Fikri AKYÜZ'den eski mahallesine şok sözler
Gazeteci-yazar Fikri Akyüz, sosyal medyadan yandaş medyaya, Akşam'dan ayrılış sürecinden havuz yazarlarına, Başkanlık Sistemi'nden 'Çözüm Süreci'ne dair pek çok konuyu değerlendirdi.
Fikri Akyüz, günümüz yandaş yazarları için şu değerlendirmede bulundu; “Bu dönemin AK Parti destekçilerinin önemli bir kısmı öylesine aşırı bir yalakalık cihetine girdiler ki, bu kişiler tek partili dönem olan 30’lu 40’lı yıllardaki o biatçı Kemalist yazarların tırnağı bile olamazlar.”
İşte Fikri Akyüz’ün uzun süren sessizliğini bozduğu o röportaj:
Twitter’da daha önceleri aktiftiniz. Şimdi ise eskiye nazaran sizi sık göremiyoruz. Sebebi nedir?
-Yaklaşık üç yıldır Twitter kullanıcısıyım. Son zamanlarda iyice kani oldum ki ben bir mazoşistim. Sadece ben değil Twitter kullanıcılarının tamamının mazoşist olduğu kanaatindeyim. Bazıları ise hem mazoşist hem sadist. Attığı tweetlerle sadistçe zevk alanlar var. Ben hakaretvari atmıyorum ama hakaretvari onlarca tweete maruz kalıyorum. Bu manada sosyal medyada yer almak tam manasıyla bir mazoşizmdir. Demek ki ben dahil zevk alıyoruz. Acıları bal eyledik diyebiliriz. (Gülüyor)
Televizyon programlarına çıkmak istemediğiniz şeklinde bir duyum aldık. Böyle bir şey varsa sebebi nedir?
“İKTİDARA YAKIN MEDYA FARKLI BİR SESE TAHAMMÜL EDEMİYOR”
-Özellikle son bir yıl içerisinde medyada öylesine kutuplaşma ve kamplaşma oldu ki, iktidara yakın medyada sadece kendi düşüncelerine yakın kişiler konuk oluyor. Cemaate yakın medyada da kendi düşüncelerine yakın kişiler konuk oluyor. Haklı olarak ve doğal olarak Cemaat medyası diyor ki; ‘Biz çağırıyoruz, gelmiyorlar’. İktidara yakın medya ise farklı bir sese tahammül edemediği için çağırmıyor.
Canlı yayınlara çıkmak istemememin sebeplerinden birincisi; Yüzümün eskimesi riskini berhava etmek. İkincisi; ruhen ve bedenen dinlenme cihetine girmiş olmam. Üçüncüsü; okumaya daha fazla vakit ayırmam ki son iki yıldır televizyon izlemiyorum, gündemi gazete ve internet medyasından takip ediyorum. Dördüncüsü de; Benim katılmak istediğim kanallar beni çağırmıyor, çağıranlar ise benim katılmak istemediğim kanallar.
Bir şeye ya ak diyeceksin ya kara şeklinde bir anlayış hakim olmaya başladı. Gri diye bir renk vardır, bu söylem klasik bir jargondur. Ama adalet çerçevesinde baktığınız zaman, adalet terazisinin ibresi de tam ortadadır. Adalet çizgisinin tam ortada olması, adalet duygusunun ortacı, vasatizmden nemalanan bir anlayış olduğu anlamına gelmez.
“ADALET KAVRAMINI HUKUK FAKÜLTESİNDEN DEĞİL, MAİDE SURESİ’NİN 8. AYETİNDEN ÖĞRENDİM’’
Bana sorarlar hukuk fakültesinde ne öğrendin diye. Ben hukuk fakültesinde mahkemeleri, yapısını, şuç ve ceza kavramlarını, tarihi gelişim sürecini vs. öğrendim. Ama ben adalet kavramını hukuk fakültesinden değil, Maide Suresi’nin 8. Ayetinden öğrendim. Benim şiarım budur. İmanımın gereği buna işaret eder.
Akşam Gazetesi’nden ayrılmanızın asıl sebebi nedir?
“M. OCAKTAN’IN GRUBUNUN PSİKOLOJİK MOBBİNGİNE MARUZ KALDIM”
Akşam Gazetesi’ne, adını vermek istemediğim çok önemli bir hükümet yetkilisinin - benim talebim olmaksızın – referansıyla girdim.
