Türkiye yeni bir seçim sürecine girerken iktidar ile ortağı MHP’nin 26 Mayıs’ta meclise getirdiği 40 maddelik basın kanunu teklifi başta CHP olmak üzere birçok sivil toplum örgüt tarafından tepkilere neden olmuş “sansür yasası” olarak nitelendirilmişti.
01 Ocak 2023’te yürürlüğe girmesi öngörülen teklif, TBMM Genel Kurul görüşmelerinde uzlaşma sağlanamamış ve parti grupların daha fazla müzakere edebilmesi için bir hafta ertelenmişti.
Benim üzerinde durmak istediğim nokta yasanın kabul edilip edilmemesi değil, iktidarın basın yasasını neden değiştirmeye veya yeniden düzenlemeye ihtiyaç duyduğudur. Çünkü Basın yasasında en son değişiklik Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı döneminde 5187 sayılı kanunla düzenlenmiş ve 26 Haziran 2004’te yürürlüğe girmişti.
Ahmet Necdet Sezer döneminde düzenlenen ve halen yürürlükte olan 5187 sayılı kanun hükümleri “Bakanlar Kurulu” tarafından yürütülürken, yeni basın kanununda ise 40. Madde de açıkça belirtildiği üzere kanunun hükümleri “Cumhurbaşkanı tarafından yürütülür” denilmektedir. Yani yasanın tüm hükümlerinin uygulanması tek adamın inisiyatifine bırakılmıştır.
Bu madde bile değiştirilmesi düşünülen yasanın eşitlikçi, tarafsız, demokratik, özgürlükçü ve bağımsız olmadığını, gerçekte her türlü haber ve bilginin yayılımını kendi kontrolü altına almak istediğini göstermektedir.
İnternet haberciliğinin süreli yayın kapsamına alınması, basın kartı ve reklamlardan yararlanması gibi görünürde bazı olumlu düzenlemeler bulunsa da özünde bunun aldatmacadan ibaret olduğu, internet medyasının ve sosyal medyanın yanı sıra whatsapp gibi internet iletişim uygulamalarının da kontrol altına alınarak her türlü aykırı sesi ceza tehdidiyle susturma amaçlı olduğu anlaşılacaktır.
Örneğin; internet haberciliğinin kapsama alınması bu alanda çalışanların sosyal hakları ve iş güvenceleri açısından önemli bir kazanım gibi görünse de basın kartlarını düzenleyen teklifin 12. Maddesi’nde eski yasaya nazaran daha da zorlaştırılmıştır. Kartların hangi durumlarda iptal edileceğinden, cezai durumlara kadar büyük yetkilerle donatılmış Basın Kartı Komisyonu’nun 9 üyesinden 5’nin doğrudan İletişim Başkan’ı tarafından atanmış olması, üye çoğunluğunun iktidarın denetiminde olduğu gerçeğini göstermektedir.
Hem mevcut iktidar politikaları ve uygulamaları hem de çoğunluk üye sayısı iktidar tarafından atanarak kontrolü İletişim Başkanlığı’na bırakılan komisyonun tarafsız kararlar vereceği inandırıcı değildir.
İnternet haberciliğine ihbarcılık ve savcılık yükümlülüğü
Mevcut iktidar, geçmişten günümüze değin kendisine ve uygulamalarına yönelik toplumsal olayları örtbas etmek için interneti yavaşlatma, erişimi engelleme, cezalandırma gibi türlü sansür yöntemleri denemiştir. Yakın geçmişte toplum tarafından büyük tepki gören sansür uygulaması sosyal medya arasında en güvenilir ve etkili olan Twitter erişiminin engellenmesiydi.
Özgürlüğü ifade eden mavi renkli kuş bir süreliğine kafese kapatılarak özgürlüğü kısıtlanmıştı. Söz konusu bu yasa teklifi, mavi kuşun hangi durumlarda kafese konularak cezalandırılacağını düzenleyen bir yasa teklifidir diyebiliriz.
Teklifin 34. Maddesi ile 5651 sayılı Kanunun EK 4. Maddesinde yapılan köklü değişikliklerle sosyal ağ sağlayıcılarına sermaye şirketi zorunluluğu getirmekle birlikte temsilci bulundurma, rapor verme ve hatta belli suçlar bakımından yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanıkların kimlik bilgilerini kamu makamlarına vermek gibi ihbarcılık yükümlülüğü getirmektedir. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ya da erişim engelleme kararlarının uygulanmaması halinde reklam yasağı, bant genişliğinin daraltılması, idari para cezası gibi yaptırımların uygulanacağı belirtilmektedir.
Söz konusu teklifin üzerinde hassasiyetle durulması gereken en önemli düzenlemelerinden birisi de 217 /A maddesiyle Türk Ceza Kanununa yeni bir suç tanımının eklenmiş olmasıdır. Türk Ceza Kanununa “Halka yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” şekliyle eklenen bu yeni suç “kasten öldürme, intihara yönlendirme, göçmen kaçakçılığı, uyuşturucu kullanımı, işkence, hırsızlık vb…” gibi katalog suçları kapsamına alınmış ve bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştür.
