Ali Hikmet İnce yazdı! Çankaya Köşkü'nde Eşek Sütüyle Güzellik Banyosu
Prenses Süreyya, İran İmparatoriçesi sıfatı ile ülkemize - 1951 ve 1956’da! - iki resmi ziyarette bulundu. Büyük ilgi gördü, el üstünde tutuldu. Güzellik reçetesini uygulamasına da fırsat tanındı…
Demokrat Parti’nin - dolayısıyla da DP iktidarının! - ezeli ve ebedi muhalifi gazeteci Şinasi Nahit Berker, İran’ın güneşi kıskandıran imparatoriçesi Süreyya’nın güzelliğini ‘eşek süt banyosu’na borçlu olduğunu ilk öğrenen ve yazandı. Berker’in iddiasına göre ‘mahzun prenses’ Süreyya, 1951 yazında ilk resmi ziyaretini gerçekleştirdiği Ankara’da da ‘güzellik kürü’ alışkanlığını/uygulamasını sürdürdü.
İran’ın bir numaralı leydisi için Ankara’da çok sayıda dişi eşek toplandı, itina ile sağıldı ve güzellik banyosu için süt hazır edildi.
Pehlevi Ailesi’ne, Çankaya Köşkü’nün bahçesindeki - daha önce Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan Hanım’ın kaldığı! - Camlı Köşk tahsis edildi. İran İmparatoru ve eşi, Ankara’da mutantan törenlerle karşılandı. Bastıkları her yere kırmızı halı serildi. Gösterilen ilgiden son derece memnun kaldılar.
- Entelektüellerin Mekânı Karpiç Lokantası… -
Ankara’nın Karpiç Lokantası, gecenin çok geç saatlerine kadar her kesimden insanın, özellikle de gazeteci, yazar, şair gibi ‘kalem erbabı’nın toplanma yeriydi. Şinasi Nahit Berker, diğer meslektaşları gibi İranlı misafirlerin ne yapıp ne ettiklerini izlemeye çalıştı.
‘Atlatma haber’ yazma gayreti içindeydi. Yorgun argın, ter içinde, önüne gelen ilk sandalyeye ilişti. Yanındaki masada Aka Gündüz, Nurettin Artam, Fethi Giray, Haluk Tuncalı otururdu. Ünlü ozan Ahmet Muhip Dranas’ın yanında da Akşam Gazetesi’nin muhabiri Aydın Köker vardı.
Aka Gündüz:
‘Geciktin, Şinasi,’ dedi.
Şinasi Nahit Berker, mendili ile alnını sildikten sonra:
‘Şah ile Süreyya’yı izliyorduk. Çankaya’dan geliyorum. Çankaya’yı görseniz bir âlem… Süreyya her sabah eşek sütü ile banyo yaparmış. Onun için Çankaya’nın etrafına bir sürü dişi eşek getirilmiş. Sabaha kadar sağılacaklar, imparatoriçe de banyo yapacakmış…’
Berker sözünü henüz tamamlamıştı ki, Aydın Köker ayağa kalktı. ‘Müsaadenizle,’ deyip masadan ayrıldı.
- Kısa Ömürlü Bir Kuyruklu Yıldız… -
Prenses Süreyya kuyruklu yıldız gibi hayatımıza girdi. Adı her anıldığında gözler buğulanır, bahtsız, şanssız, mahzun dünya güzeli akla gelirdi. Yaşadıkları, şahsi hikâyesi, yaşam tarzı yalnızca İran’da değil, Türkiye’de, Avrupa’da hatta dünyanın her ülkesinde izlenirdi.
Ünlü moda ve yaşam dergilerinin kapaklarında, iç sayfalarında yüzlerce/binlerce Hollywood yıldızlarını kıskandıran Süreyya Pehlevi’nin resimleri yayınlanırdı.
Adım atışı, nefes alışı haberdi. Kullandığı parfüm, içtiği sigara, giydiği elbise(lerin) markası, ayakkabı numarası bilinirdi/merak edilirdi. İran’ın dünyaya hediye ettiği birkaç ikonun en ünlüsüydü. Günümüzün ifadesiyle ‘çok yüksek reyting’ sahibiydi.
Babası, - kilimleri/halıları ile ünlü! - Bahtiyarî Aşireti’nin ileri gelen üyesi Halil İsfendiyar Bahtiyarî’ydi. Avrupa’nın en iyi okullarında tahsil görmüştü. Birkaç dil bilirdi, İran hariciyesinde diplomattı.
