Kamera(lar) karşısında alabildiğine rahat, özel yaşamında ise aksine ‘çekingen’/‘utangaç’ idi. Şöhretten korkardı! Yoğun ilgiden mahcubiyet duymamak için film şirketlerine giden yolları uzatırdı. Beyoğlu’nun ıssız sokaklarını yeğlerdi. İlk ünlendiğinde, galalara katılır, seyircileri selamlar, imza dağıtır ve hemen kaybolurdu! Seyretmeye kalmazdı. Olumlu/olumsuz tezahürat, ıslık çalma, rahatsız edebilecek hareketlerden uzak durmaya çalışırdı. Eseri izlerken yeterince yoğunlaşamayacağına inanırdı.
Özel hayatını ‘sır gibi’ sakladığı bilinirdi. Hakkındaki bilgiler çoğunlukla sorularda kalırdı! Çeşitli aşk öyküleri anlatılır, ama rivayet seviyesini geçmezdi. Hakkında bilinenler de sınırlıydı. Filmlerdeki performansının ve başarısının konuşulmasını yeğlerdi.
Kendisini her zaman ‘şanslı’ görürdü. Ona göre sinema, dünyanın en güzel işiydi. Mesleğini yıllarca icra edebileceğinden ötürü sevinirdi. 1961’de, başrollerini Lale Oraloğlu ile paylaştığı, Memduh Ün’ün yönettiği, - Edmund Morris’ten çeviri! - ‘Kırık Çanaklar’ın Berlin Film Festivali’nde gösterilmesi, takdirname ile ödüllendirilmesi şevkini ve hırsını artırdı.
Ayfer Feray ve Turgut Özatay, 1967'de çekilen, 'Sen Benimsin' filminde
- Oynadığı Her Rolün Hakkını Verdi… -
Ayşecik filmlerinin ilkinde Muhterem Nur ile beraber oynadı. Seyirciler, ‘Ayşeciğin üvey babası’ diye tanıdı. Kıbrıs’taki Rum zulmünü anlatan, ‘Sezercik Küçük Mücahit’te, EOKA şefi Dimitri’ydi. ‘Yangın Var’da ‘Yalaza Nuri’ydi. Ferdi Tayfur’un başrolünde oynadığı ‘Yuvasız Kuşlar’da, konfeksiyoncu ‘Hilmi Ağabey’di. ‘Atla Gel Şaban’da, ‘Şiki Şiki Baba’ kasetinin peşindeki ‘Davut’tu. ‘Zehir Hafiye’nin ‘Manyak Mahmut’u, ‘Keriz’in ‘Arif’iydi. ‘Korkusuz Korkak’ta limon görünce teslim bayrağı çeken ‘Ayı Abbas’ idi.
‘Umudumuz Şaban’da acımasız müteahhit ‘Muhteşem Halkakul’du!
Yakışıklı, uzun boylu, adaleli, iri elli, atletik yapılıydı. 1952’de, Helsinki’de düzenlenen olimpiyat oyunlarına katıldı. Türk Atletizm Millî Takımı’nda yer aldı. 100 ve 200 metre koştu. Rekora yakın süreler yakaladı fakat dereceye giremedi! Avrupa’nın pek çok ülkesini dolaştı. Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere’ye gitti. Birkaç yabancı dili konuşabilir, meramını kolayca anlatabilirdi.
Film karesinden çıkıp gelmişçesine ataktı. Karşısındaki grubu sinemadaki gibi kolayca dövebilecek görünüşteydi. Rollerinde de son derece başarılı ve inandırıcıydı. Seyirci, perdede gördüklerini gerçek hayattan alınma sanırdı!
Kazım Kartal ve Turgut Özatay, 'Han' filminin bir sahnesinde
- Sinemadaki Başarısında Karakter Analizlerinin Önemi Büyüktü… -
Jönprömiyelikten 2. ve 3. derece rollere geçtiğinde sıkıntı çekmedi. Sinemayı hayat tarzı seçtiğinden, aşk derecesinde bağlandığından, duygu karmaşasına da girmedi. Gelen önerileri kabul etti. ‘Ben, daima birinci adamı oynarım,’ demedi. Tavrından ötürü sevildi ve arandı. Seyircisine karşı minnet borcu olduğunu hep aklında tuttu. Kendisine gösterilen sevgi halesini ve güveni hiç unutmadı. Daha da önemlisi: Aktörün ayağının altındaki muz kabuğunun farkındaydı. Sektörün istikrarsızlığı, sürekli geliri mümkün kılmazdı. Bu yüzden, tekliflerin çoğunu kabul etti.