Akşam’dan ayrılmamın birinci sebebi; Gazetenin genel yayın yönetmeni Mehmet Ocaktan’ın grubunun psikolojik mobbingine maruz kalmamdı. Ancak beni gönderememelerinin sebebi, bana referans olan hükümet yetkilisinden çekinmeleriydi. Yani itemediler ama çekmediler de.
İkinci husus da; 30 Mart seçim gecesinde Ethem Sancak’ın AK Parti balkon konuşmasına çıkıp alkışlaması ve hemen ertesi hafta BMC ihalesine giriyor oluşu. Bu, işin tuzu biberi oldu.
Peki 30 Mart’tan önce ayrılmak aklınıza geldi mi?
-30 Mart’tan önce ayrılmayı düşünüyordum. Seçim öncesinde istifa etmiş olsaydım anketlerden hareketle – AK Parti’nin yüzde 30 civarı alacağı söyleniyordu, ben ise öyle düşünmüyordum – “Bakın hükümet gidiyor, yoksa gemiyi terk eden fare mi bu?’’ şeklindeki lüzumsuz sözlere, ithamlara, iftiralara maruz kalmamak için istifa etmedim. Seçimden güçlü bir şekilde çıktıktan bir hafta sonra istifa etmiş oldum.
Mehmet Ocaktan, Yusuf Ziya Cömert ve Mustafa Karaalioğlu ile çalışmış bir yazar olarak size soruyorum. Bu üç ismin ortak özelliği nedir?
- Bir zamanlar bir HSYK vardı. Bir kast sistemi oluşturmuştu. Dolayısıyla orada beş kişi birbirinden farklı karar vermiyordu. Dolayısıyla bu üç kişiyi bu minvalde değerlendiriyorum. Ancak şunu belirtmem gerekir; Mustafa Karaalioğlu benim şahsıma karşı herhangi bir olumsuz tavır göstermedi.
İstifa ettikten bir zaman sonra ‘’Akşam bir gazete değildir’’ demiştiniz. Açıklar mısınız?
“AKŞAM’IN PESPAYE YAYIN ANLAYIŞI TAHAMMÜL EDİLEMEZ NOKTAYA GELDİ’’
-Benim çalışmaya başladığım zamanlarda bu gazete, son bir yıldaki o pespaye yayın anlayışıyla hareket eden bir gazete değildi. Düzelir mi diye düşündüm fakat ondan sonra öylesine bir pespaye yayın anlayışı egemen oldu ki artık tahammül edilemez bir noktaya geldi.
Denilebilir ki ’17 Aralık bir milattır, sen 17 Aralık’tan sonra bunu yaptın’. Ama ben bu hükümet yine en güçlü zamanında iken Ergenekon süreci devam eder iken, ‘MİT krizi’ devam eder iken, o dönemde de Bugün ve Zaman gazetelerinin yayın anlayışının problemli olduğunu yazmıştım.
‘Paralel’in Silahlı Örgütü: Ötüken’ manşetini gördükten sonra ‘Fikri, sen böyle bir gazetede yazmamalısın’ dedim. Çünkü, Ötüken diyerek bir takım insanların kudsiyet atfettiği bir kavramı terör örgütüyle eşdeğer göstermiş oluyorsunuz.
“BİR GRUBU SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ KONUMUNA İTMEK AYIPTIR, SUÇTUR, GÜNAHTIR’’
‘Paralel devlet’ yapılanmasına karşı olmak başka bir şeydir. Bir meşru devlet vardır, bir de ‘paralel devlet’ anlayışı vardır. Tabi ki meşru devletten yanayım. Ancak bir grubu silahlı terör örgütü konumuna itmek ayıptır, günahtır ve suçtur. Hangi görüşte olursa olsun, bir gruba iltifat gösterip görevini suistimal eden, hukuk dışına çıkan kişilerin bulunup cezalandırılmaması da ayıptır, suçtur ve günahtır.
Radikal’de yazacağınızı Twitter hesabınınızdan duyurmuştunuz. Sonrasında yazmadığınızı gördük. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanların birinin araya girdiği söyleniyor. Bu doğru mudur?
“RADİKAL’DE YAZMAMI ENGELLEYEN KİŞİ YİĞİT BULUT OLABİLİR’’
-Radikal’de Ekim ayında, grubun çok önemli bir yazarının Arzuhan Doğan Yalçındağ’a benim yazmam konusunda bir tavsiyede bulunması üzerine beni çağırdılar. Her konuda anlaştık. Konuştuğumuz gün Pazartesi idi. Çarşamba günü anons yapılacak denildi. Çarşamba günü anonstan iki saat sonra telefon geldi ve ‘şimdilik ara verelim’ denildi. Bunun birileri tarafından engellediğine dair bir kanaat edindim.
