştirirken

 

İstanbul’da oluşturulan ekip, Diyarbakır’a doğru yola çıktı. Peyda’nın en önemli projesi ‘Mezarımı Taştan Oyun’un tamamı, ‘Kanlı Feryat’ın kalan sahneleri yörede çekilecekti.

Ekip şehre ulaşınca, eski/tarihi bir Diyarbakır konağına yerleşti. Malikâne, taştan yapılmıştı. 3 katlıydı, fıskiyeli havuzu ve ayvanı vardı. Ertesi gün, Peyda, ekibe, Diyarbakır’da bulduğu ‘prodüksiyon amiri’ni, ‘Hallo!’ diye tanıttı. Yılmaz, kısa süre sonra, Hallo’nun ilginç yaşam öyküsünü öğrenecekti. Bir hafta önce hapisten çıkmıştı. Tam 18 yıl mahpus yatmıştı. Zayıf, hastalıklı görünümlüydü. Yüzü her daim tıraşlıydı. Bir gözü de kördü. Peyda, parmağıyla Yılmaz’ı gösterdi: ‘Bir tek Atıf Bey’in sözünü dinleyeceksin! Dediğinden çıkmayacaksın! Ne derse yapacaksın!’ diye kesin talimatı verdi. 

 

- Genelev Patronu Figüranlık Yapınca… -

 

Yılmaz’a göre Hüseyin Peyda, günlük hayatında da filmdeki rolünü oynuyordu. ‘Ünlü giysilerini kuşanıp, ‘Abdo Bey’ kişiliğine bürünüyordu!’ 2 filmin bütün yükü Yılmaz’ın omuzlarına kalıyordu. 25 yaşındaki tecrübesiz üniversite öğrencisi ağır sorumluluk altında ezilmemeye çalışıyordu.

Filmde hamam sahnesi vardı. Eski banyonun havuzlu soğukluğunda, eğlence sahnesi çekilecekti. Dönemin ünlü ismi Üftade Kimi dans edecekti. Figüranlara ödeyecek paraları yoktu. Hüseyin Peyda, problemi çözdü. Tanıdığı herkese haber saldı: ‘Abdo Bey’in selamı var! İçkinizi ve mezenizi alıp hamama gelin! Eğlence sahnesini seyredin!’ Bir de şartı vardı: ‘Mahalli giysiler giyilecek!’ 

 

mjmhjhjmmjh-min.JPG

Hüseyin Peyda'nın 1963'de çektirdiği bir fotoğrafı

 

Rakısını, şarabını, envai çeşit içkisini ve mezesini kapan geldi. Çekim hazırlıklarına geçilmeden bardaklar boşalmaya, kafalar dumanlanmaya başladı. Sahnenin çekimi önemliydi. Aksamaması gerekliydi. Yardımcı oyuncuların çoğunun rolleri günlüktü. Diyarbakır’dan temin ediliyorlardı. Peyda, ekibe yeni birisini getirdi. Aranılan özelliklere sahipti. ‘Tamam!’ denildi. Yılmaz, adama rolünü anlattı. Sahnenin filme alınmasına geçildi. Hamamın içinden homurtular yükseldi. Ardı ardına protestolar duyuldu. Yılmaz ve arkadaşları huzursuzlandı. Adam, şehrin tanınmış simasıydı: ‘Şehirdeki genelevin sahibiydi!’

Boşa geçen her dakika sahnenin tamamlanmasını zorlaşıyordu. Abdo Bey, yüksekçe yere çıktı. Konuşmaya başladı. Çok geçmeden etkisi görüldü. Kalabalığın bir kısmı, öfkelenenleri yatıştırdı. Hamamı terk edenler geri döndü. Peyda, ekibinin yanına geldi. ‘Elimizi çabuk tutalım,’ dedi. ‘İşin sonu kötüye varabilir…’ 

Figüranların tepkisinin sebebi de öğrenildi. Genelev sahibi, rolü gereği kalabalığa bağırıyor ve emirler yağdırıyordu. Figüranlar, ..ezevengin hareketlerine kızmıştı. ‘Bize nasıl kafa tutar?’ diye kazan kaldırmışlardı.

 

- Ailesi, Soyadlarının Kullanmasına İzin Vermedi… -

 

Sayısız meşakkat ve imkânsızlıklara rağmen filmlerin çekimi tamamlandı. Atıf Yılmaz’ın ilk sinema deneyiminde, Diyarbakır insanın sıcak ve samimi davranışlarının yeri ayrıydı. 

Türk sinemasında bir dönemin en önemli/ünlü siması Hüseyin Peyda, 1919’da, Şanlıurfa’nın Eyyübiye mevkiinde doğdu. Doğum tarihi kesin değildi. Bazı kaynaklarda 1919, bazılarında 1920, kimilerinde de 1922 olarak geçerdi. Soyadı Örmen’di. Babası ipek ticaretiyle uğraşırdı. Eğitim hayatına Diyarbakır’da başladı. 1946’da İstanbul’a geldi. Farklı iş kollarında çalıştı. Keskin, işlek kalem sahibiydi. Yöresel kültürü ve edebiyatı başarıyla birleştirirdi. Dergi yayıncılığı, bakır ticareti, lokantacılık ve bayan berberi gibi bazı farklı sektörlerde çalıştı. Nasibini çıkarmaya gayret etti. 