İşine duyduğu yüksek sevgi ve saygıdan ötürü, okumayı, tip/çevre araştırmalarını önemse(r)di. Nadir röportajlarının birinde, meslekî ipuçlarını verdi: ‘Özel hayatında son derece mazbuttu. ‘Halk çocuğu’ olarak doğduğunun farkındaydı. İnzivayı severdi. Pavyon, meyhane, disko gibi mekânlara sık gitmezdi. Film çekimlerinin olmadığı akşamlar evindeydi. Ya kitap okur veya senaryo incelerdi. Konunun geçtiği çevreyi dolaşır, incelemelerde bulunurdu. İnsanların iç dünyalarına girmeye çalışırdı! Karakter analizleri yapardı!’
Futbolcu tabiriyle ‘formunu her daim koru(r)du’! Kamera karşısında hep hazırlıklıydı. Karaktere can verirken, gönlü rahattı. Başaracağından emindi. Eğitimini almamasına karşın ‘alaylı’lığı kolay fark edilmezdi! Tetkiki ve tecrübesi olumlu sonuç getirirdi.
Halkın sevgilisi aktör(ler)/aktrist(ler) seyircinin ayağına giderdi. Anadolu’daki büyük işletmeciler, ilk gösterimlerde yıldızların gelmesini şart koşardı. Yapım şirketleri de starlara ek ücret vermek zorunda kalırdı. Sanatçılara da fazladan gelir sağlanırdı. En yüksek tutarı da başrol oyuncuları alırdı. 1960’da çekilen, ‘Yangın Var’ın önemli isimleri Ankara’ya davet edildi. Özatay’ın aktarmasına göre, Muhterem Nur’a 2.000, Ayhan Işık ve Turgut Özatay’a 1.000 lira verildi.
- Ayşecik Serisi’nin İlk Filminde Oynadı… -
Özatay, Ankara’da hayatının sürprizi ile karşılaştı. Filmi baştan sonuna izlemek zorunda kaldı. Ardından seyircinin coşkun tezahüratını gördü: ‘Mevlânakapılı’yı isteriz…’ Şaşırdı, ne yapacağını bilemedi. Kötü adamı oynadığı filmin en beğenilen ismiydi. Karakteri olağanüstü başarı ile canlandırmıştı! Tipin otopsisini çok iyi yapmıştı! Mahallenin külhanbeyleri ile görüşmüş, raconlarını bellemiş, konuşma dilindeki argolarını not almıştı! Hatta sigara sarmasını bile öğrenmişti! Tulumbacı portresini mükemmelen çizmişti. ‘Senaryodaki ile yetinmemek, fark edilmenin başka bir anahtarıydı!’
1960’da çekilen ilk ‘Ayşecik’ filminde, Zeynep Değirmencioğlu ve Muhterem Nur ile başrolleri paylaştı. Ayşecik’in üvey babasını oynadı. Nur da annesiydi! Senaryo Hamdi Değirmencioğlu, Memduh Ün ve Ertem Göreç’in ortak çalışmasıydı. Hikâye, Kemalettin Tuğcu’ya aitti. Yapımcı Muzaffer Arslan, rejisör de Memduh Ün’dü.
Film, hâsılat rekoru kırdı. Sadece İstanbul’da 1 milyon lirayı aşan kazanç sağlandı. İkincisinin, ‘Ayşecik Şeytan Çekici’nin çekimleri planlandı. Ama Nur ve Özatay ile ücret konusunda anlaşma sağlanamadı. Yıldızlar ayrılınca, proje askıya alındı, sonra da yeni isimlerle sözleşme imzalandı.
