`Men her gelen bir mayısa
Pek çok ümit bağlarım
Her gelen Mayıs için
Nisan ağlar , men ağlarım`
19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Rusya, Türkistan topraklarının önemli bir bölümüne hâkim oldu. Çarlık Rusya’sında büyük bir Türk düşmanlığı vardı ve Türk halkları yönetimin her türlü baskı ve zulmüne maruz kalmaktaydılar.
Ruslar, işgal ettikleri toprakları sürekli kontrol altında tutabilmek adına bu topraklara Rusya’dan Rus kökenli insanları getirip yerleştirerek, onlara en iyi, en verimli toprakları vererek yerli Türk halklarını bu şekilde sindirmeye çalışıyorlardı.
Rus işgalinin başladığı yıllardan itibaren Stalin’in ölümüne kadar Rus yönetimi tarafından Türk halklarının millî ve manevi değerleri, tarihî kimlikleri yok sayılarak, baskı, sürgün ve toplu katliamlarla korkutularak, asimile etme siyaseti başarılı bir şekilde gerçekleştirilmekteydi.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında Rus yönetimindeki Türk halklarının en önemli kültür ve siyaset merkezleri; Kazan, Kırım, Bakü, Ufa, Taşkent, Semerkant, Fergana ve Buhara gibi şehirlerdi. Aydınlar genellikle bu merkezlerde bulundukları için fikir, bilim, edebiyat gibi siyaset de yine böyle merkezlerde üretiliyordu.
XX. yüzyılın başlarında Gaspıralı İsmail Bey’in “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” sloganıyla özetlenen fikirleri, Türk soylu topluluklar arasında büyük yankı uyandırmış ve kabul görmüştü.
Gaspıralı’nın dil birliğini esas alan düşünceleri ile birlikte, eğitim, maariflenme konusundaki fikirlerini de hayata geçirmek için 1900 yılında Semerkand’da ilk “Usul-ı Cedid” okulu açılmıştı.
Çarlık yönetimi Türk halklarının aydınlanmasını, bilinçlenmesini istemediği için bu okulların yaygınlaşmasına karşı çıkıyor, türlü engeller çıkarıyorlardı. Yönetimin engellerine rağmen XX. yüzyılın başlarında bütün Türk coğrafyasında yeni yöntemle eğitim veren birçok okul açılmıştı.
Açılan yeni okullar, Gaspıralı’nın düşünceleri ve ceditçilik hareketi bütün Türk dünyasında milliyetçi düşüncenin güçlenmesini, millî bilincin oluşmasını sağladı. Böylece çeşitli aydın hareketleri oluşmaya başladı.
Türkleri, aşağılayarak baskı altında tutuyorlardı. Bütün bu haksızlıklara karşı sessiz kalamayan isyan eden bilinçli kesim ve aydınlar yönetim tarafından birer birer veya topluca öldürülerek ortadan kaldırılıyordu.
İşte Azerbaycan`ın istiklal şairi ve Türk Dünyasının ortak değeri Ahmet Cevat bu kıyımlardan birine maruz kaldı ve şehit edildi.
Ben de istedim ki, Türkistan`da Türk Milliyetçilinin hareketlenmelerini tek tek anlatma yerine Ahmet Cevat`ın hayatını örneklendirerek verilen mücadeleyi anlatayım.
Asıl adı Ahmet Cevat AHUNDZADE’ dir.
5 mayıs 1892 yılında Gence yakınlarında bulunan Şemkir İlinin Seyfeli kasabasının Mehirli köyünde dünyaya geldi.
Onu tanıyanlar onun zekasına hayrandılar...
“Şairlikte, Öğretmenlikte, Tercümecilikte, hitabette... Her şeyde önde olmak arzusuyla doluydu. Bunu da başarmıştı. Onun başka bir hususiyeti ise, müthiş bir ikna kabiliyetinin olmasıydı. ”
Kırkbeş yıllık ömrünün 29 yılını, öğretmenlikle geçirir. O, her simaya milli ruh ve milli düşünceyi yerleştirmeyi kendisine bir borç biliyordu. Zaten hayatı boyunca milletinin HAKK bağıran sesi olmuştu. Bu duygusunu;
Soranlara ben yurdun,
Anlatayım, nesiyim.