- Annesi Alman asıllıydı… -
Annesi Eva Kari - 1906 doğumluydu! -, Alman asıllıydı. Berlin’de eğitim almıştı. Büyük büyük babası zengin, başarılı sanayiciydi. Rus Çarı 2. Alexander’ın daveti üzerine Rusya’ya gitmiş ve St. Petersburg’da bir silah fabrikasının yöneticiliğini yapmıştı. Kari Ailesi, Rusya’daki Bolşevik İhtilali’nden kaçmış, Berlin’e dönmüştü.
Eva Kari, Berlin’de büyüdü. 18 yaşındayken Halil İsfendiyari ile tanışıp evlendi. Süreyya ve Bijan isimli iki çocuk dünyaya getirdi.
Süreyya İsfendiyari Bahtiyari, 22 Haziran 1932’de İsfahan’da doğdu. 1933 - 37 arasında ailesiyle Almanya’da yaşadı. İran’a döndüklerinde bir yandan Farsça, diğer yandan İngilizce ve Almanca öğrendi. Batılıların açtığı eğitim kurumlarına devam etti. 1947’de yeniden Avrupa’ya, İsviçre’ye yerleştiler. Süreyya eğitimini Lausanne yakınlarındaki Les Roseaut’da sürdürdü. Tek hedefi: ‘Tanınmış film yıldızı’ olmaktı.
Süreyya’nın resmi biyografisini kaleme alanlar, ilgi çekici tespitlerde bulundu. Süreyya, Arapça’da ‘yedi yıldız’ anlamına gelirdi. Astronomide ‘Büyük Ayı’ denilen yedili takımyıldızın ismiydi. 7 sayısının hayatında çok önemli rolü ve etkisinin görüldüğü iddia edildi. 12 Şubat 1951’de evlendi, İran Kraliçesi oldu. Tam 7 yıl sonra aynı gün, unvanını bıraktı ve ülkeden ayrıldı.
Süreyya tipik Avrupalı, çok güzel kadındı. Ama yüz hatlarında mensubu olduğu coğrafyaya ait izler de taşırdı. Alman - Fars ırklarının göz kamaştıran harmanıydı. Doğu ile Batı’nın zarafetinin, cazibesinin dayanılmaz numunesiydi.
- Hüsrev Gerede’nin şahitliği… -
Süreyya’nın ailesi hakkında Hüsrev Gerede’den nakledildiği ileri sürülen bir bilgiden de bahsedilirdi. Gerede, 1930’lu yılların ilk yarısında Tahran’da büyükelçiydi. Çocuklarına Alman bayan bakıcı tutmuştu. Dil öğretecek ve bakımlarıyla meşgul olacaktı. Mürebbiye hanım, sefarete sıkça gelen İranlı bir diplomata kalbini kaptırdı ve hamile kaldı. Hüsrev Bey, kadının işine son verdi fakat başka sefarette işe soktu. Alman bakıcı bir iki ay sonra evlendi ve İsfahan’a gitti. Kız çocuğu doğurdu. Süreyya adı konuldu.
İran Şahı M. Rıza Pehlevi, 16 Eylül 1941’de tahta çıktı. İlk eşi Mısır’da hüküm süren - Türk asıllı! - Kral Faruk’un kız kardeşi Prenses Fevziye idi. Ama pek mutlu sayılmazdı. Zira Kraliçe Fevziye, hanedanın devamını sağlayacak veliaht veremedi. Şehnaz adı konulan çok güzel kız dünyaya getirdi. Evliliklerinin 7. yılında ayrıldılar. Fevziye Kahire’ye dönerken, biricik kızını yanına almasına/yanında götürmesine izin verilmedi.
Rıza Pehlevi çapkın sayılırdı. Çevresini saran ya da gördüğü güzel hanımlara kur yapar, kam almak isterdi. Ama her seferinde de sonuca ulaşamazdı. 1949’da bir toplantıya katılmak için Bağdat’a gitti. Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi Tahir Lütfi (Lütfullah) Bütün’ün kızı Şermin (Bütün) Hanım’ı - 17 yaşındaydı! - görünce nefesi kesildi. Hemen evlenme teklifini iletti. Bir sandık dolusu mücevheratı hediye/’yüz görümlüğü’ diye elçisi ile gönderdi. Ama ret cevabı aldı. Şermin Hanım, Şah’ı iyi tanıyordu. Debdebeli, entrikalı, yorucu ve aşırı stresli hayatı amaçlamıyordu. Bağdat’ın yakışıklı gençlerinden İhsan Doğramacı’nın izdivaç teklifini de geri çevirmişti. - Doğramacı, Bağdat’taki güzeli unut(a)madı. Kızına Şermin ismini verdi! -
- Pehlevi, Berlin Büyükelçisi’nin kızını beğendi… -
Şah Rıza Pehlevi, kendisine veliaht verecek, hanedanın devamı sağlayacak eşini ararken, müjdeyi kız kardeşinden aldı. İran’ın Berlin Büyükelçisi Halil İsfendiyar Bahtiyarî’nin biricik kızı Süreyya beklenen vasıflara haizdi. Fotoğraflarını gördü. Süreyya’nın zümrüt yeşili iri gözlerine vuruldu. Sarayına davet etti. Tanımak, buğulu bakışlarını ve büyüleyen güzelliğini yakından görmek istedi.