Muhterem Nur, Zeynep Değirmencioğlu ile 'Ayşecik'in bir sahnesinde
- Sinema Salonunda Aktörlük Teklifi Aldı… -
Özatay, film izlemeye gittiği sinemada keşfedildi. Cahide Sonku’nun hayranıydı. 1952’de, Beyoğlu’nda Küçük Emek’te, Sonku’nun oynadığı yapımı seyredecekti. Yanına birisi yaklaştı. Almanca konuştu: ‘Türk müsünüz?’ Muhatabının cevabı, ‘Evet!’ idi. Kendisini tanıttı: Şehir Tiyatroları’ndan Refik Kemal Arduman’dı! Arduman, çok yönlü sanatçıydı. Aktör, senaryo yazarı ve yönetmendi. Doğuştan tekmil sinemacıydı! Sektöre yeni isimler kazandırma peşindeydi! Uzun boylu, atletik yapılı, yakışıklı Turgut Özatay, kalabalık içinde gözüne ilişmiş ve dikkatini çekmişti. Ne işle uğraştığını sordu. ‘Nakliyat firmasında çalışıyorum!’ Öneri şaşırtıcıydı: ‘Gel, seni artist yapayım!’ ‘Benden yıldız olur mu?’ ‘Olur! Hem de bal gibi olur!’
Özatay, öneriyi kabul etti. Muhatabına, ‘Evet!’ dedi. Kadere inanır, talihin yüzüne güleceği anı beklerdi. Nakliyat şirketinden mütevazı gelire sahipti. Daha iyi imkân(lar)a kavuşma arzusu içindeydi. Şansını deneyecekti. 15 günlük izne ayrıldı. Yeşilçam’a ilk adımını attı. Semih Evin’in senaryosunu yazıp yönettiği, ‘Şaban Çingeneler Arasında’nın kısa bir bölümünde göründü. Afişte ismi yer almadı. Başrollerde Nimet Alp, Orhan Erçin ve Renan Fosforoğlu oynuyordu.
1953’de, Deniz Film hesabına çekilen, Refik Kemal Arduman’ın yönettiği, ‘Kahraman Denizciler’de, ilk kez başrolde oynayacaktı. Senaryo, Çanakkale Boğazı açıklarında, İsveç bandıralı Naboland isimli şilep ile çarpışıp batan T.C.G. Dumlupınar denizaltısının öyküsünü anlatıyordu. Kazada 81 askerimiz hayatını yitirmişti!
- ‘Kötü Adam’ Elbisesini Memduh Ün Giydirdi… -
Özatay, ilk başrolünde beklenilenin/umulanın üzerinde başarı gösterdi. İzin süresi dolmadan peş peşe yeni teklifler aldı. Kareş Film’den birinci öneri geldi. Semih Evin’in rejisörlüğünü yapacağı, ‘Yanık Efe’de de oynaması istendi. Anlaşma imzalayıp yeni kordelâya başlayınca, başka proje ile karşılaştı. Patron, ünlü sinema adamı Memduh Ün’dü. ‘Yaban Kız’da Nilgün Esen ile oynayacaktı. Ve ‘kötü adam’ı canlandıracaktı! ‘Ün, Özatay’ın ölümüne kadar üzerinde taşıyacağı giysiyi öneriyordu!’
Ün, ‘Futbolcudan Yönetmen’ adlı anılarında, Özatay’dan bahsetti. Olumlu ve olumsuz yönlerini dile getirdi. ‘Yaban Kız’ın çekimlerinde arkadaş oldular. ‘Gel, oyna!’ dediğinde, davetini geri çevirmezdi. ‘Ne para vereceksin,’ diye sormazdı. İyi oyuncuydu. ‘Ama bir kusuru vardı: Turgut, acayip dedikoducuydu!’ Bazı dikkat çekici iddialarda da bulundu: ‘Turgut, ‘cigaralık’ sarmadan yapamazdı. Ama iş ahlakı çok iyiydi. Zaten kötü olsa, sinemada tutunamazdı.’
Usta yönetmen ve senaristler tarafından da tercih edilecekti. 1959’daki ‘Yalnızlar Rıhtımı’nın önemli rollerinden bar sahibi Ali’yi oynayacaktı. Senaryo Ali Kaptanoğlu’nun - Atilla İlhan takma ismi! - idi. Rejisör Lütfi Akad’dı. Kamera Yuvakim Filmeridis’e emanetti. Başrollerde ise Sadri Alışık ve Çolpan İlhan vardı. Diğer yan roller Ahmet Tarık Tekçe ve Melâhat İçli’nindi.
‘Kötü adam’ Turgut Özatay, sinema hayatı boyunca, eğitimini sürdürmeyi, kendini yenilemeyi ihmal etmedi. İhtisas yapacak kadar iddialıydı. Bir röportajında, ‘Tiyatro sanatçısı nasıl derslere ve egzersizlere muhtaçsa, sinema oyuncusu da daima teoride ve pratikte ilerlemek zorundadır,’ diyecekti. ‘Bütün zamanını mesleğine hasredecekti!’