O isim Yiğit Bulut mu?
Elimde bir delil yok. Ama “hayır o kesinlikle olamaz” diyemiyorum.
Bu arada, şu anda genel yayın yönetmeni olan Ezgi Başaran’ın şahsıma karşı olumsuz tavır takındığını düşünmüyorum.
Medyaya yönelik siyasal baskılar ve son yıllarda işten çıkarılan gazeteciler bazında değerlendirirseniz, iktidar ve muhalif medya yayıncılığı arasında bir kavga olduğunu düşünüyor musunuz?
-Türkiye Cumhuriyeti’nin, 28 Şubat sürecindeki ortamdan -özellikle liberal, muhafazakar, kürt ve gayrimüslim azınlıklar konusunda- daha özgürlükçü olduğunu düşünüyorum. Ancak bugünkü hükümete yakın medyanın yayınlarının 28 Şubat sürecindeki medyadan çok daha büyük bir vahamet arz ettiğini düşünüyorum.
28 Şubat’ta bir kısım gazeteciler, yazarlar işten çıkarılırdı ama bugünkü kadar değildi.
“FARKLI BİR GÖRÜŞ SERGİLEYEN İNSANLARI ŞEYTANLAŞTIRMANIN NE DİNDE NE HUKUKTA NE DE AHLAKTA YERİ VAR’’
10 yıl evvel Nazlı Ilıcak Yeni Şafak’a ‘demokrasi kahramanı’ olarak çağrılmıştı. Mehmet Altan’ın ‘ikinci cumhuriyet’ fikirleri bu hükümet döneminde önemli oranda tatbik edildi. Haşim Kılıç Rafah Partisi, Fazilet Partisi kapatılırken ve AK Parti’ye kapatma davası açılırken, demokrasinin yanında yer alırken bugün bu isimlerin şeytanlaştırılması benim vicdanımı örseliyor. Tabi bunu söylüyor olmam, bu isimlerin fikirlerini tamamen desteklediğim anlamına gelmez.
Hafif bir eleştiri getirildiğinde insanlar karşı bir eleştiriyi sert bir şekilde yapabilme hakkına sahiptir ama farklı bir görüş serdetti diye insanları şeytanlaştırmanın ne dinde ne hukukta ne ahlakta yeri vardır.
Siz bugün bir takım yandaş yazarlara sert tweetler atıyorsunuz. Ama siz yıllar boyunca yandaş bir yazar olarak anıldınız. Peki siz yandaş olunca oluyor da onlar yandaş olunca olmuyor mu?
“ALLAH HAİNLERİN VE YALAKALARIN ŞERRİNDEN HERKESİ KORUSUN”
Bana bugüne kadar katıldığım televizyon programlarının çoğunda karşıt görüşlü konuklar ‘sen yandaşsın’ derdi ve ben bundan gocunmazdım. Eğer yandaşlık taraftarlık manasında ise elbette. Kaldı ki o dönem içerisinde AK Parti’yi kapatma davası, Ergenekon davası, başörtüsü meselesi, kat sayı meselesi gibi alengirli konularda demokrasi ve özgürlüklerden yana bir tavır sergilemiş idim. Bu anlamda yandaş idim. Ama bugün hükümeti destekleyen yazarların büyük çoğunluğu yandaş tabir edilemeyecek kadar pespaye bir tavrın girdabına saplanmışlar.
Yalakalık başka bir şeydir, yandaşlık başka bir şeydir. Ben bu hükümetin bazı uygulamalarını eleştiriyorum ama önceki fikirlerime ihanet etmiyorum. İhanet başka bir şeydir, eleştiri başka bir şeydir. Bir fikre yandaş olmak başka bir şeydir, yalakalık bambaşka bir şeydir. Yalakalığın bir sonraki adımı da ihanettir.
Allah hainlerin ve yalakaların şerrinden herkesi korusun!
“YANDAŞ MEDYA TEK PARTİLİ DÖNEMİN MEDYASINDAN BETER!”
Bu dönemin AK Parti destekçilerinin önemli bir kısmı öylesine aşırı bir yalakalık cihetine girdiler ki bu kişiler tek partili dönem olan 30’lu 40’lı yıllardaki o biatçı Kemalist yazarların tırnağı bile olamazlar.
