FETÖ kumpasını ifşa etti! Prosedür böyleymiş
Yarbay Ali Tatar'ın ağabeyi Ahmet Tatar 'FETÖ böyle kumpas kurdu' başlıklı bir yazı kaleme aldı.Tatar yazısında kumpasın tüm detaylarını anlattı...
Yarbay Ali Tatar'ın ağabeyi Ahmet Tatar Cumhuriyet Gazetesinde 'FETÖ böyle kumpas kurdu' başlıklı yazı kaleme aldı.
İşte o yazı;
'Yargıtay önündeyiz. Bu ikinci. Kardeşim Yarbay Ali Tatar’ı ölüme sürükleyen Fetullah’ın yargıdaki tetikçilerinden savcı Süleyman Pehlivan’ın duruşmasını takip için geldik. İçeri alınmıyoruz. Yine kapılarda kaldık.
Kızdırmışız başkanı. Zaten çok 'sinirliymiş' bugün. Hiç üstüne gitmeye gelmezmiş. 'Ben sizden önce çıtlattım kendisine, hayır diye bağırdı' dedi içeriden gelen güvenlikçi. Hatırlıyor bizi. O ilk duruşmada Yargıtay 9.Ceza Dairesi başkanının yüzümüze karşı 'suçtan zarar görmediniz' dediğinde 'Daha nasıl zarar göreceğiz, bir can verdik yetmedi mi' diye haykırdığımızda oradaymış. Haklıymışız, bizi anlıyormuş fakat elinden bir şey gelmezmiş. 'Karar, prosedür böyle' diyor. Kendince bizi sakinleştirmeye, teselli etmeye çalışıyor görevli.
'Bizi anlaması için, umarım bizim başımıza gelenle, bizim yaşadıklarımızla sınanmaz' dediğimde konuşmak için kendini daha fazla zorlamaktan vazgeçiyor. Susuyor ve biraz sonra, bize kapanan nizamiye kapısından içeri geçip kayboluyor.
Kapıdaki görevlilerle bir süre daha cebelleştikten sonra, onlarla tartışmanın faydasızlığını görüp vazgeçiyoruz. Zira onlar da konuşmalarıyla, tavırlarıyla bize hak verdiklerini hissettiriyorlar. Her şey ortada ve kavga edilecek kimse yok.
Nizamiye kapısından dışarı çıkıyoruz. Yine kendi kendimizle baş başayız. Nizamiye kapısının hemen yanındaki duvar üzerine sıralanıyoruz. Duruşma bitene kadar oradan ayrılmamaya kararlıyız. Sesimizi duyurmak için atılan birkaç sosyal medya mesajından sonra, tam karşı binaya boydan boya asılmış 'Yargıtay’ın 150. Yılı' afişine dalıyorum. Cumhuriyet’ten daha eski, ama Cumhuriyet’le birlikte gerçek anlamda bir kişilik kazanmış en yüksek hukuk kurumunun önünde büyük bir anlayışsızlık, kabalık ve çaresizlikle karşı karşıyayız. Sekiz yıldır süren hukuk ve adalet yolculuğunda bir kez daha önümüze set çekiliyor. Son bir yıldır takip ettiğimiz birçok FETÖ mensubu savcı- hakimin davasında olduğu gibi. Örnek çok.
Balyoz hâkimi Ömer Diken davasında hiçbir Balyoz mağdurunun müdahillik talebi kabul edilmedi. Sonra adeta bizlerle alay edercesine tahliye edildi. Tepkiler yükselince apar topar tekrar tutuklandı. Ardından kumpası ortaya koyan onca kanıtı gözardı ederek Balyoz mahkûmiyetlerini onayan Yargıtay heyetinin başkanı Ekrem Ertuğrul tahliye edildi. Yine kamuoyunda yükselen tepkiler üzerine tekrar tutuklandı. Süleyman Pehlivan ile ilgili olarak da bu duruşmada mal varlığının üzerindeki tedbir kaldırıldı. Bakalım bu neyin hazırlığı oluyor önümüzdeki celselerde göreceğiz.
Tüm sanıkların beraat ettiği Poyrazköy davasında olduğu gibi mahkemelerin yaptıkları suç duyurularının hiçbiri işleme alınmıyor. Kumpas davlarında tetikçilik yapan FETÖ bağlantılı bu sözde savcı ve hâkimler maalesef sadece örgüt üyeliğinden yargılanıyorlar ve mahkeme heyetleri müdahillik taleplerimizi “iddianame ile bağlı” oldukları gerekçesine sığınarak reddediyorlar. Fakat bu iddianameleri iade etme hakları olmasına rağmen kendilerinin kabul ettiğini unutuyorlar. Yapılan bu aymazlığı normal karşılamamızı bekliyorlar.