Filiz Akın, Turgut Özatay 'Bar Kızı' filminde
- Cezayir’de Ölen Biraderini Hatırlayınca Gözyaşlarını Tutamazdı… -
‘Cezayir’de Bir İspanyol Kızı’ operasının uvertür bölümünü her dinlediğinde, üzülür gözyaşlarının dökülmesini engelleyemezdi. Sigarasından derin nefesler çeker, dumanlar arasında kendisinden 2 yaş küçük, sarı saçlı, ince bıyıklı erkek kardeşini görür gibi olurdu! 32 yaşındaki sevgili biraderi, Cezayir’de can vermiş ve orada gömülmüştü! Hemen yakınlardaki meyhaneye girer, rakısını yudumlarken, pikapta istediği şarkı dönerdi: ‘Rüzgâr kırdı dalımı, ellerin günahı ne?’
İçki sofrasını çoğunlukla taze karides, kılıç balığı, pilaki ve bazen de kuzu başı süslerdi. Yanında da kızarmış ekmek, patates kızartması, yeşil zeytin, beyaz peynir, mevsim salatası ve tereyağı bulunurdu.
Kadehin her yudumu yalnızlığını da aklına getirirdi. 35’ini aşmasına rağmen evlenmemişti! ‘Tüten ocağı, aydınlık sıcak yuvasında kendisini bekleyen güler yüzlü kadını hayal ederdi. Sarı saçlar gözüne iliştiğinde içine çocuk sevgisi dolardı. Aklına hemen Bilezikçi Çiftliği’nde film çevirirken gördüğü gamzeli kız gelirdi! Bütün arkadaşları evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı. Akşamları bekâr odası mezar sessizliğine bürünürdü. Nefes almak için dışarıya çıksa, müzikhollerde kasvetini dağıtmaya çalışsa da, sonunda yine aynı yere dönerdi. Annesi Ayşe Vuslat Hanım şu öğüdü tekrarlardı: ‘Hastalansan, başucunda bekleyecek, bir bardak su verecek kimsen yok! Bu durum böyle süremez! Ne yap, ne et, evlen!’
Anne nasihati kulağına küpe oldu! Kalbinin kapılarını sonuna kadar açık tutacak, sultanını aramayı sürdürecekti!
- İtalyan Güzeli Felsefe Öğretmenine Kalbini Kaptırdı… -
1965 yazında, beklediği aşk kelebeği omzuna kondu. İtalyan bandıralı ‘San Marco’ adlı yolcu gemisi İstanbul’a geldi. Turistler, şehrin doğal güzelliklerini görmeye ve tarihi mekânlarını gezmeye çıkacaktı. Merdivenlerden iki güzel İtalyan öğretmen hanım iniyordu. Türk sinemasının ünlü ismi Turgut Özatay da - tesadüfen! - oradaydı. Yakın arkadaşını ziyarete gelmişti. İngilizce bilen kız, Özatay’ın yanına geldi. ‘Ayasofya’ya nasıl gidebileceklerini,’ sordu. Yolu tarif etti. Sonra da teklifte bulundu: ‘Dilerseniz, sizi otomobilimle götürebilirim!’ Önerisi kabul gördü. Üçü birlikte Ayasofya’yı gezdi.
Dersaadet’in güzelliklerini seyrettiler!
San Marco gemisi, Rusya’ya gitti. Dönüşünde kısa süreliğine İstanbul’a uğradı. Özatay fırsatı değerlendirdi. Beğendiği kız ile yeniden görüştü.
Mihmandarlık ettiği, hoşlandığı kızın adı, Cinzia Morigi’ydi. Ana dili gibi Fransızca bilirdi. Urbino Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde doktora derslerine devam ediyordu. Ülkesine dönünce, Turgut Özatay’a teşekkür mektubu yazdı. Özatay’ın arkadaşı Vladimir Krasovsky, ‘name’yi Türkçe’ye çevirdi. İkilinin yazışmaları aylarca, hatta yıllarca sürdü. Ünlü aktör defalarca - beyanına göre 4 kere! - İtalya’ya gitti. Cinzia da Türkiye’ye geldi ve misafir edildi. Damat adayı İtalyanca, gelin namzedi de Türkçe öğrenme gayreti içindeydi. Görüntü ilişkinin ciddi ve uzun süreceğinin işaretiydi.