Süreyya, annesine daveti iletti. Şaşırmıştı, fakat çok memnundu. Baba yurdunun ‘kraliçeliği’ önerilebilecekti. Annesi de mutluydu. Kızına dilinin döndüğünce Pehlevi Ailesi’ni ve şanssız Fevziye’yi anlattı/hatırlattı. - ‘Şanssız Kraliçe’nin tek kusuru: Erkek çocuk doğurmamasıydı! - ‘Mutlaka oğul vermelisin,’ diye nasihat etti.
Fars - Alman melezi Süreyya İsfendiyar Bahtiyarî, Avrupalı kimliği ile Tahran’da kendine yer edinecekti. Son derece rahat, özgüvenli, toplum içine kolayca giren, birkaç dil bilen ve günün modasına uyan yeni gelin adayının işi - aslında! - hiç de kolay sayılmazdı. Güzeldi, özeldi, fakat - annesinin de hatırlattığı! - çok önemli umudu/rüyayı yerine getirmesi beklenecekti.
Mısırlı güzel Fevziye’nin Rıza Pehlevi’yi sevemediği, statüsüne uygun davranmamakla suçladığı söylenecekti. Time dergisinin anılarını yazmasına karşılık ödemeyi önerdiği 6 sıfırlı çeki de geri çevirdiği iddia olunacaktı.
Sabık Kraliçe Fevziye 2. evliliğini 1949’da asker diplomat İsmail Şirin ile gerçekleştirdi. Beraberliği eşinin ölümüne kadar sürdü.
- Zümrüt yeşili gözler bütün engelleri aştı… -
Süreyya, İsviçre’den Tahran’a geldi. Sarayda İran Hükümdarı’nı ve hanedanı yakından tanıyacaktı. Sonuç olumlu çıkarsa, saray kurallarını ve görevlerini/sorumluluklarını öğrenecekti. Heyecanlı, tedirgin, mahcup ama programsızdı. Rüzgâr önünde savrulan yaprak misali kendini hayatın akışına bıraktı.
Sonuç beklendiği gibi tahakkuk etti: Evlilik kararı alındı. Taraflar birbirini beğenmiş, karşılıklı beklentileri karşılanmıştı. Zümrüdî gözler, Rıza Pehlevi’yi esir alıvermişti.
Ama talihsizlikler Süreyya’nın yakasını bırakmadı. Düğün arifesinde tifoya yakalandı. İğne ipliğe döndü.
Tahran’daki düğün binbir gece masallarını hatırlattı. Kraliçe adayının gelinliği Christian Dior imzalıydı. Lame kuşam üzerine 900 bin altın pul, 6 bin elmas işlenmişti. Sadece kuyruğunun uzunluğu 10 metreydi. 25 kilo ağırlığındaydı ve taşınması/giyilmesi hayli yorucuydu. Birbirinden güzel 6 nedimenin yardımı gerekliydi.
Düğün töreni televizyonlardan canlı yayınlandı. İlk haber olarak duyuruldu. Her anı dikkatle kayda alındı. Dünya medyasının tanınmış simaları törendeydi. Fotoğraflar özel şekilde çekildi. ABD ve Avrupa’nın magazin/yaşam dergilerine servis edildi. Tahran’ın ünlü Mermer Sarayı pek çok ünlü misafiri ağırladı. Pakistan’ın en zengin kişisi Ağahan, dünya güzeli eşi Beğüm ve gelini Hollywood’un ünlü yıldızı Rita Hayworth da davetliler arasındaydı.
Prenses Süreyya çok ünlü medya sembolüydü. Her adımı izlendi. Büyük gazetelerde, trajı yüksek dergilerde ‘Prenses Süreyya Masası’ kuruldu ve muhabir(ler) görevlendirildi.