Tek Partili dönemin yandaşları da muhalifleri de örneğin; Sabahattin Ali, Nihal Atsız, Kemal Tahir bile hem entelektüeldi hem namuslulardı. Bugün 12 yıllık bir iktidar döneminde iktidara yakın pek çok isim 30’lu 40’lı yılların bir Behçet Kemal Çağlar, Akagündüz, Ruşen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı Atay’ın yanından bile geçemezler.
Benim için kriter fikir namusudur. Sabahattin Ali bir marksistti, Nihal Atsız bir Türkçü’ydü. Her ikisinin de tüm kitaplarını okumuş ve görüşlerinin yüzde doksanına katılmamış biri olarak söylüyorum; Hem dürüstlerdi hem fikir namusuna sahip entelektüel insanlardı.
Her gün, her köşe yazısında Tayyip Erdoğan’a hakaret etmek, dindarlara küfretmek nasıl ki bir vahamet ise, sabah akşam Tayyip Erdoğan dünya lideri, Tayyip Erdoğan Halife-i Ruyi Zemin’dir şeklinde yazılar yazan kişilerin tavrındaki vahamet de aynıdır.
Yakın bir zamana kadar Sevilay Yükselir, Turgay Güler gibi isimlerle aynı programlara çıkardınız. Bu kişiler mi değişti siz mi değiştiniz?
“BU İSİMLER TÜRKİYE'DEKİ ENTELEKTÜEL KADROYU GÖSTERMESİ AÇISINDAN VAHİM BİR TABLODUR”
Bu isimler maalesef Türkiye’deki entelektüel kadroyu göstermesi açısından vahim bir tablodur.
Yüce Divan oylamasında dört bakanın yargılanmasının engellenmesini bir hukukçu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
“DÖRT BAKAN YÜCE DİVAN’A GİTMELİYDİ”
-Dört bakanın Yüce Divan’a gönderilmemesi AK Parti’ye daha çok hasar verdi. Mahkemede yargılanmaları icab ederdi diye düşünüyorum. Belki de aklanacaklardı. Bu fırsatın o kişiler ve iktidar tarafından kaçırılmış olması, ömür boyu bu iddialara maruz kalması hukuki değildir. siyaseten de akıllıca değildir..
Kamuoyunda yaygın kanaat yolsuzlukların üzerinin kapatıldığı şeklindedir.
Peki siz yolsuzlukların üzerinin kapatıldığını düşünüyor musunuz?
-Yolsuzluklarla mücadele edilmesi konusunda ciddi bir zaafiyet görüyorum.
AKP’deki ‘fireci’ olarak tabir edilen vekiller hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Bir milletvekili Yüce Divan’a gitmesin şeklinde oy kullandığında 17 Aralık darbedir demiş ise, Yüce Divan’a gitsin diyenler de 17 Aralık’ın darbe olmadığını söylemiş mi oluyor. Meseleye bu çerçeveden bakılmasının siyasi ve hukuki sağlam bir zemini yok ki. İnsanlar oylarını hür iradesiyle ortaya koymuştur. Ne Yüce Divan’a gitmesin diyenler hırsızdır. Ne de gitsin diyenler bu hükümete hırsız demiştir.
Ben arzu ederdim ki bu dört bakan Yüce Divan’a gidip, hem kamuoyunu tatmin etmiş olurlardı hem de hukuk devleti ilkesi daha da bariz bir halde kamuyonun gündemine gelmiş olurdu.
İç Güvenlik Paketi ile ilgili düşünceleriniz nelerdir? AKP’nin polise bu kadar yetki vermesinin altında yatan sebep sizce nedir?
“SAVCI VE HAKİMLERE AİT OLAN YETKİLERİN VALİLERE TEVDİ EDİLMESİNE KARŞIYIM”
-İç Güvenlik Paketi’nde katıldığım maddeler var, katılmadığım maddeler var. Katılmadığım maddelerden birisi; Savcı ve hakime ait olan yetkilerin mülki amirlere tevdii meselesi.
Bir de olaya şöyle bakıyorum ben. “Mülki amirlere ya da polis teşkilatına güvenmeyecek miyiz” diyorlar. Son aylarda sürekli polisler gözaltına alınıyor. Gerekçe ne peki; “Biz bu polislere güvenmiyoruz”. Demek ki bir polis, görevini kötüye kullanabilir. “Efendim aynı şey hakim ve savcılar için de geçerlidir” denilebilir. Ama adı üstünde hukuk devletinde yargıçlar bağımsızdır, savcı iddia eder, hakim hükmeder.