Fatma Girik ve Turgut Özatay
- Nikâh Turgut Özatay’ın Evinde Kıyıldı… -
1967’ye gelindiğinde, Özatay, arkadaşı Krasovsky’i yanına alıp İtalya’ya gitti. Kıza evlenme teklif edecekti! Cinzia’nın annesi Giulia, kız kardeşi Oriana ve ablası Diana ile tanıştı. Cinzia da, eğitimini tamamlamış, ‘felsefe doktoru’ unvanını hak etmişti! Morigiler, ünlü ve yakışıklı Türk aktörün önerisini kabul etti! İzdivaçlarına izin çıktı!
Özatay’ın annesi Ayşe Vuslat Hanım da durumdan çok memnundu. İlk evliliğinden olan 3 oğlunun hanımları da yabancı uyrukluydu. Gelinlerinin ikisi Hollandalı, diğeri de Belçikalıydı! ‘Hepsi de ecnebi gelin getirdi. Ne suçladım, ne şikâyet ettim,’ diyecekti.
Özatay’ın cevabı oldukça kaderciydi: ‘Ne yapabilirim? Benim de kısmetim 40’ından sonra açılacakmış…’
1967 yılı Turgut Özatay’a hayli uğurlu geldi. Sene içinde 95. filmini tamamladı. Sinemadan epeyce para kazandığını, bir kısmını biriktirdiğini açıklayacaktı. Arkadaşı ile yapım şirketi - ‘Barlık Film’i! - kurdu. İşletmesi hesabına ‘Üvey Ana’ ve ‘Üç Sevdalı Kız’ filmlerini çekti. Bir röportajında, ‘‘İş bulamadığı için prodüktör oldu,’ dedirtmek istemem,’ şeklinde konuşacaktı.
‘Epeyce nakdim vardı. Sektöre katkı sağlamayı düşündüm!’
Cinzia ile annesi, 1968’in Ocak ayında İstanbul’a geldi. Yanlarında çeyizi de getirdiler! Özatay Ailesi tarafından misafir edildiler. Turgut ve Cinzia çiftinin nikâhı, 27 Ocak 1968 Cumartesi günü kıyıldı. Mekân olarak Özatay’ın Ayaspaşa Beytülmali Yokuşu’ndaki Gümüşay Apartmanı’nın 9 numaralı dairesi kullanıldı. Necdet Tosun ve Necdet Barlık, şahitliklerini yaptı. Özatay, mutlu haberi herkese duyurmadı. Dar çevre ile sınırlamayı tercih etti. Yakın arkadaşı Vladmir de tercümanlarıydı.
Cinzia’nın annesi Giulia Hanım, nikâhtan sonra 10 gün daha İstanbul’da kaldı. Şehri gezdi. Sonra da memleketine döndü.
Özatay çifti, nikâhın ardından dönemin ünlü/etkin magazin dergisi SES’in muhabirini evinde ağırladı. Mutluluk resimlerinin çekilmesine izin verdi. Yayınlanan röportajda Turgut Özatay, eşi Cinzia Hanım’ı övdü. Kendisinin İtalyanca, eşinin de Türkçe öğrenme sürecinde olduğunu açıkladı. ‘Gelecek ders yılında İtalyan Lisesi’ne öğretmenlik için müracaat edeceğim,’ diye şaka yaptı! Cinzia Özatay ise, Türkleri methetti: ‘Ülkenizde hiç yabancılık çekmedim. Çok sempatik ve yardımsever insanlarsınız!’ ‘İstanbul’u Napoli’ye benzetecekti!’
Belgin Doruk ve Turgut Özatay
Çiftinin birlikteliği uzun sürmedi. Cinzia, felsefe dalında akademik kariyerini ilerletmek istedi. Turgut Özatay ülkesinde tanınırdı. İtalya’da isim yapması ve iş bulması zordu. İki sevgilinin arasına geleceğe dönük planlar ve yaşanacak gerçekler girdi. Ayrılmaları mukadder oldu!
Özatay, ölümüne kadar sürecek 2. evliliğini Metin Hanım ile yapacaktı.