Kral ve kraliçenin ortak paydaları sporseverlikti. Rıza Pehlevi içki ve sigara içmezdi. Jokey kadar usta ata biner, iyi ve hızlı yüzer, su kayağı ve dalgıçlık yapar, tenis oynardı. Her türlü silahı kullanırdı. Çok usta atıcıydı/avcıydı. Profesyonel bröveli pilottu.
Süreyya da sporcuydu. Attığını vuran usta avcıydı.
- Musaddık, Genç Çifti Derin Rüyadan Uyandırdı… -
Yeni kraliçe, 1953’de askeri darbeye şahitlik etti. Başbakan Musaddık yönetime el koydu. Pehlevi Hanedanı’nı devirip cumhuriyet ilan etti. Hükümdar ve ailesi, ülkeyi terk etti ve Bağdat’a sığındı. Oradan da Kapri adasına yerleştiler. Çok geçmeden CIA’dan beklenen hamle geldi. İran petrollerini millileştiren yeni yönetim karşı darbe ile iktidardan uzaklaştırıldı. Tahran’ın kapıları yeniden Şah’a açıldı.
1954’de tahtın tek varisi, Şah Rıza Pehlevi’nin erkek kardeşi Prens Ali Rıza, talihsiz uçak kazasında hayatını yitirdi. Hanedanın geleceği/devamlılığı tehlikeye girdi. Dolayısıyla Süreyya ağır baskı altına girdi. Erkek çocuk/veliaht beklentisi ağırlık/önem kazandı. Ama doğum gerçekleş(e)medi.
Ünlü çift, 15 Mayıs 1956’da ülkemize ikinci bir ziyarette daha bulundu. Gazetelerin ortak manşeti: ‘Dünya’nın En Güzel Kraliçesi Ankara’da’ idi. Uçaktan inen Prenses Süreyya’nın giydiği Christian Dior imzalı lavanta çiçeği mavisi pardösü büyüledi. Soylu konuklar, Ankara’da yoğun program uyguladı. 19 Mayıs Bayramı törenlerini izlediler. Sonra Beyaz Tren ile Zonguldak gezisi yapıldı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar da misafirlerine eşlik etti. Süreyya’nın Kokaksu Kaplıcası’nı da ziyaret ettikleri duyu(ru)ldu. Kaplıcanın erkek çocuk isteyen(ler) için hacet kapısı olduğuna inanılırdı. Ziyaret umut arayışının işaretiydi.
Dönüşte deniz yolu tercih edildi. Savarona yatı, 21 Mayıs 1956 Pazartesi günü Zonguldak Limanı’na yanaşıp konuklarını aldı. Pehlevi Ailesi, İstanbul’da Başbakan Adnan Menderes tarafından görkemli törenle karşılandı.
- Beraberlikleri Tam Yedi Yıl Sürdü… -
Her türlü maddi ve manevi arayışa rağmen Pehlevi Ailesi - arzuladıkları! - erkek çocuğa kavuşamadı. Sonuç hanedan kütüğüne ‘ayrılık’ diye geçti. 14 Mart 1958 Cuma günü saraydan resmi tebliğ yayınlandı. Şah’ın Prenses Süreyya’yı boşadığı duyuruldu.
Tam 7 yıl evli kalmışlardı. Süreyya unvanlarını kullanmaya devam edecekti. Şah’ın kız kardeşlerine sağlanan imkânların aynısından yararlanacak ve diplomatik pasaport taşıyacaktı. Yüklü gelire kavuşacak fakat ölünceye kadar evlen(e)meyecekti.
Süreyya doğruca Cenevre’ye uçtu. Kapandığı otel odasından 3 hafta çıkmadı.
Eski eşi ile ilgili hiç konuşmadı. Halefi Ferah Diba hakkında sorulan bütün soruları da cevapsız bıraktı.
Süreyya insan içine karışınca hayatı tanıdı. Parayı nasıl kullanacağını acı tecrübelerle öğrendi. Kimseden karşılıksız tek kuruş bile alınamayacağını gördü. Pırıltılı günlerinde yanından ayrılmayanların ayağı - bir anda! - kesiliverdi.
- Süreyya Son Yıllarında Para Sıkıntısı Çekti… -
Paris’teki evine hırsız girdi. Sabık İran İmparatoriçesi’nin hazinelerini, kasalar dolusu servetini mütevazı apartman dairesinde sakladığı düşünülmüştü.