MAĞDURİYETLERİ GÖRMÜYORLAR
Kumpaslardan kaynaklı yaşanan hak kayıpları, mağduriyetler konusunda yapılan bütün girişimler siyasi iktidar tarafından görmezden geliniyor. Yasa teklifleri komisyonlarda takılıp kalıyor.
İşte ne hakkaniyetle, ne de adaletle, hukukla bağdaştıramadığım bu çelişkiler yüzünden başım ağrıyor, gözlerim kararıyor. Ne Vekaletler Caddesi’nden bulvara doğru akan trafiği, ne önümüzden gelip geçerken bizlere bakan meraklı gözleri görmemeye başlıyorum.
Önce 1999 yaz aylarında ekranda Fetullah tehlikesine işaret eden Necip Hablemitoğlu ve Türkan Saylan geliyor gözümün önüne. Devleti bir ur gibi saran cemaat tehlikesi konusunda devleti yönetenleri örnekler vererek uyarıyorlar. Fakat ne toplum gereken tepkiyi veriyor, ne de yöneticiler uyanıyor. Ama belli ki, birileri bu yurtsever bilim insanları için daha o günlerde fermanlar yazıp, kalemler kırıyor.
Danıştay’a saldırıyor cübbeli bir katil, hâkimleri kurşunluyor. Yaşamını kaybediyor hâkim Mustafa Yücel Özbilgin. Bu cinayetin ve ardındakilerin aydınlatılmasını beklerken, birileri bambaşka bir planı devreye sokuyor. Devletin en tepesine çok önceden hazırlanan Ergenekon şemaları takdim ediliyor ve tam bu işlere uygun, Zekeriya Öz adında bir savcı vizyona çıkarılıyor. Bir yandan siyasi iktidar, diğer yandan medya göklere çıkarıyor bu günün kaçak Zekeriya’sını. Geniş yetkiler veriliyor, altına başbakanın emriyle zırhlı otomobiller tahsis ediliyor. Medyada İtalya’nın 'temiz eller savcısı' ile kıyaslanıyor. O günlerde bu şişirilen egonun 17-25 Aralık’ta kendi başlarında patlayacağını, o güne kadar muhaliflere yönelen hukuksuz dinlemelerin kendilerine karşı da kullanılabileceğini hiç akıllarına getirmiyor tabiki.
Özel yetkili savcılar ve özel yetkili mahkemeler eli ile Türkiye büyük bir hukuk ve adalet karanlığının içine sokuluyor. Zamanla bu karanlık süreçten İlhan Selçuk’tan, İlker Başbuğ'a kadar birçok gazeteci, akademisyen, siyasetçi ve asker payını alacak, birçoğu önce sağlığını, sonra yaşamını kaybedecektir.
'O'NU ALİ'NİN YANINA GÖNDERDİK'
Yarbay Ali Tatar'ın annesi Satı Tatar, kumpastan 8 yıl sonra 16 Kasım 2017'de yaşamını yitirmişti. Ahmet Tatar cenazede yaptığı açıklamada 'Onu Ali'nin yanına yolcu ettik. Sadece Ali’den kaynaklı olarak bir gönül kırıklığıyla gitti. Maalesef onun kaybından sorumlu olanların cezalandırıldığını, o sorumluların hesap verdiğini görememenin burukluğuyla gitti annem' demişti.
15 TEMMUZ'A GİDEN YOL
2010 yılında yapılan referandum ile adalet mekanizması tamamen Fetullahçı çetenin emrine verilerek, adeta devletin kuşatılmasının önü açıldı. Ardından ordunun içine yerleştirilmiş cemaat militanlarının yardımları ile Balyoz kumpası devreye sokuldu. Balyoz, Poyrazköy, Amirallere Suikast, Casusluk gibi davalarla TSK etkisizleştirilmeye, itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Tasfiye edilen Atatürkçü subayların yerine askeri kadrolar Fetullah militanları ile dolduruldu.
Açılan davalarda yapılan savunmalar, ortaya çıkarılan sahtekârlıklar, sanıklar lehine olan kanıtlar tamamen yok sayıldı. Özel yetkili mahkemelerde hiçbir farklı düşünceye tahammül yoktu. HSYK eliyle yüzlerce hukuk adamı istifaya, emekliliğe zorlanırken bunların yerine yüzlerce Fetullahçı militan savcı, hâkim kadrolarına alındı. Mahkeme kararları jet hızıyla Yargıtay’daki ayarlanmış heyetlerce onaylandı.