- Turgut Özatay, Yeşilçam’ın En Çok Film Çeken Aktörlerinden… -
Turgut Özatay, Türk Sineması’nda en çok filmde oynayan sanatçılar arasında ilk sıralardaydı. Bazı yorumculara göre 500’den fazla, kimilerine göre ise 800’e yakın kordâlede göründü. Kara Murat serisinin ‘kötü kralı’, Kemal Sunal komedilerinin ‘kadrolu fena adamı’, Cüneyt Arkın’lı yapımlarının ‘vicdansız/acımasız tipi’ydi! ‘Yalnızlar Rıhtımı’, ‘Kırık Çanaklar’, ‘Ateşten Damla’, ‘Aşk ve Kin’ gibi çoğu filmlerinde de sanatının zirvesindeydi. ‘Aşk ve Kin’deki performansı emsalsizdi. Yürüme yetisini yitirmiş, tekerlekli sandalyeye bağlanmış, aksi ve sinirli adam tiplemesiyle yıldızlaştı! Dönem basınında çıkan bazı haberlere göre film, ABD ve Kanada televizyonlarına - yaklaşık! - 90 bin dolara satılan ilk Türk yapımıydı!
Özatay, mesleğini çok sevse de bazen şikâyet de edecekti. İlk yıllarında iş temposu çok yoğundu. Bir gün içinde iki farklı film çekimine katılırdı. ‘Ömrüm setlerde geçti,’ diyecekti. ‘Kendimi, ailemi ve arkadaşlarımı çok ihmal ettim. Pişman değilim ama yorgunum! Dünyaya bir daha gelsem yine sinema yaparım. İşim kanıma işledi! Emeğimin maddi karşılığını tam alamasam da, manevi açıdan fazlasıyla memnunum!’
Reha Yurdakul, Turgut Özatay 'Üç Kâğıtçı' filminde
- Babası Balkan Göçmeniydi… -
Turgut Özatay’ın doğum tarihi ve doğum yerine ilişkin kayıtlar karışıktı. İlk belgeye göre, 26 Aralık 1927’de İzmir’de dünyaya geldi. İkinci bilgiye göreyse, 30 Aralık 1927’de, Manisa’nın Alaşehir ilçesinde doğdu.
Babası Emin Bey, Üsküp tevellütlüydü. Tütün eksperi/tüccarıydı. Bölgenin Osmanlı’nın kontrolünden çıkması, baskı ve zulüm görmesi üzerine Anadolu’ya göç etmişti. Balkan Savaşları’nın getirdiği yıkım da kararında etkili olmuştu. Vuslat Hanım ile hayatını birleştirdi.
Turgut Özatay, İzmir’de Halit Bey İlkokulu’nda ve Karataş Ortaokulu’nda okudu. Mektepten her çıkışında arkadaşlarıyla yarışırdı. Her koşuda da birinci gelirdi. Babası, oğlunun atletizme kabiliyetini görünce, kulübe kaydettirdi. Ankara’da Gâzi Lisesi’ni bitirdi. Mezuniyetinden önce liseler arasında düzenlenen atletizm yarışmasına katıldı. ‘100 metrede Türkiye şampiyonu oldu!’
Genç atlet, çocukluğundan beri Beşiktaş’ın taraftarıydı. - Ceketinin sol yakasından takımının rozetini çıkarmazdı! - Atletizm Millî Takımı’na girdi. 1952’deki Helsinki Yaz Olimpiyatları’na katılan millî sporcu kafilesinde bulundu. 100 ve 200 metre koştu.
İzmir’e döndü. Babasının emekli maaşı yetersizdi. Ailesine maddi katkı sağlaması gerekti. Balıkçılığa soyundu. Kitap sergileri açtı. Semt pazarlarında kabzımallık yaptı. Çeşitli mesleklerde şansını denedi. Eli kalem tutardı. Denemeleri, şiirleri mevcuttu. Bazılarını yayınladı. Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın - ‘Halikarnas Balıkçısı’nın! - dikkatini çekti. Beraber çalışma önerisini kabul etti. 1948 ve 1949’da, ‘Kırıntı’ ve ‘Mücadele’ isimli gazeteleri yayınladılar. ‘Ceride’ sahipliğinden ve muhabirlikten para kazanamadılar. Masraflarını bile karşılayamadılar! Ortaklıklarını bitirdiler.
Özatay, şehir değiştirmenin yararına inandı. İstanbul’a gelip şansını denedi. Şen İzmir Nakliyat Ambarı’nın Sirkeci’deki şubesinde işe girdi.