1961’de anılarını yazmaya girişti. ‘Hayatım’ başlıklı kitabı 17 farklı dile çevrilip yayınlandı. 2007’de, ‘Unuttuklarım’ adlı eki ile Türkçe’ye de çevrildi. ‘Sürgündeki Prenses: Süreyya’ okuyuculara ulaştı.
Güzel Prenses Süreyya duygu dünyasını boş bırak(a)madı. Sinemanın ünlü ismi Maximilian Schell ile aşk yaşadı. 1963’de gizlice İstanbul’a geldi. Sevgilisi ile buluştu. Schell, Topkapı filminde oynuyordu. Gazetecilere yakalanınca soluğu karakolda aldılar. Beraberliklerini inkâr ettiler ve muhabirlerden şikâyetçi oldular.
İkinci ve son aşkı da sinema dünyasındandı. 1965’de ‘Bir Kadının Üç Yüzü’ adlı filmde rol aldı. Çocukluk hayali gerçekleşti. Rol arkadaşı ve yönetmen Franco İndovini’ye kalbini kaptırdı. Ama sevgilisi evliydi ve ayrılmaya niyetli değildi. Karısından ayrı yaşıyordu. Beraberlikleri 5 yıl sürdü. İndovini, uçak kazasında hayatını yitirdi. Acı haberi gece yarısı telefonla aldı.
- Bütün Mirası Erkek Kardeşinin Şoförüne Kaldı… -
Süreyya’nın güzelliğine şarkılar yakıldı. Sözleri ünlü Belçikalı yazar Françoise Mallet-Joris’e ait ‘Süreyya gibi ağlamak istiyorum,’ diye başlayan melodi, Marie Paule Belle tarafından yorumlandı. Müzik listelerinin zirvesinden ve müzikseverlerin dilinden düşmedi.
Son zamanlarında parasızdı. Paris’teki dairesi dışında başkaca mal varlığı kalmamıştı. Ama yine de lüks otellerde gecelemeyi yeğlerdi. Otel sahipleri kendisinden para almaz, adını reklamlarında kullanırdı. Bazı çok zenginlerin ve büyük şirketlerin toplantılarına katılırdı. Varlığı ve taktığı değerli mücevherlerle ilgi görürdü. İştiraki karşılığında kendisine ücret ödenirdi. Mücevherler de - toplantıların bitiminde! - sahiplerine iade edilirdi.
Vefatı çok hüzün vericiydi. Öldüğünde tek başınaydı. Cesedini evine gelen hizmetçisi buldu. Uyumadan önce epeyce içtiği anlaşıldı. Son günlerinde sığındığı/sığınabildiği tek dostu viskiydi.
Süreyya’nın vefatından 8 gün sonra da erkek kardeşi - hayattaki tek varisi! - erkek kardeşi Bijan İsfendiyar Bahtiyarî dünyamızdan göçüverdi.
Prenses Süreyya’nın ve erkek kardeşinin bütün mirası, - mahkeme kararıyla! - Bijan Bahtiyarî’nin özel şoförünü kaldı.
- Çankaya Köşkü’nün Etrafındaki Eşekler Nereye Gitti…
Akşam’ın acar muhabiri Aydın Köker hemen büroya koştu. Fotoğraf makinesini aldı. Karşısına çıkan ilk taksiyi durdurup ‘Çankaya Köşkü’ne!’ dedi.
Ertesi akşam Karpiç’in bahçesi yine kalabalıktı. Ağzı eğrilmiş, gözü şaşılaşmış, bitkin vaziyette Aydın Köker geldi.
Şinasi Nahit Berker’e:
‘Yahu,’ dedi. ‘Dün gece fotoğraf makinemle sabaha kadar Çankaya’da dolaştım durdum… Bir eşeğe bile rastlamadım...’
Berker hemen taşı gediğine koydu:
‘Olur mu canım? Çankaya’nın etrafında daima birkaç eşek bulunur…’
Olayın Ulus muhabirince öğrenildiğini ve mutlaka manşetten verileceğini bilen bazı görevliler, el çabukluğu ile eşekleri toplayıp geri mi göndermişti?
Berker, ‘Çankaya’daki süt banyosu’nu yazdı… Ortalık birbirine girdi ve yalanlamalar havada uçuştu…
Süreyya’nın pahalı/çılgın alışkanlığını - 1956’deki ziyaretinde! - İstanbul’da da sürdürdüğüne ilişkin rivayetler de duyulmuştu ama kimse haberleştirmeye cesaret edemedi…
Şinasi Nahit Berker’in kaderini paylaşacak cesaret sahipleri sır oluvermişti…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.