Ben çiğnenen bir ülkenin
HAKK bağıran sesiyim. diye dile getiriyordu.
Cevat, içindeki Türklük duygusunu tatmin etmek için,1912 yıllarında daha genç denebilecek yaşlarda Türkiye’de kurulan “ Kafgaz Gönüllüler Cemiyeti” ne üye olarak, zülüm görmüş, darda kalan insanlara yardıma koşmaya başlamıştı.
Kendisiyle beraber yanına topladığı vatanperver insanlarla koşuşturmaya başlayan Cevat, yine kendisi gibi vatanperver bir şair olan Abdullah Şaik’le beraber Balkan savaşlarıyla kötü günler yaşayan Türk insanın yardımına koşmuştu. Bununla da yetinmeyen, kendi arkadaşlarıyla bir araya gelerek değişik isimler altında hayır cemiyetleri kurar. Kurdukları bu cemiyetlerle, Kars, Sarıkamış, Batum, Ardahan ve Gürcistan’da Ermenilerin zülmüne uğrayan insanlara yardıma koşarlar.
1915 yılında Rus ve Ermenilerin katliamlarına sahne olan Kars ve Erzurum halklarına büyük yardımlarda bulunmuşlardı. “Ayın 6 sında “Müslüman Hayır Cemiyeti ”nin yetkili şahıslarından Dr Sultanov ve Sefikurski cenabları, Azerbaycan hükümeti tarafından harpzedelere yardım için toplanan içyüzmilyon rübleden ibaret olan paranın 30 bini Ardahan’a, 60 binini Soğanlık, Zaruşte ve Horosan’a dağıtmak üzere ve orada toplanacak olan “ mahal komitesi ” nin şurasına katılmak üzere Kars’a gönderilmişlerdi”
Bakü ile Kars arasında Rusların bütün engellerini aşarak yardım için mekik dokuyan Cevat Kars`a ilk geldiğinde gördüğü manzarayı şu şiirinde kaleme almıştır:
Armağanım yaslı nağme
Bir kuş oldum çıktım yola
Gittim gördüm dost ilinde
Ne bir ses var ne bir layla
Sordum garip minareden ;
Akşam olmuş Ezan hani
Baykuş konmuş minberlere
Diyen hani Duyan hani (4)
Evet, o bir yandan yanı başındaki kardeş diyebileceği insanlarla da uğraşmak zorunda kalırken, kimseyi kırmak istemiyor ve herkese sevgiyle muhabbetle yaklaşmak istiyordu; ama her defasında da hayal kırıklığına uğruyordu. “ Bizi bizden olanlar yıktı” sözü de yine onun ruh haletini anlatıyordu. Türkiye halkı olarak zor günlerin yaşandığı yıllarda bile, Türk milletinin Kafkaslarda sesi soluğu olmaya devam ediyordu. Herkesin suskunluğa büründüğü o günlerde Kafkaslardan bizim adımıza yükselen bir ses vardı. Osmanlının 1. dünya savaşına katılmasıyla kaleme aldığı ve yıllardır dilimizden düşmeyen ;
Çırpınırdı Kara deniz
Bakıp Türk’ün bayrağına
Ah diyordun hiç ölmezdim
Düşebilsem ayağına...” diye devam eden nefis şiirini kaleme almıştı. Yüreği yerinde durmuyordu. Ellerine kelepçe vuranlar, diline hakim olamıyorlardı. Türkiye’de herkesin dilinde olan bu şiirin, Ahmet Cevat’a ait olduğunu belki de çokları tarafından bilinmiyordu. O, Türkiye ve Türk insanının dertleriyle çok yakından ilgileniyordu.
Ve bu şiiri tarihleri öyle aştı geldi ki; Türk`ün bayrağını Kıbrıs`ta LİMASOL`a , Azerbaycan`da KARABAĞ`a, Türkiye`de MOSKOVA`ya ve diğer Türk devletlerinde acılar neredeyse otaya dikerdik. Bu marş çalınınca insanlarda iki türlü titreme olurdu, kanı temiz olanların çenesi titrer, gözleri dolar, tüyleri diken diken olurdu. Pis kanlılar ise, korkutan titrer, kanlarından gelen ihanet anlayışları ile şerefsizce pilanlar kurarlardı.