Savcılardan hâkimlerden daha hızlı hareket eden, sanıklar ifade vermeden tutuklandıklarını duyuran, arama bitmeden bulunanların listesini yayımlayan medya bu dönemde ortaya çıkmıştı. Meşhur siyasetçilerden bakanlara, akademisyenlerden hukukçulara, köşe yazarlarına kadar cemaat kanallarında boy gösterenler şimdi sırayla gözümün önünden geçiyorlar. Kimler yoktu ki aralarında. Şimdi yan yana oturup Fetullah şakşakçılığı yapanlardan biri içerdeyken ötekinin Bank Asya kredisiyle aldığı yalısında keyif çatıyor ve yine her akşam bir kanalda çıkıyor olmasını gülümseyerek seyrediyorum.
Bürokraside, yargıda, poliste ve orduda büyük güç kazanan ve muhalifleri önemli ölçüde etkisizleştirdiğini düşünen Fetullahçı çete, devleti tümüyle ele geçirmeye yöneldi. İlk hamlesini 17-25 Aralık sürecinde, son hamlesini de 15 Temmuz kanlı kalkışmasıyla yaptı. Bu yaşananlarla birlikte yıllarca bütün uyarılara kulaklarını tıkayan ve iktidarını sağlamlaştırmak için bu çeteye göz yuman, işbirliği yapan siyasi iktidar, gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldı. Fakat bunun bedeli 15 Temmuz’da 250 şehit, binlerce yaralı oldu. Şimdi bu kanlı geçmişin sorumlularının bir kısmı çoktan yurtdışına kaçmış durumda. Bir kısmının hâlâ devlet kadrolarında gizlendiği düşünülüyor ki, yaşadıklarımız bunu doğruluyor. Suçüstü yakalanan önemli bir kısmı da mahkemelerde hesap veriyor. Bugün en önemli yakınmalardan birisi bu yargılamaların hukuki ve adil olmadığı yönünde yoğunlaşıyor. Mahkemelerin baskı altında olduğu, sürecin siyasi sorumlularına dokunulamadığı ve özellikle de FETÖ nün siyasi ayağının yargıdan kaçırıldığı yönünde yoğun eleştiriler sürüp gidiyor.
SAVUNULACAK YANI YOK
Yargı sürecinin daha 15 Temmuz sonrasında sağlıklı başlamadığı ve sağlıklı devam etmediği benim de en çok eleştirdiğim noktaların başında geliyor. Bunun iki önemli nedeni olduğuna düşünüyorum. Birincisi ülkemizde evrensel normlarda bir hukuk ve adalet sisteminin inşa edilememiş olması; ikincisi ise iyi kötü yürüyen ne kadar eleştirirsek eleştirelim iyileşme yönünde hareket eden adalet sisteminin de altüst edilmesidir. Adalet kantarının ayarı bizleri tasfiye etmek için FETÖ eliyle bir kez bozuldu ve hâlâ aynı durumda. Bunu savunulacak hiçbir yanı yok elbette. Zira mevcut sistemin 15 Temmuz öncesinde de ve sonrasında da çok farklı kesimlerden insanı mağdur ettiğinden kuşku yok. Fakat bugün en çok yakınanların geriye dönüp aynada kendilerine bakmasını ve gereğini yapmasını tavsiye ediyorum.
UMUDU DİRİ TUTMAK İÇİN
Atlattığımız tehlikeyi ve içinde yaşadığımız kötü gidişi birbirine karıştırmadan, ama aralarındaki bağların, benzerliklerin bilincinde olarak, yaşadıklarımızı iyi analiz edip, doğru çıkarımlar yapmak zorundayız. İşte, yaklaşık 15 yıldır içinde yaşadığımız kaosun kısa bir özeti böyle.
Bu süre zarfında birileri hep kazanırken memleket ekonomik, siyasi ve sosyal yönden çok şey kaybetti, birçok insan geleceğini mesleğini, ümitlerini kaybetti. Biz de Ali’mizi kaybettik. Fakat gelecek güzel günlere olan umudumuzu, hukukun adaletin er geç yerini bulacağına dair inancımızı asla kaybetmedik. Bu umudu, bu inancı diri tutmak için bütün engellemelere rağmen mücadeleyi sürdürme, el ele tuttuğumuz güzel insanlar halkasını genişletme çabasındayız.
siyasetcafe.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.