 

fggghfhgf-min.JPG

Hüseyin Peyda, 1950'de çekilen ilk filmi 'Söyle Anama Ağlamasın' filminin bir sahnesinde

 

İstanbul’a gelişinin 2. ayında, Sirkeci’de aradığı dükkânı bulup hemen kiraladı. İlk lokantasını açtı. Lezzetli, ucuz yemekleriyle kısa sürede tanındı, müşteri kazandı. İstanbul’a ilk lahmacunu ve içli köfteyi getirdiği/tanıttığı yazıldı. 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde önce Hindoloji, ardından Felsefe Bölümü’ne kayıt yaptırdı. Tahsiline 3. sınıfa kadar devam edebildi.

Gazeteci/tarihçi Niyazi Ahmet Banoğlu ile tanıştı. ‘Türkoğlu’ - Bazı kaynaklarda ‘Türk Yolu!’ -, adlı edebiyat/sanat dergisini yayınladı. Yazılarını hazırladı. Dizgisine ve tashihine katkı verdi. İstanbul içinde elden dağıtımını sağlamaya çalıştı. Edebi çalışmasını 3 yıl sürdürebildi. Bütün sermayesini ‘kediye yükledi’! Mecmuayı kapatmak zorunda kaldı. Yazmayı ertelese bile tamamen terk etmedi. Film senaryolarına hayat verecekti. 

 

- Bütün Servetini Yeşilçam’a Harcadı… -

 

Ailesi zengin ve kalabalıktı. Bir kısım akrabası maden sektöründeydi. Kayıtlara bakılırsa maden ocağı işletmecisiydiler. Ağabeyi Mehmet Bey de bakır ticaretindeydi. Peyda, İstanbul’da dökümhane kurdu. Sonra işletmesini büyüttü. Bakır fabrikasına çevirdi. Ama kötü kader yine yakasını bırakmadı. Kepenkleri indirmeye mecbur kaldı.

 

czxxccxcxz-min.JPG

Hüseyin Peyda'nın senaryosunu yazdığı, yönettiği 'Mezarımı Taştan Oyun' filminin afişi

 

Artist olmaya karar verdi. Vedat Örfi vasıtasıyla tanıdığı M. Hayri Egeli’ye resimlerini gönderdi. Bir film çekeceğini duymuştu. Rol almayı çok istiyordu. Egeli, öneriyi reddetti. ‘Sinemacı tipi değil!’ gibi çok iddialı hükümde bulundu. Ama Peyda hedefinden vazgeçmeyi düşünme(z)di.

Bayan güzellik salonu işletmeciliğini de denedi. Hayatının akışı değişecekti. Dönemin ünlü kadın yıldızı Sezer Sezin ile tanıştı. Onun sayesinde, Yeşilçam’a adım attı. Yeni sektördeki ilk kartvizitinde, ‘Film Yapımcısı’ diye yazılacaktı. Ama Peyda çok yönlü yeteneğini ortaya çıkardı: Senaryo(lar) kaleme aldı, başrol(ler)de oynadı. Mesleki kıdemi/deneyimi arttıkça karakter oyunculuğunda karar kıldı. 

3 farklı film şirketi kurdu. 1950’da Örmen Film’i, 1961’de Güney Film’i ve 1972’de de Eydost Film’i ihdas etti. İlk kurumu, ailesinin ismini taşıyan şirketini de iflastan kurtulamayacaktı. 

Peyda, daha ilk filminde başrole çıktı. Aynı yapımın senaryosunu kaleme aldı. Hüseyin Kazasfil imzasını kullandı. ‘Mezarımı Taştan Oyun’, ‘Söyleyin Anama Ağlamasın’, ‘Perişan’ gibi ilk dönem filmlerinde yüz binlerce - belki de milyonlarca! - seyirciye ulaştı. Hâsılat/izlenme rekorlarını alt üst etti. 

 

fvfvfd-min.JPG

Hüseyin Peyda'nın 1951'de bir hayranına imzaladığı resmi

 

- Urfalı Hemşerileriyle Her Zaman Dayanışma İçindeydi… -

 

Ailesi muhafazakârdı. Sinema dünyasında, - özellikle de aktör isminde! - ‘Örmen’ soyadını kullanmasına izin vermediler. O günlerde, film yıldızları hor görülürdü. ‘Kötü kişi(ler)’ kabul edilir(ler)di. Bölge insanın gözünde de hiç değer(ler)i yoktu.

Peyda, 1950 ile 1960 arasında, Türk sinemasının lokomotif isimlerindendi. Deneyimi artıp yaşı ilerledikçe orta seviyede rollere çıktı. Yeşilçam’da, hemşerileri - Urfalılar ile! - Nuri Sesigüzel, İbrahim Tatlıses, Seyfettin Sucu, Baki Tamer ve Mustafa Dişli gibi isimlerle pek çok filmde göründü.