Böyle bir düzenlemeyle “yalan haber” ile mücadele akla gelebilir fakat gerçekte ifade özgürlüğüne yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğu, sansür ve baskı aracı olarak kullanılmaya elverişli olduğu açıktır. Gerçeğe aykırı bilginin yani yalan haber kavramının içeriği belirsiz olduğundan, paylaşılan bilginin yalan veya doğru olup olmadığına yalnızca iktidarın denetimi altındaki kurumun karar verebileceği anlamına gelmektedir. Bu durumda iktidar, kendi aleyhine olduğunu düşündüğü veya hoşuna gitmeyen her türlü muhalif bilgi ve paylaşımı gerçeğe aykırı olarak nitelendirip cezalandırabilecektir.
Tüm kurumlar gibi yargı bağımsızlığının da ciddi tehdit altında olduğu Türkiye’de RTÜK’ün yanı sıra bu tür bir düzenlemeyle yeni bir sansür mekanizmasının kurulmak istendiği amaçlanmaktadır.
RTÜK’ten sonra yeni bir sansür mekanizması
Tüm dünya ülkelerinde demokrasinin dördüncü kuvveti olarak nitelendirilen medyanın kamusal gözetleyici rolünü yerine getirebilmesi için görünen gerçeğe uygun olarak her türlü haberi, düşünceyi herhangi bir baskı ve yaptırım tehdidi altında kalmadan yayınlayabilmesi gerekir. Bu çerçevede değer yargılarının ispatlanması ya da doğrulanması da talep edilemez. İfade özgürlüğü, açık ve demokratik toplumlarda her türlü bilginin özgürce yayılmasını ve tartışılmasını, kamusal meselelerde farklı bakış açılarının özgürce ifade edilmesini ve siyasal konularda hükümete ve politikalarına yönelik eleştirilerini en geniş şekilde korunmasını gerektirir.
Sadece hoşa giden, herkesçe kabul edilen görüşleri değil, toplumun bir kesimi ya da kamu otoriteleri için hoşa gitmeyen ya da şok edici düşünce ve bilgilerin ifade edilmesidir ki bu da uluslar arası yasalarca güvence altına alınmıştır. Bu nedenle yapılacak düzenlemelerin ifade özgürlüğüne ilişkin uluslararası insan hakları hukukunun temel ilkelerine uygun olması zorunluluğu vardır. Ancak başta ifade özgürlüğü olmak üzere yeni yasa teklifi, uluslar arası insan hakları kanununun temel ilkelerine de aykırılık taşımaktadır. Muhalif parti görüşlerinin yer aldığı TV kanallarının RTÜK tarafından cezalandırılması, tüm muhalif kamuoyunun internet ve sosyal ağ erişimlerinin engellenmesi, iletişim ve ifade özgürlüğüne yargının güvence teşkil etmediğinin birer göstergesidir. Anayasa Mahkemesinin verdiği ihlal kararlarıyla da bu tür sansür girişimleri teyit edilmiştir. Bu bağlamda iktidar için son derece kritik önem taşıyan 2023 seçimleri öncesinde böyle bir yasaya ihtiyaç duymasının tedbir amaçlı olduğu açıktır. Söz konusu yasa ile fikir ve ifade özgürlüklerinin yanı sıra haberleşme özgürlüğünün de kamunun sıkı denetimi altına alınarak muhalif sesleri susturmayı amaçlandığı görülmektedir.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; hiç kimse öğrendiği bir bilgiyi paylaşmadan evvel ne ölçüde gerçeği yansıttığını bir savcı gibi araştırma zorunda bırakılamayacağı gibi görünen gerçeğe uygun bir bilginin paylaşılması da suç haline getirilemez. Yeni bir suç tanımı olan gerçek ile gerçeğe aykırılık çok boyutlu olduğundan farklı bakış açısıyla değerlendirilmiş olması ifade özgürlüğünün gereğidir. Uluslararası insan hakları standartları da bilginin görünen gerçeğe uygunluğunu yeterli görmektedir. Söz konusu teklifte yayma kavramının içeriği belli değildir. Pek çok bakımdan Anayasa’da aykırılık teşkil eden teklif, başkasının ürettiği bir içeriğin veya haberin olduğu gibi paylaşılmasını, beğenilmesini veya bu içeriği olumlayan ya da eleştirel bir yorumla paylaşılmasını kolaylıkla “yalan haberi yayma” şeklinde nitelendirerek cezai işleme tabi tutulmasına olanak sağlamaktadır.
Bu madde, suçların ve cezaların kanuni ve temel hakların yasayla sınırlandırılması ilkesine de aykırıdır. Dünya genelinde yalan haber ile mücadele, teknoloji şirketlerinin, sosyal medya kuruluşlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve hükümetlerin katılımıyla çok yönlü ve çok boyutlu bir şekilde yürütülmektedir.
AKP’nin ortağı MHP ile hazırladığı yeni yasa teklifinde ise kanunun yürütülmesi doğrudan Cumhurbaşkanı’nın insiyatifinde bırakılmakla kalmamış, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı İletişim Başkanlığı bu konuda tam yetki ile donatılmıştır. Kırk maddelik yasa teklifine bütünsel olarak bakıldığında, doğrudan cezai yaptırım öngören bir düzenleme yapılmasında ısrar edilmesindeki sebebin yalan haberle mücadele olmadığı, sosyal medyayı “havuç-sopa” taktiğiyle kontrol altına alarak muhalifleri sindirmek, susturmak amacı güdüldüğü görülmektedir.