Sendikalar günümüzde endüstri toplumlarının vazgeçilmez örgütleridir. Sanayi toplumlarının ve işçi çalışma oranının artması ile sendikalar; toplumların çalışma hayatına yön veren şekillendiren ve geleceği etkileyen önemli sivil toplum örgütlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki, ülkemizde durum anlatıldığı gibi mi? Yoksa sendika yöneticilerine, hükümetler tarafından kendilerine verilen rollerin oynandığı tiyatro sahnesi mi?
Yazının başlığını okuyanlar sen ve sendikacılık ne alaka diye bilir. Yaşamımın kısa bir döneminde bir sendika genel başkanının kısada olsa danışmanlığını yapmış olmam ve eşimin sağ bir sendikanın yönetiminde olması Türkiye’deki sendikal faaliyetler konusunda ister istemez bende de ilgi uyandırıyor.
Bu günlerde hükümet ile sendikalar arasında toplu sözleşme görüşmeleri yapılıyor. Bizlerde bu görüşmeleri televizyonlardan, basından takip ediyoruz. Üzülerek söyleye bilirim ki tamamen bir tiyatro oyunun yan rollerinde olan sendika yöneticileri rollerini ezberlemiş hiçbir sonuç alamayacaklarını bile bile tiyatral oyunlarına devam etmektedirler.
Sendikacılık nedir?
Birçok ülkede sendikal örgütlenme çalışan nüfusun önemli bir kısmını içinde barındırmaktadır. Özellikle sendikacılık hareketinin başladığı endüstri toplumları sendikacılık konusunda önemli örgütlülük düzeyine sahiptirler.
Sendikacılık, endüstrileşme hareketi ile aynı yıllara rastlamaktadır. İşçiler birlikte hareket ederek hak ve menfaatlerini korumaya yönelik arayışlara girişmişler ve endüstrileşme hareketinden kısa bir süre sonra sendika adı verilen kuruluşlarda örgütlenmeye başlamışlardır.
Türkiye’de olan sendikacılık:
Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de sendikacılığın genel ekonomik sosyal ve siyasal koşullardan soyutlamak mümkün değildir. Sendikaların bir ihtiyaçtan kaynaklanarak doğduğunu göz önüne alırsak, her ülkede ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel yapı birbirinden farklılıklar gösterir. Bu yüzden sosyalist, Marksist, Kapitalist ve liberal yapılardaki sendikalar birbirinden oldukça farklıdır.
Ülkemizde ise tamamen farklıdır. Türkiye’de sendikaların toplu pazarlık politikaları, üyelerinin çıkarlarına öncelik veriyor gözükse bile sonuç da amerikan sendikacılık anlayışına yakındır.
Bu yaklaşım içinde sendikalar genellikle, işletme işyeri haklarını korumuşlardır. Toplu iş sözleşmelerinde pazarlıklarda, ekonomik kazanımlara ağırlık veren ve bu konuda ücretler dışında, sosyal haklar adı altında, birçok yan ödemeyi toplu pazarlık konusu yapan bir strateji izlememişlerdir.
Bunun sebepleri de bellidir; hükümetlerin koymuş olduğu baraj nedeni ile devlet sadece barajı aşan sendikayı muhatap alır. O sendikada iktidarın sendikasıdır, siyasi iktidarların el altından istediği adamı sendika başkanı yapmasından veya ideolojik sebeplerden dolayı son sözü hükumetler söylemiş olur. Bu ve buna benzer birçok nedenden dolayı Türkiye’de sendikacılık ölmüştür.
İşin aslı:
İster sağ isterse sol sendika olsun Türkiye’de sendika yöneticilerinde oluşan sendika burjuvazisi vardır. Memurlar ve işçilerin sendikal üyelikleri için kesilen çok küçük ücretler üye sayılarının mevcuduna göre çok büyük rakamlar yapar ki sendikalar paranın hangi bankaya yatacağı konusunda bankalarla bile pazarlıklara girişirler.
Bir sendika genel başkanını ve yönetim kurulunun aldığı maaş en az 20 ile 15 bin ytl arasındadır. Şube başkanlarının da sendikalardan aldığı maaşlarda küçümsenmeyecek orandadır.
Bunların yanında lüks yaşantıları marka arabaları saymıyorum bile. Bu burjuvazi yaşantı asgari ücret alan kıt kanat geçinen çalışanların alın terlerinden verdikleri paralarla gerçekleşir.
Sendika genel başkanlarının hedefi çalışan değildir. Onların kendi hedefleri vardır ki bu da kendilerinden önce başkan olanlar gibi yakın oldukları partiden milletvekili olma, hatta bakan olmak gibi hedefleri vardır. Sözün kısası Türkiye’de sendikacılık da sendikada yoktur. Var olan sendikal bir tiyatro ve çalışanların üzerinden kendilerine kurdukları sistemin devamıdır.