Arabesk şarkılarla süslü yapımların aranılan ismiydi. Olgun, oturaklı, karizmatik orta yaş haliyle sesi güzel fakat fakir delikanlının ya babası ya da karşısındaki kişi rolündeydi. Ferdi Tayfur, İzzet Altınmeşe, İbrahim Tatlıses’in canlandırdığı ezilen işçi karakterinin destekçisiydi veya muhalifiydi.

Mafya filmlerinin de değişmeyen aktörlerindendi. Yaşının getirdiği ürkütücü, zalim, sinsi görüntüsüyle ‘baba’ rollerinin en başarılı canlandırıcısıydı. Bir sinema yazarının tespitine göre en çok Cüneyt Arkın ile kamera karşısına çıktı. 

Kadir İnanır’ın başrollerini paylaştığı Köprü ve Dila Hanım filmlerinde de sağlam, gerçekçi karakterler çizdi.

 

gh-min.JPG

Ferdi Tayfur, Necla Nazır ve Hüseyin Peyda, 'İnsan Sevince' filminde

 

- Sinema Aşkı Yüzünden Bir Gözünü Yitirdi… -

 

Sigarasını başparmağı ile serçe parmağının arasına sıkıştırmasıyla bilinirdi. Sağ elinin diğer parmakları - bilinmeyen sebepten sakatlandığından! - hareket etmezdi. Karizmatik, şeklini hiç değiştirmediği sakalı ve mavi gözleriyle muhatabını korkuturdu. Canlandırdığı her tiple kalıcı olmayı/hafızaya nakşedilmeyi başardı.

Sinemamızın kült filmleri arasına giren ‘Dünyayı Değiştiren Adam’da - 1982! - rol aldı. Cüneyt Arkın ve Aytekin Akkaya’ya indikleri gezegeni tanıtan ‘rehber/mihmandar’dı.

Sinema aşkı uğruna bir gözünü de yitirdi. Olay, 1973 yılında, Yedikule Zindanları’nda, ‘Rabia Hatun’ filminin çekiminde yaşandı. Gözleri yoğun ultraviyole ışınların doğrudan etkisi altında kaldı. - Başrol oyuncusu Hülya Koçyiğit de aynı mağduriyeti yaşadı! - 3 gün boyunca hiçbir şey göremedi. Vukuat, ‘iş kazası’ denilerek üzeri kapatıldı. Koçyiğit daha şanslıydı, iyileşebildi. 

‘Kendisiyle yapılan bir röportajda, çalışma hayatına lokantacılıkla başladığını açıkladı. Yüz binlerce liralık servetini Yeşilçam için harcamıştı. Yeniden ilk işine dönebileceğini söyleyecekti. Dediği gibi de yaptı: Şehremini’de ‘Ey Dost’ adını verdiği lokantayı açtı. Menüsünde lahmacun, Ezo Gelin çorba, Cıvıklı, Beyti ve ‘Uyduruk Tatlı’ gibi lezzetler vardı. Peyda’nın anlatımına göre ‘Cıvıklı’, ‘Kayseri işi lahmacun’ demekti. Domatesi bol, acısı azdı.

 

fvdvvv-min.JPG

Hüseyin Peyda'nın başrolünde oynadığı, 1961 yapımı 'Mor Sevda' filminin afişi

 

- 40 Yıllık Çalışması Karşılığında Bir Ödül Alabildi… -

 

Hüseyin Peyda, 213 filmde oynadı. 19 film yönetti. 20 senaryo yazdı. Neredeyse bütün ömrünü adadığı Yeşilçam’dan bir mükâfata layık görüldü. 1977’de, 14. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, ‘Kara Çarşaflı Gelin’ filmindeki rolüyle ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı.

Daha sonraki kuşak seyirciler, Hüseyin Peyda’yı, ‘Dokuz Sütuna Manşet’, ‘Kartallar Yüksek Uçar’, ‘Başka Olur Ağaların Düğünü’ gibi dizilerden tanıdı.

Birçok ismi sinema dünyasına kazandırdı. 

Bütün çabasına karşın ancak ailesiyle oturduğu apartman dairesine sahip olabildi.

 

hjjkjkj-min.JPG

Hüseyin Peyda, Nurhan Nur ile 'Mezarımı Taştan Oyun' filminde

 

Hüseyin Peyda, 1949’da, Cemile Hanım’la evlendi. Semra, Mübeccel ve Abbas’ın babasıydı.

Filmlerinde bile elinden eksik etmediği/düşürmediği sigaranın kurbanı oldu. Akciğer kanserine yakalandı. Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde tedavi altına alındı. Ama 30 Temmuz 1990’da, 70 yaşında hayata gözlerini kapattı. Cenaze namazı Şişli Camii’nde kılındı. Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Hikmet İNCE Arşivi