- Ermeni Kökenli Türk Vatandaşı Olduğu İddia Edildi… -
Jönpremiye dönemi kısa sürecekti. Karakter oyunculuğuna geçişi kabullendi. Aktör, her yaşta mesleğini icra edebilirdi. Uygun rollerle sanat hayatını sürdürebilirdi. Her tipte/karakterde başarı sağla(r)dı. İlk döneminde iyi adamdı. Ama sanatında adeta ‘evrim geçirdi’ ve ‘kötü adam’ın her çeşidini canlandırdı. ‘Türk Sineması’nın en başarılı ‘Kazıklı Voyvoda’sıydı!’
Değişim, seyircisi tarafından son derece olumlu karşılandı. Başarısı takdir gördü. Gelen her teklifi kabul etti. Geçimini sinemadan sağlamaya kararlı olduğunu gösterdi. İstikrarlı tavrı bazı çevreleri rahatsız etti. Hakkında çeşitli söylentiler çıkarıldı. Yapımcı ve sinema seyircisi nezdindeki itibarının zedelemesine gayret edildi. Nubar Terziyan, Kenan Pars, Sami Hazinses, Danyal Topatan, Vahi Öz, Toto Karaca gibi ‘Ermeni asıllı olduğu’ iddiası yayıldı! ‘Sava göre, aynı soyadı taşıyan ünlü foto muhabirinin kardeşiydi!’ Ailesi açıklama yapmak zorunda kaldı: ‘Turgut Özatay, Türk kökenli ve Müslüman’dı! Emin Bey ve Ayşe Vuslat Hanım’ın evladıydı. Nüfus kayıtlarının incelenmesinde de durum kolayca ortaya çıkarılabilirdi!’ Özatay da, 1993’de, bir dergiye verdiği mülakatta, aleyhindeki iddiaları reddedecekti.
1990’dan sonra sinemaya ilgi azalınca, çoğu ünlü isim gibi Turgut Özatay da geçim derdine düştü. Yaşamını sürdürecek birikimi yoktu. Emekli maaşına sahip değildi. Günlük kazanıp harcadığından, - kendince! - çıkış yolu aradı. ‘Sinemanın Yıldızları’ adlı katalog/kitabı hazırladı ve sattı. İl il dolaşıp hayranları ile tokalaşmaya, eseri pazarlamaya çalıştı.
Türker İnanoğlu, ‘Acısıyla Tatlısıyla Yeşilçam Anıları’nda, Turgut Özatay’ı da anlattı. ‘Çok yetenekli aktördü,’ diye yazdı. ‘Kabiliyetinin hak ettiği değeri bulamadı! ‘Özatay, Türk sinemasına o döneme kadar gelmiş en güçlü oyuncusuydu! - Gözlemine göre! - Alkolün ve …yuşturucunun kurbanı oldu. Kendini kötü harcadı.’
Turgut Özatay, 1999’da yaptığı açıklama ile sevenlerini üzdü: ‘Akciğer kanserine yakalanmıştı!’ Tedavisi 3 yıl sürdü. Ölümünden 3 gün önce durumu aniden ağırlaştı. İstanbul SSK Okmeydanı Hastanesi’ne kaldırıldı. 26 Haziran 2002’de vefat etti. Ertesi gün, Teşvikiye Camii’nde cenaze namazı kılındı. Çok az sayıdaki meslektaşı ve seveni törene katıldı. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Erol Taş ve Turgut Özatay, 1984'de çekilen, 'İmparator'un bir sahnesinde
- John Ford Ve Hitchkock En Beğendiği Yönetmenlerdi… -
Özatay, yönetmenler arasında John Ford, Alfred Hitchcock, Vittorio De Sica ve Luis Buñuel ayrı tutar, beğenirdi. Anna Magnani, Maria Schell, Silvano Mangano, Elizabeth Taylor, Shelley Winters, Anthony Quinn ve Rock Hudson vb. gibi yıldızları takdir eder, filmlerini kaçırmamaya çalışırdı.
Sinema sanatçılarının sigorta primlerinin yatırılmamasını, emekli maaşı alamamasını sorun edinmişti. Meslektaşlarının yaşadığı dramı iletmeye çalışırdı. Bir röportajında şahit olduğu olayı anlattı: ‘1960’da, ‘Ateşten Damla’ filmini çekerken, başrol oyuncularından Kenan Artun’un ayağı kırıldı. Sağlık sigortası yoktu. Hastanede 8 ay kaldı. Masraflarını film şirketi üstlendi. Tedavisi yapılmasa, sakat/topal kalabilirdi. Sosyal güvencesi olsaydı, tazminat da alabilecekti!’