Yaşamın Felsefesi

Özgür UYANIK

Dünyanın en büyük şelalesi Iguazu Arjantin, Brezilya, Paraguay sınırının kesiştiği noktada bulunur. Arjantin topraklarında dökülen şelale üç kilometre genişliğindedir. En yüksekten düştüğü noktası yerlilerin “Şeytanın Gırtlağı” dedikleri yerdir. Yerkürenin en yüksek debisine sahip şelalesi olan Iguazu onu gören herkesin ağzını açıkta bırakır. Görkemi, gücü ve enerjisi karşısında hayranlık duymayacak kişi yoktur.

Iguazu’ya yaptığımız ziyaretlerin birinde, Şeytan Gırtlağın’a tam karşıdan bakan köprü üzerinde duruyorduk. Saniyede 46 bin ton suyun düştüğü bu noktada durup doğanın gücünü kemiklerimize kadar hissediyorduk. O sırada yan tarafta bir kadının manzaraya bakarak ağladığını fark ettik. Bir süre sonra bu kadıncağız bizimle oradan ayrılırken konuşma imkanı bulduk. Hikayesini anlattı: Brezilyalı, bir limanda gümrük polisiymiş. Bir yıl önce beyninde tümör tespit edilmiş. Tehlikeli bir ameliyat geçirmiş ama sağlığına yeniden kavuşmuş. İlk yaz tatilinde de buraya şelaleyi görmeye gelmiş. Şelaleyi görünce de dayanamamış, ağlamaya başlamış. Çünkü “Allah’ım burayı görmeden ölebilirdim” diye düşünmüş.

İnsan biraz böyle; yaşadığı hayatın sınırlarını aşmayınca neyi yitirdiğinin de farkına varamıyor. O sınırları aşmak için de bazen ölüme gidip dönmek gerekebiliyor.

Yaşamın bir felsefesi varsa eğer, o da hayatın zengin çeşitliliğini sürdürerek, kendini yeniden üretmesinden ibarettir. Şu dünyada ölüm bile hayatın devamı için gereklidir. Yaşayan her şey ölür ve doğaya karışarak onun verimliliğine katkı sağlar. Ama daha öncesinde genleriyle aktardığı bilgiler aracılığıyla kendinden sonra gelenin içinde yaşamaya başlar. Karakterin biraz da doğuştan gelmesi bu sebeptendir.

İnsan doğanın üretken zincirinden uzaklaşmış olsa bile ruhsal, bedensel ve bilişsel açılardan ona bütünüyle bağımlıdır. Çünkü biz her ne kadar doğaya hükmetsek de onun bir parçasıyız. Gıdamızı, ilacımızı ondan alıyor, onunla huzur buluyoruz. Güneşsiz, susuz, havasız var olamayız.

Bir ağacın her şeyi anlayan bilgeliği karşısında okuduğumuz kitapların hükmü nedir? Peki ya beynimizin her kıvrımına denk gelen denizlerin enginliği, dinamikliği ve değişkenliğinin yerini ne doldurabilir?

Her şeyi icat edebiliriz de mutluluk icat edilebilir mi? Mutluluk da özgürlük gibi bizim doğaya özgü varlığımızın temeli. Birine sahip olduğumuzda öteki de onunla geliyor. İkisini birbirinden ayırmak mümkün değil. Çünkü aslında özgürlük dediğimiz şey insanın yeteneklerini kullanarak, doğayla uyum içinde, kendini yeniden üretmesidir. Uyum ve çeşitliliğin olmadığı yerde özgürlük de mutluluk da gerçekleşemez.

“Sevgi emektir” sözü boşuna değil. Yaşamın temelinde üretim var. İnsanın tüm üretimi emeğin eseridir. Fakat bu köle emeği değil. İnsanın özgür iradesinin eseriyse “emek sevgidir”.

İnsanımız her geçen gün daha bir kalpsizleşiyor. Emek vermediği için mi? Hayır, otuz yıl önceye göre hayatımızı üretmek için çok daha fazla çalışıyoruz. İnsan her geçen gün kapitalizm tarafından daha vahşi biçimde emeği sömürüldüğü için acımasızlaşıyor. Kendi emeğine yabancılaştığı için sevgiye de yabancılaşıyor. Sevgisiz emek insanlığı öldürüyor.

Dostoyevski’nin bir sözüydü sanırım “Çok çalışmak insanı mutlu değil zalim kılar” diyordu.

Geçenlerde bir dostumuzla konuşurken, çalışmayı insanın refah içinde yaşamak için hayatının bir bölümünü feda etmesi olarak açıklıyordu. Rahat olmak herkesin istediği şey, tamam ama refahın sınırı nedir? Gerçekten kaçımız hayatımızın ne kadarını refah için feda edeceğimizi biliyor? Bir ev, yazlık, araba vs alıp da bana bu kadar yeter; işte harcayacağım zamanı eşime, evladıma, aileme, dostlarıma hatta vatanıma, insanlığa adayacağım diyen kaç kişi tanıyorsunuz? Benim tanıdığım tüm varlıklı kişiler artık ihtiyaçları olmadığı halde sevdiklerine ayıracakları zamanı işte geçiriyor. Çünkü refah, ekonomik rahatlık ve güvenliğe dayanan bu anlayışın sonu yok.

Oysa bu üretmek değil kendini ve çevresindekileri tüketmek demek. Birçokları evlatlarının bile büyüdüğünü göremeden yıllarını daha çok para kazanma peşinde harcıyor. Sonra o evlatlar sevgi görmediği için babalarının paralarını sorumsuzca harcayarak duygusal açıklarını kapatmaya çalışıyor. Sonuçta bu çark kimseye mutluluk getirmiyor ve kimseyi gerçekten özgür kılmıyor.

Çocuklarımızı oyuncaklara boğarak mutlu edemeyiz. Ama onlara olan sevgimizin biricik karşılığı olan emeğimizi ve zamanımızı vererek bunu başarabiliriz. Hayatımızdaki güzel şeylere hak ettikleri değeri vermezsek onları ne kadar hak ediyor olabiliriz ki?

Yaşamın felsefesi de bu değil mi? Her şeye hak ettiği değeri vermek ve gerçekten adil olabilmek.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.