Şair başka bir şiirinde Türk ordusuna duyduğu hayranlığı “Türk Ordusuna” alı şiiriyle şöyle dile getiriyordu.
Ey şanlı ülkenin, şanlı ordusu,
Unutma Kafkaz’a girdiğin günü,
Gelirken kovmaya Turan’dan Rus’u
Ayağını kara deniz öptü mü?[6]
Şair İstanbul’u ziyaret ettiğinde İngiliz işgalini görünce şu şiirle cevap verir ;
Bakü’ye gelmişsin selam vermeye
Ey Han sarayını alan İngiliz
Giderken Kabeye hacı kervanı
Hacılar yoluna çıkan İngiliz.
Sen bağla her yolu, süngüm tez açar,
Üç ayda gelenler, üç günde kaçar
Zannetme kurşunum havalı uçar
Türktür bu kurşunu atan, İngiliz
Hayatı boyunca hep insanlara yardım için koşuşturmuş olan bu insan, nerede bir hayır işi ve hayır cemiyeti varsa orada olmuştur. İlk defa 1912 yılında Azerbaycan halkı için yardım toplamak amacıyla Türkiye’ye gider. Burada değişik şehirleri gezerek, yardım toplar.
Ne yazım yaz, ne kışım kış ne günüm gün oldu
Gönlümün çiçeği açmadan soldu
Kanadımı bir uğursuz el yoldu
Yerinde bir damla kızıl kan kaldı..
Cevat, bu şiiriyle adeta her yönden çileyle çepeçevre sarıldığını, yaşamından bir lezzet alamadığını, sonunda da bu topraklar üzerinde arkadan gelecek güllere su olabilecek bir damla kan bırakarak, bu dünyadan ayrılacağını anlatıyordu.
Cevat, bileği bükülmez bir yiğitti. Bakü zindanlarında eline ayağına zincirler vuruldularsa da, kimse dilkine kilit vuramıyordu.
Zaten, onun gözünde dünyada yaşama arzusu, hayatını hayat etme sevdası yoktu. Hayalleri hep yüceydi
O, bütün bunlarla uğraşırken Ruslar tarafından da vatan haini ilan ediliyordu...
Ahmet Cevat kendisine `Kızlı Rusya`ya karşı yazma` diye tavsiye edenlere ömrünün sonuna kadar baş kaldırdı ve yazdı. Ölüm başına dikildiği zaman yine yazdı. Hapishanelerde işkencelere tabi tutulurken Komunist parti ondan bir şey istedi. Dedi ki; `1 Mayıs İşçi Bayramı için bir şiir yaz, sana yardımcı olalım`
Oda şu dörtlüğü yazdı;
Men her gelen bir mayısa
Pek çok ümit bağlarım
Her gelen Mayıs için
Nisan ağlar , men ağlarım.
Bu şiir basıldıktan birkaç hafta sonra , Sovyet edebiyatçıları şifreyi çözmüş ve Ahmet Cevat`a ` Senin het yıl gelmesine ümüt bağladığın Mayıs , işçi bayramı olan 1 Mayıs değil, Azerbaycan`ın istiklalini ilan ettiği 28 Mayıs`tır. Nisan ayında ise bu istiklale Kızıl Emperyalizim son verdiği niçin Nisan yağmurları ile birlikte sen de Cumhuriyet için ağlıyorsun` derler.
Düşüncelerinden dolayı ceza evinde işkencelere maruz kalan Cevat asla hiçbir teklife evet dememiş ve vatanına özlemini şu dörtlükle dile getirmiştir;
Çoktandır ayrı düştüm
Üç boyalı bayraktan
Ay dostlar ben yoruldum
Gizli gizli ağlamaktan
Ahmet Cevat içeride iken şiir yazması engellenince bir yol bulup şiirlerini milletine ulaştırmıştır.
