14 Ekimde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Suriye’deki harekatının beşinci gününde, ABD Savunma Bakanı Mark Esper bir yazılı açıklama yaparak “Türkiye'nin sorumsuz eylemleri nedeniyle ABD güçlerinin Suriye'nin kuzeyinde karşılaştığı risk kabul edilemez bir düzeye ulaştı. Aynı zamanda daha geniş çaplı bir çatışmanın içine çekilme riskiyle karşı karşıyayız. Bu nedenle ABD Başkanı'nın talimatıyla Savunma Bakanlığı, ABD askeri personelini Suriye'nin kuzeydoğusundan planlı şekilde çekmektedir” dedi.
“Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye'nin kuzeyine tek taraflı işgal emri verdi…tüm sorumluğu Cumhurbaşkanı Erdoğan'a aittir” diyen Esper “NATO müttefiklerini, Türkiye’nin bu korkunç eylemlerine karşılık olarak kolektif ve tek tek diplomatik ve ekonomik önlemler almaları konusunda zorlayacağım” tehdidiyle bildirisine son verdi.
Aynı saatlerde ABD Hazine Bakanlığı, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun yaptırım listesine alındığını açıkladı.
Böylece Türk hükümetinin bakanları Küba, Venezuela, Kuzey Kore gibi ülkelerdeki mevkidaşlarıyla aynı listeye girmek şerefine nail oldular.
Suriye’de savaşın başladığı 15 Mart 2011’den bu yana hiçbir olay, Rus füzeleri bile, ABD’ye böyle bir açıklama yaptıramamıştı.
ABD Savunma Bakanı sekiz yıldır süren savaşta sanki hiç kan dökülmemiş, kimse yerinden yurdundan edilmemiş gibi feryat ediyor:
Barış Pınarı Harekatı “ geniş çaplı can kayıplarına, mültecilere, yıkıma, güvensizlik ortamına” ama daha da önemlisi “ABD askeri güçlerinin artan bir tehditle karşı karşıya gelmesine neden oldu” diyor.
Türk Ordusunun bölgeye doğrudan müdahale ettiği operasyonun daha beşinci gününde ABD kuvvetleri Güneye doğru çekilmek zorunda kaldı. Bu sayededir ki Beşar Esad’a bağlı Suriye Arap Ordusu yıllardır postalını basamadığı Türkiye sınırındaki kentlere girebildi.
Bu arada ABD yalnızca Suriye’den değil Türkiye’den de çekiliyor. Dün New York Times’a konuşan ABD dışişlerinde görevli üst düzey bir bürokrat, İncirlik’teki nükleer bombaları tahliye edeceklerini ve “bu silahların İncirlik'ten alınmasının Türkiye ile ABD arasındaki müttefiklik ilişkisinin "fiilen bitmesi" anlamına geleceği”ni söyledi.
Sekiz yıllık savaş sonunda Türklerin bölgeye girmesiyle Ruslar, Amerikalılar ve İranlıların rahatı bir anda bozuldu.
Almanya huzursuz oldu; silah satışını durdurdu ve Volkswagen fabrikasının kuruluşunu erteledi. Sosyal medyadaki Rus trollerinden Avrupa basınına, Amerikan solcusundan muhafazakarına herkes “Türk işgalciliği”nden yakınmaya başladı.
On silahlı adamı toplayanın ordu kurduğu, Kanada’nın bile asker gönderdiği Suriye’de sanırsınız savaş yeni başladı. Nüfusunun yarısı olan on milyondan fazla Suriyelinin ülkesini terk ettiği, en az 500 bin kişinin hayatını yitirdiği bir savaştan bahsediyoruz.
Canını kurtarmak için Şii milislerden medet uman, Putin’in bir generalinin komutuyla duran bir başkana sahip, üstelik tarihinde hiçbir zaman toprağa egemen bir devlet olmamış bir Suriye’den söz ediyoruz.
Anlaşılan o ki Türkiye sadece bir askeri harekat yapmıyor büyük bir satranç oynuyor. Sahnenin önünde tanık olduklarımız bize gerçek resmi vermiyor.
Avrupa’nın yapacak hiçbir şeyi yok. Çünkü Türkiye’nin zayıflaması batıya doğru birkaç milyonluk göç dalgasıyla sonuçlanır. ABD’nin Türkiye ile meselesi ise Suriye’den ibaret değil.
ABD, Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı kurduğu ittifaktan S-400 alınmasına, Zarrap davasından Fettullah Gülen’i barındırmasına kadar hemen her yerde bizle çatışma halinde.
Olmaz ama diyelim ki Suriye ile muharebe etsek ABD Türkiye’ye yardım mı edecek? Sınır güvenliği için bir Patriot vermeyen NATO şimdi bize destek mi olacak? Zaten ABD Savunma Bakanı Esper açıkça, onlara rağmen bu harekatın gerçekleştiğini ve önümüzdeki hafta NATO üyelerinden Türkiye’ye yaptırım kararı almalarını isteyeceğini, söylüyor. Öyleyse nerede kaldı Atlantik İttifakı nerede Türkiye?
Türkiye’nin hamlesi bitmeyen savaşı bitirmeye, gitmeyen düşmanı gitmeye zorluyor. Sadece batı değil Rusya ve İran da Türkiye’nin kararlılığını görüyor. Türkiye yanı başında uydu(rma) oluşumlar, icat edilmiş azınlıklar istemiyor.
“Güvenli Bölge” projesi Türkiye’nin Rusya’ya, ABD’ye ya da İran’a rağmen tek başına bölgede adım atmak zorunda kaldığı koşullarda ortaya atıldı. Oysa şimdi Menbiç’te artık ABD yok.
Orada Esad’ın ordusuyla Türk Ordusu beraberler. Rusya iki kuvvet arasındaki koordinasyonu garanti ediyor. İran Astana sürecinin sürmesini istiyor. Öyleyse bu beraberliği bozacak tek taraflı projelere ihtiyacımız yok demektir.
Türkiye, bölge ülkeleriyle Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti altına alacak projeler yapmalıdır. Sınırımızda güvenli, yeni kentlerin oluşumu ve Suriyeli göçmenlerin buralara yerleştirilmesi ancak bu biçimde mümkün olur.
Türkiye, bölge ülkelerine ve Suriye’ye rağmen bir Güvenli Bölge yaratamaz. Bunun maliyetinin altından kalkamaz.
Tüm riskleri üslenmektense paylaştırmak doğrudur. Bölge ülkelerinin garantörlüğünde ve Suriye devletinin egemenliğinde bir güvenli bölge yaratmak Türkiye’nin hayrınadır.