Hukuk devleti diye bir tabir var, bir de polis devleti diye bir tabir var. Yani şimdi bir de vali devleti mi çıkacak ortaya! Bu yasa çıktıktan sonra o valiler belki görevini yerine getirirken hakikaten adalet çerçevesinde, kimseyi incitmeden karar verecekler. Ama o zaman biz niye hukuk devleti, bağımsız yargı diye söylenip duruyoruz ki..
Başkanlık Sistemi hakkındaki düşüncelerinin nelerdir? Erdoğan’ın bunu istemesindeki asıl sebep sizce nedir?
“BAŞKAN’A MECLİS’İ FESHETME YETKİSİ TANINMAMALI”
-Başkanlık mevzusu gündeme geldiğinden itibaren muhalefetin söylediği ilk cümle “Tayyip Erdoğan diktatör ruhlu, dolayısıyla Başkanlık sistemi bize uymaz’’ şeklindedir. AK Parti’ye yakın cenah ise “Bu sistem iyidir, kaldı ki Tayyip Erdoğan özgürlüklerin yanındadır’’ şeklinde. Meseleye böyle bakmamamız lazım.
Ben bir devlette çift başlılığa karşı olan bir insanım. Hatta valilik müessesesinin bile lüzumsuz olduğunu düşünüyorum. Seçilmiş bir kişi olmalı, ya belediye başkanı ya vali, adına ne derseniz deyin.
Devletin yönetiminde de böyle olmalı. Sonuçta ‘paralel’ bir yapılanmaya karşı değil miyiz! işte bu çift başlı sistem de bir “paralel yapılanmadır”.
Ben Başkanlık Sistemi’nin gerekli olduğunu düşünüyorum ancak Başkan’a Meclis’i feshetme yetkisinin tanınmaması gerektiğini düşünüyorum. Aynı şekilde Meclis’in de Başkan’ı görevden alma yetkisinin olmaması gerektiğini düşünüyorum.
“CUMHURBAŞKANIMIZ, BAŞKANLIK SİSTEMİ’NİN YANLIŞ YORUMLANMASINA VESİLE OLUYOR”
Ülkemizde kutuplaşma ve kamplaşma olduğu için mesele Tayyip Erdoğan ismi üzerinden tartışılıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız da maalesef 7 Haziran seçimlerine giderken dahi bir genel seçimi Başkanlık Sistemi Oylaması haline büründürmek suretiyle aslında bu tartışmanın yanlış gitmesine vesile oluyor.
Çözüm Süreci konusunda düşünceleriniz nelerdir?
“AK PARTİ’NİN KANI DURDURAN BİR PARTİ Mİ YOKSA PKK’YI SİYASALLAŞTIRAN BİR PARTİ Mİ OLACAĞINI İLERİDE TARİH YAZACAK”
-Çözüm Süreci’nin akamete uğrayıp uğramayacağı bir takım insalarda doğal olarak bir endişeye sebep oluyor. Ancak bu süreç neticesinde kamuoyunda Türk milliyetçilerinin oylarının egemen olduğu yerlerde dahi bu sürece destek verildiğini görüyoruz. Bu toplumsal barışın tesisi açısından son derece olumludur. Ama AK Parti Hükümeti’nin kanı durduran bir hükümet olarak mı anılacağı yoksa kanı durdurdu ama PKK’yı siyasallaştırdı şeklinde bir algıya mı muhatap olacağını tarih ilerde yazacaktır.
Ben Türkiye’de Çözüm Süreci’nin geçici olarak akamete uğrasa da nihai anlamda barışın tesis edileceği kanaatindeyim. Toplumun buna hazır olduğunu Yozgat, Rize ve Erzurum’daki oylardan görüyorum.
PKK Kanadı “Öcalan özgür kalmazsa barış süreci gerçekleşmez” diyor. Çözüm Süreci’nin akıbeti ne olur sizce?
Bugün hükümet bırakınız Abdullah Öcalan’ı serbest bırakmayı ev hapsine almış olsa dahi AK Parti milliyetçi oyları kaybeder. Ama seçimden belli bir süre sonra kan akmazsa tamamen özgür kalması değil ama ev hapsine bu toplumun önemli bir kesiminin itiraz etmeyeceği kanaatindeyim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.