Bu yol kendisini ziyarete gelen arkadaşlarına yazdığı şiirleri tek tek ezberletmektir.
Bu şiirlerden en meşhuru SUSMARAM adlı şiirdir.
“Susmaram” şiiri, 1937’de yazılmasına rağmen neden 2004 yılında gündeme gelmiştir, tam 67 yıl sonra?!
Ahmet Cevat bu şiiri yazarken esirdir. Elinden yazmak dahil tüp özgürlükleri alındığı için arada sırada ziyaretine gelen yakın arkadaşına “ağaçlara bakarım, ben söyleyeyim, sen dinle, ama, bunu ezberle, bugünler gelip geçecek, güzel günler, hürriyet dolu günler geldiğinde bunu yazıya döker, oğluma da ulaştırırsın ve bunu yayınlatarak, milletime de hediye edersin” der ve bu şekilde ezberlettirilerek bugünlere taşınır bu şiir.
“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Büyük Gazi Mustafa Kemal’i de hatırlatan Ahmet Cevad, gelecek nesillere, 1937’de, bir şubat ayında şöyle sesleniyor:
S U S M A R A M !
“Men bir gulam, yük altında ezilmişem, gardaşım,
Sevinç bilmez bir mahkumam, ahu-zardır sırdaşım.
Damga vurub, zencirleyib tullamışlar zindana,
Karlı-buzlu cehennemler mesken olmuşdur bana.
Mene dinme, sus deyirsen, ne vahtacan susacam,
Buhranların, hicranların, mahbesinde galacam?
Niye susum, konuşmayım, insanlıkda payım var,
Menim ana vatanımdır talan olan bu diyar.
Niye susum, konuşmayım, Türk yurdudur bu toprak,
Oğuzların, elhanların vatanında kimdir, bak!
Bu dünyada azadlığı şan şöhretten üstün tut,
Alçaklığı, yaltaklığı rezilliyi sen unut!
Nece susum, konuşmayım, men eyleyim heyanet?
Hanı sevgi, hanı vatan, de harda galdı millet?
Men bir gulam, yerim altun, suyum gümüş, özüm aç,
Atam mahkum, anam sail, elim her şeye möhtaç.
Men Türk evladıyam, derin aklım, zekam var,
Ne vahtacan çiynimizde gezecekdir yağılar?
Ne kadar ki, hakimlik var, mahkumluk var, ben varam,
Zülme garşı isyankaram, ezilsem de susmaram!”
Susmadı!
Onun susmaması sadece kendisini değil ailesini de etkiledi. Ailesi Rus zulmüne tabii kalmış ve sürgünden sürgüne gönderilmiştir.
Ahmet Cevat zindanda iken eşine `soy ismini değiştir , rahat yaşa, eşini bağışlayalım ` diye teklif gitmiş eşinin cevabı ; Ben soy ismimi değiştirirsem Ahmet asıl ozaman ölür `olmuştur.
Cevat, çileli bir okadar da onurlu, Türklük şuurlu hayatında asla milletinden ve vatanından taviz vermemiştir.
Nihayet 1937’de Türkçülükle ve karşı devrimle suçlanarak tutuklanan Cevat , askerî mahkeme kararıyla ölüm cezasına mahkûm edilir. 1937 sonlarında kurşuna dizilerek şehit edilmiştir. 1955’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği başsavcısı, Ahmet Cevad’a karşı ileri sürülen bütün ithamların asılsız olduğunu belirterek, ölümünden sonra beraat kararı verir. Geride bize Türk Dünyasının ortak marşı olan `Çırpınırdın Karadeniz` adlı eseri kalmıştır.
Ahmet Cevat`ın hayatı aslında Türkistan bölgesinde SSCB`ye ve Çarlık Rusya`ya karşı verilen mücadelenin özetidir.
Bu hayatlar daha iyi incelenmeli ve Türkiye Müfredatına konularak genç nesillere öğretilmelidir.
Tarihi Şan ve şerefle dolu onurlu milletimiz; büyük kültürümüze hizmet etmiş herkese minnet borçludur.
Onları asla unutmamıştır ve unutmayacaktır.